Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Kasım 2008 Cumartesi

Emrediyorum Mutlu Ol

Sinan Çetin'in bir kısa filmiydi bu. Youtube da hala var, izlemek siteyenler için. Gerçi kapalı ama bir yolunu bulup girersiniz. Hatırlayın blogger kapalıyken yaptıklarımızı hah işte öle.

"Sizin Mutluluğunuz Nerede ? On resimle anlatınız" , Sobemizin konusu. aysema dan geldi.
benim mutluluğum bu resimler de ilk olarak çoğunuz biliyorlar ama bilmeyenler için işte biz. Nazlının saçları şimdi koyu renk, benim saçlarımsa daha uzun, Gamsegamsenin saçlar da resimdekinden daha koyu , koca aynen :))ve biz bu resimden sonra dört yaş daha büyüdük.

Mutluluk ikinci olarak Zuz la aynı resim karesinde olmak da


Mutluluk Gamsegamsenin hala bizimle tatil yapmayı tercih etmesinde, Naziş'in yüzündeki bu gülümseme de





Mutluluk, gölgenin kızınla aynı yere düşmesin de



mutluluk sen denizdeyken seni bekleyen şezlong da, denizden çıkışdaki yorgunluk da



Mutluluk herzaman dostlara açık olan bu kapıda

Mutluluk bu yolda( köydeki evin yolu)





Bu güzel kadınlarla yürüyüp, anneden konuşmak da 150 yıllık veranda da bu pozu verebilmek de

mutluluk seni bekleyen okunması gereken kitaplarda

mutluluk keyifle yudumladığın çay da

Daha sayacak ne çok şey var. Sezen aksu şarkılarını dinlemek var, kurabiye kokusu var. Şu an da mutfaktan tarçınlı havuçlu kekin kokusu gelmekte eve yayılmak da mesela. Can'ın yüzüme bakıp gülümsemesi var. Beyoğlu var, vapurdan Kız Kulesini görmek var.

Nedir ki mutluluk, çok göreceli bir kavram. Beni mutlu eden seni mutlu etmez, seninki beni. Galiba mutluluk ortak paydalarda. Mutsuz birini gördüğünde yüzümüzde donuveren gülücük , boğazımıza düğümlenen lokma işte hala insan olduğumuzu gösteren, işte mutluluk bu
Çok güzel bir sobeydi yapmaktan mutlu olacak herkes yapsın , benim sobelediklerim bunlar. Keyifli bir hafta sonu olsun hepinize

26 Kasım 2008 Çarşamba


Siz bu satırları okuduğunuz sıralarda , ben büyük bir ihtimalle bu cadde de yürüyor olacağım. Neresimi burası. Pangaltı'ndan karşıya geçin, vurun yukarı doğru bu caddeye ulaşırsınız. Kurtuluş semti burası. İstanbulun çoook eski semtlerinden biri. Eskiden oturanların %80 ini azınlık nüfus oluştururdu. Sanırım bu oran çok ama çok aşağılarda şimdi.

Bu kitap da o günlere özlemler anlatılmış
Yaşadığımız Kurtuluş İstanbul'da Bir Kadim Semt

Hüseyin Irmak


Nahabet, Varujan, Niko, Yasef neredesiniz? Zaman zaman rüyalarımda çıkıp geliyorsunuz sadece. Nahabet, biliyor musun, çocuk hallerimizle, yine Ali abinin çay bahçesinin girişindeki toprak kaldırımda misket oynuyoruz; pirketten yapılmış duvarın dibinde. Annen pencereden bağırıyor yine. İrma yine ağlayıp sızlıyor; istediğini yapmıyorsun diye gelip oyunumuzu dağıtıyor. Kızıyoruz ona.

Ya da Niko'nun babaannesi yine kapısının önünde top oynamayalım diye bizi azarlıyor. Nahabet, Varujan, neden bilmem ama, ne zaman o günlere dair bir rüya görsem, daima günlük güneşlik oluyor hava. Eski Kurtuluş'un gökyüzü rüyalarımda hiç kapalı değil. Şimdi neredesiniz yahu? Ne yapıyorsunuz? Bir yerlerden çıkıp söylesenize! Hangi ülkedesiniz, hangi deliğin dibinde? Çıkın oğlum artık! Saklambaç oynarken bu kadar uzatmazdık. Her işin bir raconu vardı. Tadını kaçırmayın. Niko, ses ver Atina'dan. Taso, sen Selanik'ten. Aram, Hollanda'dan... Sarkis, Washington'dan... Nahabet sen nereden ses vereceksin peki? Varujan ya sen?
Kurtuluş hakkında çok anlatıcak şey var. Mesela Piri Reis'in getirdiği rum esirler buraya yerleştirilmiş. Tersanelerde çalıştırılmış ama bunlar sonra Beyoğlunun Kapalıçarşının en ünlü kuyumcuları ayakkabıcıları olmuşlar.

E sen niye gidiyorsun oraya şimdi derseniz , bir kuzen buluşması yine. Bu kez kuzen Fato'ya gidiyorum. Hava da hafiften bir lodos var akşama yağmur çiseleyecekmiş. Meteoroloji uzmanı kaocam dedi. Akşam kızlara hava nasıl olacak bakın internete diyorum. O ta içerden bağırıyor, çok yağmur çok fırtına olacakmış diye. Ama sonra kıyamadı yok yok 21 dereceye kadar çıkacakmış sıcaklık dedi.
Hadi şimdi gittim ben...

24 Kasım 2008 Pazartesi

Falan filan işte , her zamanki gibi

Uhhuuuu bu gün ikinci yazımı girmekteyim dosta düşmana duyrulur. Haftaya hızla girmiş bulunmaktayım. Önce bi okey partisi ardından pazar gezmesi ve alışverişi. Sabah benim kabileyi yolcu ettikten sonra hiiiiç acele etmeden döndüm yatağıma geri. Giderken bi fincanda yeşil çay aldım. Berrak yeşil olanından. Taktım gözlüümü , Veda yı bitirip vedalaştım.

Dün gece de geç saatlere kadar okumuştum . Yorumunu yapmayacağım , gündemi kaçırdık)). Hemen herkes okudu. Ben baskısı yüzünden almamıştım. Yok korsana karşı mavi mürekkeple basılmış da. Kitap konusunda bazı takıntılarım var. Sesini tanıdığım yazarların kitaplarını okuyamadığımı defalarca söyeldim burada. O yüzden pek yazar röpörtajları dinlemem. Kitabı elime aldığımda resmen onlar bana okuyormuş gibi oluyo , yani yapcak bişe yok , huy işte. Bir de cep boy kitapları okumam . Ay ne o öyle. Kitap dediğin şöle kelli felli olcak, eline aldın mı? ben burdayım diyecek, elinde kaybolmayacak.

Sonra ay unutmuşum Gamse evdeymiş meğer. .. Vize haftası bu gün sınavı yokmuş. Anneeee acıktım dedi. Valla kendin hallet çıkıyorum dedim. Çünkü önce arkadaşlarla yemek yiyecek sona okeye oturacaktık. Dünden onlara gelsinler gitsinler yesinler diye bi sürü gıda takviyesi yapmıştım. Biraz hile yaptım ama olsun. Bir hamuru üçe bölüp, bir parçasının içine ıspanaklı iç( akşam yemeği için hazırlanan ıspanaklı yumurtanın harcından çalındı), bir parçaya peynirli iç, diğerine de patatesli iç kondu rulo şeklinde sarılıp yumurta sarısı da üzerine yallah fırına. Bir taşla üç kuş vuruldu. Onlar pişe dursun, hemen bir kek de çırpıldı en klasiğinden yalnızca kuru üzüm kondu içine o kadar. Yani vicdan yapacağım mesele yok. Bu günün akşam yemeği de fırındakiler çıkana kadar hazırlandı. Süperdim süper.Ha bi de Laleisyon bi mezemsi salatamsı bişe var. Makarnanın yanında servis yapılcak. Artan herşeyden yapıldı.Kriz var kriz , bulan var bulamayan var, yok öyle bişeyi ziyan etmek. Bu tarifi seferberlik .tariflerine ekleyin
. Tarif dip de en dip de)

N eyse dönelim bu güne , yemek ve ardından gelen okey partisindenden sonra Gamsegamse aradı, pazarda buluşalım biraz hava layım , kafam ambale oldu dedi. Onunla buluşunca işin rengi değişti , hiç uğramayacağım kısımlara dalınıp, almayı düşünmediğim şeyleri alıp eve geldik. Tanesi bir ytl ye bi sürü bere aldık. Satıcı organik bere bunlar organik Kaynanam örüyo ben satıyom diye bağırıyordu. Alalım bayram da kapıya gelen çocuklara şeker çikolata falan verirken yanında bunlardan da verelim dedim. Sonunda eve geldik. Ohhh evim evim güzel evim. Bu gece Elveda Rumeliyi seyredip kitaplarıma döneceğim. Naziş okulun yemeğinde , kocamın spor günü, Gamse ders çalışıyo yaşasın ev bana kaldıı.

Herkes googleden gelenleri yazmış , insanı dumur eden aramalar var, bir de benimkiler bakın bakalım.
Lale Belkıs'ın yazlık evi var mı??- Var sa napcan, yoksa, yazlık ev mi hediye etcen
Üsküdar Nüfus dairesi nerede- heheheheh demekki benim sayfa daha çok ziyaret ediliyoki , orayı arayan önce benim sayfaya düşüyo
Sivrisinek hikayesi-bu başlıktaki yazım en çok ziyeretçi alan yazım
İstanbul da bu gün neler var -heheheheh diyorum
Beyoğlun da egzilecek yerler- heheheheheheheheheheheh diyorum buna en çok
Çukurcuma nerde- uy uy ben İstanbul rehberi olmuşum da haberim yok
İstanbul da bu gün rüzgar kaç km esti- buyrun burdan yakın, üle meteoroloji yaz bak
Ayşe Tüter'den hamsili pilav- bak sen iyi yere düştün, alasını yaparım, kitabını yazarım, kuş kondururum. Hava da takla attırırırm. Parmaklarım nere gitti diye sorarsın
aşk yüzünden napcanı bilmeyen kız falı- İşte ben buna biterim
Turhal da bombalanan ev- Turhal'a en son gittiğim de 14 yaşında falandım, ama abi ya da abla yine de keşfetmiş beni
adamın biri taş düşürüyormuş-Baaak bu olur işte , var biz de öle bi adam, sen ondan düştün burayaa
pnardnmz- bu var ya bu, bir arşiv yazıma gelmiş, ehe ehe ama pnardnmz den önce bana düşmüş niyeyse he atalet sen tanırsın kıs
çatılı ev resimleri- Benim eğri çatılı eve gelmiş



EEEEn dipdeki tarif: Akşamki yumurtalı ıspanaktan artan, kavrulmuş ıspanak, yine akşamdan közlenmiş biberler. Birazda brokoli( bu Gamsenin hadi bunu da kat demesiyle katıldı). Brokoli çiğ olduğu için tavada hepsini bir kez daha çevirdim. Hem de tatlar birbirine girmiş oldu. Sonra sarımsaklı yoğurtla karıştırdım. Kocam bunu yine kesin sen uydurdun dedi. Ama çok beğenildi. Domates soslu makarnanın yanında servis edildi.

Öğretmenim canım benim canım benimm

Bir öğretmen bir de öğretmen adayının annesi olunca bu günü atlamak olmazdı.
Benim ilk öğretmenim komşumuz olan İl Halk Eğitim Müdürünün kızı Canan'dı. Benden büyüktü ve benden başka arkadaşı yoktu. O yüzden kendi öğretmen oldu ben öğrencisi ve okula gitmeden annemler baktılar ki ben okuma yazmayı öğrenmişim. Tabi bu okula başlayınca öğretmenimin başına bela olarak döndü. O daha fişleri dağıtırken ben avaz avaz ne yazdığını söylerdim. Sonun da - Lale sana baban hikaye kitapları alsın, ben ders anlatırken sen onları oku dedi ve okuma serüvenimi başlattı. Öyle bi oldu ki ders zilini duymadığım için gelip beni kütüphanelerden topladı. Şimdi var mı bilmiyorum, yoksa bizim meşuuur müdürn faaliyetlerindenmidir bilmem, biz bahçeye çıkamadığımız kış günlerinde tenefüslerde kütüphaneye gider kitap okurduk. Ertesi tenefüste kaldığımız yerden devam ederdik.

Ortaokul Türkçe öğretmenimse çok şey kattı bana. Biraz zorlardı bizi TDK sözlüğü cebimizde dolaşmamız için ama sonra anladık faydasını.

Şimdi bizim ev de iki öğretmen var. Biri henüz aday ama olsun, staja başladı artık. Onların benimsedikleri ve benimsemedikleri eğitim modelleri var. Aralarında konuşurlarken - ben o sistemi tasvip etmiyorum, tasvip etmediğim sistemi de uygulamam diyorlar. O zaman umutlanıyorum demek ki idealist bi tarafları var diye.

Avrupa da ve Amerika da en saygın meslek ve de en çok kazananlardan. Türkiye de ise malumunuz.
Öğretmenler günü kutlu olsun

23 Kasım 2008 Pazar

Karaköy iskelesine ağıt. Benim de bir tarihim var yaa


Evet aynen başlık da okuduğunuz gibi benim de bir tarihim var herkes gibi, ama benim tarihime tanık olan bir yapı dün gece battı.

Karaköy İskelesinden söz ediyorum. Tarih 1974 yılları falan. Daha lise yıllarımız yeni başlamış. Aysel'le buluşma yerimizdi. O Kadıköyden ben Fındıkzadeden gelirdim orada buluşurduk. O zamanlar böyle sık iskeleler yok, motorlar böyle vızır vızır değil. Motorlar ancak sis bastırınca çıkarlardı ortaya dolmuş yaparlardı. Karaköy iskelesinde çok güzel bir kitapçı vardı. Çoğu kitaplarımı orada Ayse'li beklerken almışımdır. İskelenin tam karşısında Murat Pastahanesi vardı, hala var mı? bilmiyorum. Yıllardır gitmedim. Orada yediğim şahane şekerparelerin tadı hala damağımdadır. Karaköy iskelesi yüzer bir iskeledir. Biraz fazla kalsanız aynen deniz tutmuş gibi olursunuz. Benim öyle araç tutmalarım falan yoktur ama orada biraz fazla oyalansak aynen leyla olurdum..


Karaköy de buluşma nedenimiz sanırım hemen tünelden Taksim' e çıkmak içindi. Neden direk Taksim de buluşmazdık hatırlamıyorum. Sanırım Aysel bu yolu yalnız gitmemek için beni kekliyordu:)). Trafik o zaman da sorundu İstanbul da. Ben Beyazıt da otobüsten iner. Çınaraltından aşağı, Nuruosmaniye falan inerdim Mısır Çarşısına, oradan karşıya geçer, Galata köprüsünü koşa koşa geçer Karaköye varırdım. Cep telefonu falan yok akşamdan randevulaşırsın, evden çıkarken de şuraya gidiyorum dersin olur biter. Çıkış saati ve eve gidiş saati arasında evle kontak kopuk. Şimdi biz kızlarla ders aralarında bile konuşuyoruz. Bir de merak eden olursa kızardık üstelik.

Dün gece battı gitti, benim 15 yaşındaki ayak izlerimle...

21 Kasım 2008 Cuma

Teyzelerden devamm


Ben köyümüüüü özledim. Uçan da kuşlara malum olsun ben köyümü özlediiiim. Şu gördüğünüz ağaçlı alan var ya tam onun karşısı bizim ayile apt nin olduğu yer. Yani balkonlarında denize bakaaa bakaaa teyzelerle dayılarla kuzenlerle geyik yaptııım. Kahvaltı masalarının en az on kişi akşam masalarının ise kaç kişi olacağının kestirelemediği yer. Bütün daire kapılarının kapı çalınmadan tokmağı çevirip girildiği Aneannemin benim yolumu dürbünle beklediği yer . Kaç kişinin anneannesinin boynunda dürbünü vardır he sorarım size. Şimdi giriş niye derseniz , bu gün teyzeme gidince hep de ORDU dan konuşunca , ben de geçtiğimiz yaz gitmeyince çoook özlediğimi anladım da ondan. Neyse bu güne dönelim biz.

Kocam gece yarısı rüzgarın sesine uyanınca , uyumakta olan bana söylediği söz , fırtına var yarın gitme sakın. Niye ki demişim, kızlar okula gitmeyecek mi? onlar da karşıya geçiyo hoş. Cevap - yarın bakarsın havaya oldu. Ama sen mutlaka bi arıza çıkarırsın da ondan diyemedi zaar. Sabah kalktım hava rüzgarlı fakat dışarı çıkınca oooh dedim ya, misss. Tıpır tıpır yürüdüm , hiç bir aracımı da kaçırmadan tıkır tıkır gittim. Yalnız doğrusunu söylemek gerekirse deniz sanki kaynağan bir kazan gibiydi. . Kuzen Gülden le buluştuk, teyzeme vasıl olduk. Masa hazırdı aynen dediğim gibi . Teyzem börekleri yapmış , çayı demlemiş, masayı tv nin karşısına kurmuş. Eniştem sucukları doğruyordu. Turşu da kavrulmuştu. Bir erik reçeli vardı breh breh. Seneye bana özel yapacak ondan. Sonra kahve faslı . Arkadaşlar inanmazsınız falım da pelikan çıktı. Bakın şimdiye kadar hiç pelikan çıkmamıştı. Hani denizde olur, ağzının altı torba gibi olur diye tarif ede ede heeee dedik pelikan bu. Helal olsun teyzemeeee, pelikanlı falım bile oldu. Bizim sohbet muhabbet iyiydi ama bizim evin telaşe müdürleri rahat verseler, önce kocam aradı - lale çok fırtına var -
-e hani nerde burada öle bişe yok.
- Yalova da vapurlar falan çalışmıyomuş
- Hasbinallah
- demekki buralara sona gelecek
Sonraki telefon telaşe müdürünün yardımcısından , Gamsegamseden
- anne ben vapurdayım, Kadıköye geçiyorum, çok fırtına var
Hay Allah ikiside böyle dediğine göre ben geç kalmayayım
Teyzem girer devreye - yat yat bura da yat.
Sonun da belki bir , bir buçuk saat sonra kalkacaktım ama kalktım. E biraz rüzgar vardı ama uy sanki ilk kez rüzgar, lodos gördük. Gülden le dışarı çıkınca ille de bir kaç yere girip bir şeyler almadan da edemeyiz. Bi de birbirimizi gazlamalar. İki tane termofor aldım. Çocukluğumdan o kadar termoforlu anılarım var ki bi gün yazıcam unutmazsam.Çok şekerler karali kareli kılıfları da var. Ama ben onlara kendi elcağızlarımla da örücem kılıf. Neyse gelirken balık pazarına da uğradım. Bi fırın palamut çekeyim akşama şunlara dedim, madem erken geldim . Ama hamsileri görünce pırıl pırıl hamsi alıp geldim.

Hafta sonu yağışlı bir hava bekliyormuş bizi. Henüz kesinleşmiş hiç bir programım yok. Bakalım ne gele gele.
Son dakika notu:
Şu an da haberler de , İstanbul da oturanların programlarını yeniden gözden geçirmeleri öneriliyor. Demek ki program; film , kitap , çay ,kahve

öyle işte

Canım yazmak istemedi , geldim gittim buralara. Çok kayda değer birşey de yapmadım bu arada. Cancan geldi gitti, yemekler pişti, dışarlara çıkıldı. Bel ağrıdı hem de çok ağrıdı. Bengay kokuldu buram buram . Ama ondan başkası da iyi gelmedi.

Yine üç kitaba aynı anda başlandı. hepinizin okuduğu kitaplardır sanıyorum biraz geç kalındı okumaya. Bir şeyden çok söz edilince okuyamıyorum. Kitaplarım Veda -Ayşe Kulin, Gece Sesleri -Ayşe Kulin ve Latife Hanım-İpek Çalışlar. Neden üç kitap diye yeni okumaya başlayanlar soracaktır. Aç gözlülük diyelim )).


Yarın sabah erkenden çıkacağım evden Teyzeme gideceğim. Kuzenlerle birlikte. Şimdi erkenden kalkar börekleri yapar, turşu kavurur, kendi yaptığı çeşit çeşit reçelleri koyar. Ne kadar erken gidersek gidelim de hep geç kaldınız der. Sonra da ille de gece de kal diye tutturur. Eniştem tüm yeğenlerinin içinde en çok beni sevdiğini söyler Gülden'i çatlatır:)). Sonra kahve içeriz bize fal bakar, hepimizin falında balık ve kuş çıkar. Uzun yol çıkar. Yeni aldığı kıyafetleri giyer giyer bize gösterir. Mutlaka altına giyeceği ayakkabıyı da giyer , koluna da uygun çantayı takar. Çok komik bir anımız var onunla tabi bana komik. Onun Ordu da ki evindeyiz bir yaz. Biz kızlar, kuzenler cümbür cemaat denize indik. Geldik ki üstünde benim elbisem, tutturmuş bu bana çok yakıştı bana ver diye. Kızları zor vazgeçirmişti, anne sana olmaz diyerek.Üstteki resimde beş teyzeden üç tanesi ve yeni bebeği olmuş bir kuzen var. Ordu- Çambaşı yaylasındayız, Dayım arkadaki kasap da et seçiyor. Geri kalanımız arabalarda oflayıp poflamak da, hadi gelin artık diyerek. Kırmızı pantolana dikaktinizi çekerim.Benim çocukluğuma gelen gençkızlıkları hala hatırım da. Ama onların ruhu hala o günlerdeki gibi. Kendileri gibi kocalarda buldular da sorun çıkmadı hiç ))

Ev de durum aynen bildiğiniz gibi, haftaya Gamsegamse'nin ıvizeleri başlıyor artık kağıtlar içinde yüzeriz. Odası dışında her yerde ders çalışır çünkü.

Öyle işte dedik başladık böyle işte deyip bitirelim yazıyı.Fonda İstanbul da Sonbahar çalıyor, Nil Karaibrahimgil söylüyor.

18 Kasım 2008 Salı

DÜNDEN BUGÜNE ve de bir de benden ISSIZ ADAM

İstanbul yağmurlu bir güne uyandı bu sabah gibi şairane bir cümle ile açıyorum yazımı )).Naziş akşamdan - anne yarın çok yağmur yağacakmış , dedi. Bizim evin meteoroloji bildirimlerini kocam yapar. Yarın hava şu kadar derece düşecek sıkı giyinin, yarın yağmur yağacak şemsiye alın. Yarın hava çok sıcak gündüz saati dışarlarda olmayın gibi .... Beş günlük hava raporu alır çünkü sürekli. Halbuki sabah kalkarsın pencereden kafayı uzatırsın, aa yağmur yağıyor der şemsiyeni alırsın, ya da ayyyy çok soğuk yav , kalın kazak giyim dersin. Şemsiye dedim de, Gamsenin şemşiye diyen bir öğretmeni vardı o şemşiye dedikçe bizimki kalkar örtmenim şemsiye dermiş sürekli. Bunu bana anlatan da öğretmeni valla. Biz sürekli okuduğunuz gibi konuşun okuduğunuz gibi konuşun diyerek çocukların beynine işlemişiz. İyiki benim yazdıklarımı okuyarak konuşacakları günler değilmiş )))

Tamam bu girizgahtan sonra gelelim düne. İlmiyeme erken gel demiştim. Hatta iki gün önce arayıp-pazartesi erkenden bende ol dedim sinemaya gitcez dedim de, hangi filme diye bile sormamıştı. Neyse İlmiyem saat 11 gibi ben de oldu. Birlikte çay içip çıktık. İstikamet Kadıköy. Kadıköy de de bir tek Rex de oynuyormuş Issız Adam. Şu İstanbulda sorsalar bana en sevmediğin sinema salonu hangisi diye kesinlikle Rex derim. Keşke Natiliusa a gitseydik dedim ama oranın da trafiğine gıcık olurum. Film tam bir Çağan Irmak filmiydi. Anlatılan hiç lafı dolandırılmadan anlatılmış. Mekanlar çok güzel, ille de çalınan şarkılar ille de çalınan şarkılar. Bir de üstüne filmin geçtiği sokaklar hep bildik yerler olunca , Çukurcuma , Galata , istiklal , tadına doyulmadı. Mesaj ; çok güzel , hiç sorunsuz gibi görünen bir şey de bir gün ansızın bitebilir. Valla doğru demiş. Aynen de öyle oluyor. Ha! bir de her erkek yemek yapmayı bilmeli, hiç olmazssa çok iyi yaptığı ona özel bir yemek olmalı. Yemek yapmak bir erkeğe bu kadar mı yakışır yav. Zaten baş rol oyuncusu Cemal Hünal'ın greçek hayatta da bir restoran sahibi olması ilgi çekici. Rol onu düşünerek yazılmış olabilir. Belki de o yüzden bu kadar yakışmıştı rolüne. Çok ağlayan olmuş film de . Halbuki çok sulu zırtlak bir kadınımdır ama ağlamadım. Karnım biraz acıkmıştı ondan olabilir heheheheh ya da sinema çok soğuktu ondandır. Yakında tasarrufun şeyi çıkmassa iyidir. Benim sıcakla aram hiç iyi değilidir ama yazlık sinemalarda donma hikayelerim de mevcuttur. Burhaniye Ören de, yazlık sinema haline getirilmiş amfitheatre da Ağustos ortasında buz tuttuk sanmıştık .

Sinema çıkışı hemen yemeğe gittik. Yemek yyiyeceğimiz yere giderken ben biraz eski kitapçıları dolaşmak istedim. Çok güzel kitaplar çıkabiliyor bazen oralardan. Ama bir adamı az kala dövecektim. Dua etsin bir aşk filminden çıkmıştım çok naiftim. Adamdan fırsat bulup kitap seçemedim hep önümde hep burnumun dibinde eli çaprazlama bakacağım kitapların üstünde bir de zırt zırt çalan telefonum , ev halkı sıraya geçmişti. Neyse yok bu gün olmayacak bu iş dedim, seçtiğim kitaplarıda bıraktım çıktık.

İlmiyemle bi güzel karnımız doyurduk ve Haldun Taner'in önünde ayrıldık. Bizim evin dolaylarına gelmiştim ki aklıma pazar geldi, hemen daldım alacaklarımı aldım. Neredyse toplanmak üzereydi zaten. Evden içeri girdim bi 10 dk yattım , yorulmuşum. Sonra hadi bi pasta attırayınm akşam çayının yanına dedim. Uyduruk kaydırık hiç ölçüsüz bir şey yaptım ve tadı aynen browni gibi oldu. Tarifini aşağıda vericemm.Sonrası yemek, tv, sohbet muhabbet, biraz okuma tumba yatak.
Bir bakmışım sabah olmuş. Ev halkını evden at. Sonra kendime yeniden taze çay demle. Kafam yerine gelince de evi hala yola koy işte özet bu. Birazdan da yavaş yavaş mesajlarım gelmeye başlar- aneee vapurdayım açımm, - anne servisteyim açımm.


uyduruk browni.
3 Yumurta , bir buçuk bardak şeker, herhangi bir marka bir paket çikolatalı sos, un, yarımbardak vişne reçeli, iki kaşık kakao, kabartma tozu, yarım su bardağı sıvı yağ, bir su bardağı süt.
yumurta ve şekeri çırptım, bir su bardağı light süt( ev de o vardı) ve yarım bardak sıvı yağ ile çırpmaya devam ettim. sonra vişne reçeli, kakao ve çikolatalı sosu döktüm( sos pişirilmeden toz halinde) bunlarla da biraz çırptım en son un ve kabartma tozunu ilave ettim, kalıba döktüm. Çıkarırken biraz yapışmıştı , onu da hindistan cevizi ile kamufle ettim.

17 Kasım 2008 Pazartesi

sabah sabah evden ve çok hüzünlü bir yemek programı

Hiç niyetim de yoktu yazı yazmak. Yarın yazarım demiştim. Çünkü hemen toparlanmam gerek , ev halkını yocu ettim. Birazdan İlmiyem gelecek ,bir Kadıköy günü yapacağız . Kadıköy günü demek sinema demek, alış-veriş demek, her mağazaya girip bol yeme içme bol sohbet demek, Alkım Kitapevi ve Kahve Dünyası demek. .

Sessiz sessiz gişeleri zorlayan, şu anda üçüncü durumda olan bir Çağan Irmak filmi olan Issız Adama gideceğiz. Aynı Babam ve Oğlumdaki gibi hiç promosyonsuz hiç tanıtımsız vizyona girdi. Kulaktan kulağa yayıldı. Ha Atatürkçü Düşünce Derneği, Can Dündar'ı mahkemeye vermiş, Atatürk'e hakaretten dolayı.

Hava soğuk bu gün İstanbul'da .Arka sokaklardan kurulan pazarın sesleri geliyor. Neyseki bizim sokak da yok. Bizim sokağın şöyle bir özelliği var , ekşi sözlükte İstanbul'un en kısa ve üzerinde bakkal olmayan tek sokağı diye geçiyor. Biraz abartı sanırım yani her sokakta bakkal mı var.

Ah' bi de çoktandır yazmak istediğim ve unuttuğum bir şey var. Digitürk yayını izleyenler bilir Türkmax i. O kanalda tüm zamanların en hüzünlü yemek programı yayınlıyor. Baş rolde Ayşe Tüter. Bu hanımın yazdığı yemek kitapları ve gazetede yazdığı yemek köşesi var. Gelin görün ki bir yemek programı yapıyor; bezgin, yılık, surat beş karış asık. Yanındaki yardımcı bayanın sorduğu soruyu bazen duymazdan geliyor, bazen de cevap verirken sanki dövecek sanırsınız. Biz de inatla seyrediyoruz kızlarla. Acaba ne zaman kafasını yaracak yanındakinin diye. Kanala sesleniyorum konuya açıklık getirsin, Ayşe Tüter size bu programı borç karşılığı mı yapıyor yoksa silah zoruyla mı??. Bir insana bu kadar eziyet insanlık dışı. Nerde Avrupa İnsan Hakları kuruluşu, nerede sivil örgütler?? . Ben üstüme düşeni yaptım valla, benden bu kadar))

Şimdi bakın hava soğuk dedik, film hakkında bilgi verdik, bir Can Dündar haberi verdik. Bir program eleştrisi yaptık. E daha ne olsun bu kadar kısa bi yazı da bunların hepsini verebilmek kaç yiğidin harcı he sorarım size. Yiğidi öldürün hakkını yemeyin. A işte bir de atasözü de patlattım ve şimdilik gittim ben hepinize iyi bir hafta olsun, kazançlı olsun, keyifli olsun. Nasıl arzu ediyorsanız öyle olsunnnnn.

15 Kasım 2008 Cumartesi

EVDEN , ANILARDAN falan işte

Sabah pencereden dışarı baktığımda camların bayağı bi buğulu olduğunu gördüm, bu demektir ki hava soğuk bu gün. E, atrık normaldir.

Evdeki hastalık halleri biraz hafifledi. hatta Naziş kendini dün akşam saatleri itibarıyla Bağdat Caddesine vurdu bile. Zeyaaa , rastlarsan ona oralarda selam söyle)) Artık geceleri de Zuz'a gider ancak pazar akşamı döner eve. Pek ağırladım hastalığı süresince en sevdiği keki yaptım , havuçlu kek, sonacığıma çikolatalı muzlu krep yaptım. En sevdiği yemekleri pişirdim. He bu arada benim bademciklerim de iltihaplıydı ama ne gam!!. Gece yatarken yaf bu benim boğazım bi aciiip , sanki bişiler takılıyo, sen şu deprem fenerini al da boğazıma bak bakim dedim, kocama; -sanki kar yağmış boğazına ,dedi. Hemen bi kekik çayı yaptım. Sabah da antibiyotiğe başladım bitti gitti.
.

Biz küçükken boğazımız ağrıdığında ne kadar ilaç bile alıyo olsak. Ne kadar Dikran Amca (mahallemizin doktoruydu) ilaçlar verse , iğneler yapsa da ille de annem taflan yapraklarını boğazımıza sarardı. Bu konudan daha önce söz etmiştim. Yaprakları kauçuk yapraklarına , meyvesi de kirazımsı ama yendiğinde ağızda burukluk bırakır. Yani boğazı şişen çocuk hemen Mualla'lara gider. Ayten Teyze den ağaçlarındaki yapraklardan istenirdi. Dr Dikran Amca ile de ilgili bir şey anlatmam gerek. Dikran Amca , Dr, kızkardeşi eczacıydı. Ordu'da ki bir inanışa göre dişi çıkan çocuk dişini , yüksek mevkili , okumuş birinin evinin damına atarsa O da öyle biri olur. Yani hemen her gün bi kaç diş atılırdı evlerinin damlarına. Annesi pek eğlenirdi bu durumla, şu taraf daha alçak o taraftan atın diye taktik bile verirdi. Bu doğru olsaydı bizim mahallenin tüm çocuklarının dr ya da eczacı olması gerekirdi. Yani bu tez çürüdü :))

Bu çocukluk anılarını yazmam Zuz'un pek hoşuna gitmiş, bunu okudum yenisini yaz dedi, önceki yazımı ekler eklemez.Onun hatırına biraz okulumuzdan söz edeyim. Bizim mahallede iki ilkokul vardı. Biri Cumhuriyet İlkokulu diğeri İsmet Paşa İlkokulu. Biz kuşaklar boyu İsmet Paşa İlkokulu'nda okumuşuz. Teyzelerimin dayılarımın haylazlıkları biz okula başladığımızda bile anlatılırdı. Bu iki ilkokulun çocukları birbirlerine rakipti. Diyelim bizim okulun önünden bir Cumhuriyet İlkokulu öğrencisi geçiyor, hemen duvara birlikte dizilinir , hep bir ağızdan - Cumhuriyet itli, çocukları bitli diye bağırılır. Sizin yolunuz oraya düşerse aynı muamale size yapılır tabi.İsmet Paşa ilkokulu ; 1860 yıllarına burada yaşayan Ermeniler tarafından yapılmış, taştan, çok güzel mimariye sahip bir binadır. İntenette çok resim aradım ama bulamadım. Görmenizi çok isterdim. Daha önce blogcudayken bu okulla ilgili yazdığım bir yazıyı hatırlayanlar belki vardır ama okumak isteyenler için burada. Bu yazıyı yazdığımda kuzen Oyanın yazdığı yorum aynen şuydu. O da aynı okulun öğrencisiydi çünkü.
9/2/2006 - akvaryumlu okul
Yazan oya
bende okulumuzun akvaryum bölümünü sevdim.............
birde kömürlükten geçen tiyatro sahnesini..............
birde karda yokuş aşağı kaymasını.............
glu glu hindileri.Rezzan öğretmenimizi de unutmadım.
yanlız hiçbir müzik aleti ile tanışma fırsatım olmadı ...olsa idi o akardiyonu beraber çalardık.........benden ağır ama olsun...

Boğaz ağrısıyla başladık , ilkokula kadar gittik. Bu konu bitmez. Eğer buradaya üşenmeyip de tıklarsanız bu okulun eşi bulunmaz bir okul olduğunu anlarsınız.

Şimdi sıra geldi bizim evde ne piştiye. Dün karalahana çorbası pişti. Ben bunu pişirmeyi babamdam öğrendim. Yanlış okumadınız aynen öyle. Hep annem pişirdi biz yedik. Biraz da karışık çok malzemeli falan olunca hiç yanaşmadım. Annemden sonra da hiç cesater edip yapmadım. Nerde rastladıysak orada yedik. Bir gün eve geldim ki babam pişirmiş. Nasıl yaptığını da anlattı , ondan sonra ben pişirdim.
Malzemesi oldukça kabarık.

Bir bağ kara lahana. Birer avuç kadar mısır ve haşlanmış kuru fasulye. Bir adet havuç ve patates. Yarım su bardağı mısır unu. Bir parça kemikli et veya biraz kıyma. Lahanayı incecik doğrayın ve iyice yıkayın. Küçük küçük ve küp küp doğradığınız, (aynı garnitürlük gibi) patatesi havucu ve eğer et ile pişirecekseniz eti, mısırı ve fasulyeyi koyun birlikte pişlsinler. Sebzeler iyice yumşayınca mısır ununu sulandırıp ilave edin, birlikte bi 10 dk daha kaynasınlar. Sonra kendi zevkinize göre seçeceğiniz yapa bira salça ve kırmızı biber atıp iyice kızdırıp çorbaya dökün. Altını kapatın. Eğer kıyma ile pişecekse kıyma sos aşamasında girecek devreye.

Krep çeşitlemeleri yaptım bir de bu hafta. Tatlı olarak yemek isteyenler için arasına fındıklı çikolatalı sarelle sürdüm muz dilimleri koyup rulo yaptım. Yok tuzlu isterim diyenler içinse domatesli, biberli kıymalı bir karışım yapıp arasına onu koyup rulo yaptım. Naziş çikolatalı ve muzlu için; canımız ne zaman tatlı istese bundan yap anne dedi.

Bir de aldım denedimler var. Doğadan'ın çıkardığı ballı yeşil çayı hiç beğenmedim. Kokusu çok rahatsız etti. Yol gösterici olacaksa hiç birimiz sevmedik.Komilinin çıkardığı Manolya &inci tozlu bakım sabununu çok sevdim, Gamsegamse de Palmolive nin çıkardığı cahsmere serisini çok sevdi. Avonun beyaz zambak kokulu banyo köpüğü ise harika. Annem kolonya sevmediği için bir tek Pe Re Ja nın beyaz zambak kolonyasını alırdı ve okula giderken bire damla yakalarımıza sürerdi. Kolonya şişesi de kocaman bir kristal şişeydi. Hep çıkış kapısının yanında dururdu. Sonra ben kırdım onu. Milyonlarca parçaya ayrıldı. Toplansa 10 şişe falan çıkar bu parçalardan, ne kadar çok dedim. Annem tam kızacakken güldü.
Bir de Dr Otker in gurme puding serisinden elmalı ve üzümlü pudingi denedim hatta pasta kreması olarak kullandım , beğendik. Korkmayın reklam ücreti almıyorum))
Bi de hoşuma giden söz nerden duydum bilmiyorum , galiba bi yerde okudum. Çok param olunca kendime yalnızlık satın alıcam diyordu biri. Dermiyim acaba bir gün böyle bişe. Şimdi her odadan biri çıkarken. Koridorda bile birilerine rastlarken . İnsana bu kadar alışıkken. Ama sabah saatlerim var yalnız olduğum. Yataktan kalkmadan bir şeyler izleyip , okuduğum , yeşil çayımı içtiğim. Bakın o saatleri de babam gelse vermem valla )))

Bu gün cumartesi tüm program tekliflerini reddettim. Evdeyiz Gamsegamse ile. O yarın çıkacakmış dışarıya . Naziş dünden kırdı kirişi zaten. HADİ BAKALIM İYİ BİR HAFTA SONU OLSUN, KEYİFLER GICIR OLSUN...

12 Kasım 2008 Çarşamba

içten içten mırıl mırıl

Keyifli başlamadı sabahımız. Uyandığımda çok erken bir saatti ve kendimi hiç iyi hissetmedim. Naziş zaten dünden sevk alıp gelmişti okuldan. Şimdi doktora gitti. O da kendini iyi hissetmiyor, çocuklardan her gün taze taze alıyor mikroplarını )). ne kadar kendini korusa da bir yere kadar tabi.

Olan Kocama oldu ,heheheh, bu gün evde izin yapıyor. hastabakıcılık yapacak. Yapacak da ooo hala uyuyor. Biz acıktık bile. Öyle karşıdan bakılmıyor hastaya dimi. Çaylar çorbalar sıcak sıcak taze taze olacak. İlaçlar tam saatinde olacak ve tv kumandası her daim hastanın elinde olcak. gak dedi mi guk dedi mi çorba filan koşturulacak. Gazeteleri önce o okuyacak.Gamse de okuldan gelir bir kaç saat sonra , bu gün dersleri erken bitiyor. O da kesin çok yorgun gelir:)) hizmet bekler, zili çalar çok yorgunum çok açım der. Dün akşam aynen böyle dedi. hadi hemen otur çocuğum yemek hazır, kimseyi bekleme dedim. Mönü hayallerimi yıktı dedi ama tabağında da hiç bişe bırakmamıştı. Süper bir ezo gelin ve ondan da süper kırmızı ve yeşil biberleri soteleyip pişirdiğim bulgur pilavı , taze fasulye ve ayva kompostosu vardı. Final de de meyveli irmikli tatlı. Yemekler güzelmiş de , beklediği bu değilmişşş.

Biz üç kardeş aynı ilkokula giderdik. Aynı saatte gidip aynı saatte de gelirdik. Okul sabahtan akşama kadar olduğu için , öğlede eve gelir , yemeğimi yer tekrar okula giderdik.Zuz a mutlaka patetes kızartılacaktı . Okuldan çıkar çıkmaz başlardı oooh mis gibi pataes kızarması kokuyor demeye. Okul zaten mahalle de. Okul yokuşun başında biz yokuşun dibinde , kar yağınca ters çevir çantayı, otur üstüne iki dakika da ışınlan eve)). Annem çok faal bir kadındı. genel de evde olmazdı. Benim fanilamın askısında evin anahtarı bağlı olurdu. Kapıyı açar içeri girerdik. Bunu çok kez anlattım zati. İki büyük bakır tenceremiz vardı. Birinin içi kurabiye dolu. Üstünde mutlaka bir fındık olan. Diğerinde ise kıymalı poğaça. Hemen üstümüzü değiştirir, onlardan yer. Kanepenin altındaki meyve sepetinden de portakal mandalina elma ne istersek elimize alır, sokağa fırlardık. Tabi anneanne en üstkattaki evinin camından sürekli bizi takip eder. Ağaçlara çıkardım dalın sallanmasından bile benim olduğumu anlar -Laleeee , Çabuk in ordan diye bağırırdı.

Anneannem mahallenin patronuydu. Biz hariç herkesin ödü patlardı ondan. Büyük küçük hem de. Mahalle de sertliğinden ve sinirliliğinden dolayı Deli Memet dedğimiz biri vardı. Adam deli meli değil , vergi dairesinde müdürdü hatta. O bile korkardı anneannemden. Tamam Döndü Teyze derdi ne dese.Sokaktaki bu tantana , ta ki annem ve gelip, yemek masasını hazırlayıp babam da geldikten sonra bizi çağırana kadar sürerdi. . O zamanlar bu yarış atı gibi sınavlara hazırlanmak falan da yok. yemekten sonra ders çalış. hehehehehe tv de yok zaten .Radyo tiyatrosu ya da istek programları var BBC nin türkçe yayınları var. TVnin evlere girişi benim ortaokul yıllarıma denk gelir.
Bir de bir okul anım geldi aklıma, annemle de ilgili aynı zamanda. Annem ev içinde de dışında da her ortam da çok şık bir kadındı. Bir gün okula gittim , ev de bir şeyimi unutmuşum, arkadaşımla hemen tenefüzs arası eve koştum. Daha sabahın ilk saatleri, annem sabahlıkla ve makyajını yapmış bir şekilde açtı kapıyı. Arkadaşım -aaa annen balodan yeni gelmiş dedi. Biz masal çocuklarıydık. Balolar , külkedileri , pamuk prensesler , en kötüler masallardaki cadılar veya hain kurttu. Şimdi üzülüyorum çocuklara valla

Eskiyi hatırlamak iyi geldi, kocanında kalkacağı yok, Naziş de şimdi dr dan gelir. Ben iyisimi usuldan usuldan çayı koymakla başlayayaım işe...

ANNE KURABİYESİ
Bir paket eritilmiş margarin ya da aynı ölçüde tereyağ. Bir buçuk su bardağı şeker, bir kase yoğurt. Üç yumurta , portakal kabuğu rendesi,vanilya, bir çay kaşığı karbonat ve alabildiğince un.

Bir yumurtanın beyazını ayırın, kalan malzeme ile , kulak memesi kıvamında hamur yapın. Bu hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparın , elinizle yuvarlayın.Yumurta akına batıra batıra tepsiye dizin. Üstlerine hafif bastırın birer de fındık kondurun üstüne. Pembeleşinceye kadar pişirin hatta biraz beyaz kalsın. O yüzden de biraz düşük ısıda pişirin ki hem beyaz kalsın hem de içi pişsin. Hadi afiyetler olsunnn

10 Kasım 2008 Pazartesi

Haftanın başındannnn

Evvet yeni bir haftaya daha başlamış bulunuyoruz. hayırlı uğurlu olsunnn. Tabi haftaya başladık ama bu güne gelene kadar biz ne yaptık ne ettik dimi. Bi onu anlatalım. Salı günü çıktığım Beyoğlu seferinden sağ salim döndükten sonra heheheh bu arada az kala motordan ayağım kayıp düşecekken kendimi zor kurtardığımı , arkadan gelen adamın karısına , -valla iyi kurtardı, deyişini size anlatmayı uunutmuşum. Ama ev de anlatınca kıyametler koptu . Kocam bu - Beyoğlu seferlerinin bir gün başımıza bir iş çıkaracağını beyan etti. Biraz da bu yakada gezssem nolurmuş sanki bak bak. Neyse geçti gitti ve ben çarşamba günü zati yine o taraftayım heheheheheh.

Salı günü öle geçince ben du çarşamba ev de takılayım biraz, kültürel faaliyetler falan yapayım dedim ama o sırada kapı çaldı. Anköserden - kim o dedim, balkona çık diye bir ses)))). Görümcem- hadi gel biz pazardan geliyos, çay içcez bizde okey mokey oynarız sonra dedi. Yarım saate kadar gelirim dedim. Gittim . Pazardan aldıklarını gösterdiler - ay bu negüzel şu ne güzel deyince ben- tüm beğendiklerimi bana hediye ettiler. Size diyorum ben görümcelerle aynı mahallede oturmak süper bişiiii. Biz çayımızı falan içip tam okeye oturduk ki, Gamsegamse aradı, halandayım deyince heyyo deyip çaya geldi. Çaydan sonra da Zuz'a gitti yarın sabah onlarla birlikte gelirim diye. Çünkü ertesi günü yani perşembe günü Cancan günü. Perşembe günleri, Gamse'ninde boş günü olduğu için, Zuz ve Berfu toplantıları o güne ayarlıyorlar. Gece Zuz aradı - ablaaaa biz yarın dokuzda bırakıcaz Can'ı , çünkü müşteri erken gelecek, bu demek oluyorki - ablaaaa kahvaltıda yapalım gelince. Sabah kalktım onlara birer kaşarlı tost hazırladım, çay yaptım. Çünkü uzun bir kahvaltıya vakit yoktu. Oh oh geldiler ki, akşamdan oraya giden Gamsegamse, Cancan, Zuz , Berfu ve Meltem. Tabi bu ekip akşam Can'ı alırken aynı seromoni ile geri geldi )).

Cuma günü tüm gün evde biraz okudum biraz film izledim ve kocamın önerisiyle dinlendim . Cumartesi günü biz daha uyurken tel çaldı, İlmiyem hadi bana gel dedi. Kızlar biz de geliriz dediler , programları akşamaymış çünkü. Haydiiii kalktık gittik. Bu yeni evi iyi güzelde İlmiyem pek uzaaa gitti , ama sanıyorum bir seneye kadar falan buradaki evine geri döner. Onlara da uzak geliyormuş çünkü. Gittik masamız hazırdı. Hatta Naziş resmini çekti ama bulamadım.

Pazar günü benim zavallı kocam çalışmak zorunda kaldı. Sabah dedim ki O' na-gel sen kahvaltıyı boş ver , ataların gibi sıcak sıcak besleyici bir çorba iç. İtiraz etmeyince tavuk suyu limonlu karabiberli bir çorba ikram ettim ona ve gitti. Hemen yatağa geri koştum, ama uyku tutmadı. Akşamdan okuyamadığım gazeteleri başucuma getiriyorum yatarken, onları okudum bi fincen çay içtim derken ben uyumuşum tekrar. Kalkınca kızlarıma güzzel bir kaşarlı patetesli mücverimden yaptım. Akşama doğru Naziş arkadaşıyla çıkıyordu, ona maçı hatırlattım o yüzden Capitole gittiler. Yani görüyosunuz dimi , İstanbul'da yaşarken önceden hava durumunu bilicen mazallah ya sis bastırdı , vapurlar çalışmadı, maç olunca özellikle derby maçları Kadıköy , Mecidiyeköy ve Beşiktaş da program yapmayacan. Sonra özel günleri bilicen o günlerde nerelerde miting olur nerelerde tören olur , yaaa boru değil bu iş.

Biz de Gamsegamse ile akşama doğru karnımız acıkınca Bağlarbaşına açılan Şampiyonu ıslatmaya gittik. Ne var ne yok herşeyden yedik. Kokoreç, midte tava, midye dolma. Ne kadar muzurat varsa yendi anlayacağınız. Ataletim daha iyi bilir bu marmarada çıkan midyelerden ne kadar uzak durulması gerektiğini ama herzaman deği yav arada kaçamak niyetine.

Dün akşam tam kitaplarımı almış, kocam spor programını izlerken ben de biraz okuyayım dedim. Onu sorularımla fıtık ediyorum bazen ama dünkü maçtan sonra spor programı izlemek istemedim doğrusu. Tam kitaplarımı alıp köşeme kurulacakken kızlar- anne gel bizle film izle, Oscar aldı 1988 yılın da , bu film animasyon dalında dediler. Hem de Nazlının örtmenlik yaptığı okul dolayısyla çocuklara anlatıyor böyle şeyleride arada. Filmin adı Mısır Prensi Hz Musanın kavmiyle Mısırdan çıkışını anlatıyor.
Mısır'ın Firavunlar döneminde Nil nehrinde bir sepetin içinde bulunan çocuk saraya getirilir ve Firavun ailesinin bir ferdi olarak yetiştirilir. Moses (Musa) ailesinin kölelere eziyet ve işkence yapmasına karşıdır ve birgün bir köleye işkence yapan Firavun askerini öldürür ve kaçar . Kaçarken Yahudi halkıyla karşılaşır ve kendisi hakkında gerçekleri öğrenir. Ardından Tanrı'nın sesi onu kavmini kurtaran elçi olarak seçtiğini söyler ve Moses 'ın hayatı tamamen değişir. Bu arada kardeşi Aaron'u (Harun) ve Miriam'ı bulur... Firavun'a halkını bırakması için Tanrının mesajlarını iletir. Ne var ki Firavun her defasında Moses'i reddeder..

Bir de bu gün izledim bir filmden söz etmek istiyorum. Adı tam da günün bu saatine yakışıyor ve bana da yemek sırasında eşilk etti zaten. Arada böyle eski filmleri izlemekten büyük keyif alıyorum. Bu filmin adı da'' Öğleden sonra aşk''. Çevrildiğinde ben bile doğmamışım anlayın eskiliğini. 1957 yılına ait. Ama o kadar naif bir film ki. İzlerken keyf alıyorsunuz. Sürekli peşinde keman grubuyla gezen bi r adam, çok güzel bir genç kız, elinde sürekli bir çello var. Kanoyla gölde yapılan gezintiler , o manzaralar. İyi geldi yemeğimi yerken.

film biraz aşıklara yönelik bir film.romantşk komedi cinsinden bir aşk filmidir.ayrıca aşkımın oynamasıda filme ayrı bir heyecan katmış.AUDREY HEPBURN bir konservatuar öğrencisini canlandırıyor,babası da gizli bir dedektif rolünde oynuyor.babasının yanında çalışan adamın biri gizli bir plan yapmaktadırlar,ikilinin asıl amaçları gary cooper(frank flannagan'ı) öldürmektedir ve AUDREY HEPBRUN bunları kapı arkasından gizlice dinlemektedir,bu arada HEPBURN başarılı bir konservatuar öğrencisidir,çalıdğı enstrümanlardan bellidir,konservatuardaki arkadaşından aldığı 2 jetondan ard arda önce gary cooper'in bulunduğu oteli arar da santral onun meşgul olduğunu söyler ve bu seferde polisi aramaya yönelir,polisi de bu durumu inandıramaz,yapacağı işse otele girip gary cooper'i bulmaktır,bu sebeple otele gider de gitmesine babasının arkadaşı odanın önünde pusuda beklemektedir,AUDREY HEPBURN'da başka bir odadan girip bu sefer resmen ateşle oynar şekilde gary cooper'in odasına balkon kısmından girer ve film başlarrrrr.

6 Kasım 2008 Perşembe

Beyoğluna giderkene ve gelirkene, Cancan , fatimanın Eli

Uyyy başlığa bakın hizaya gelin. Özellikle böyle bir başlık attım ki siz gardınızı hemen alın)).Pazar gününden bu yana yazmadığıma göre hadi pazartesinden başlayalım.

Uyandım sabah ile gözyaşım sile sile, pardon bu bi türküydü. Ben gayet formda bir biçimde uyandım. İstanbul son günlerde şahane bir pastırma yazı yaşıyor. Bu gün hava serinledi gerçi. Biz şu an pazartesiye gönderme yapmaktayız. Neyse, birer tost birer yeşil çay verip evdekileri postaladım. Kahvaltıya gidiyorum ama güççücük bir tost ve bir fincan yeşil çay da ben lüpledim. Evden çıktım. Üsküdar'a yürüyerek indim ve Kabataş motorunu kıl payı kaçırdım. Sonra finüküleri de kaçırdım zaten. Metronun içi k9 köpekleri ve polislerle doluydu. Bu güven verdiği ölçüde tedirginde edici aynı zamanda.
Ben böyle herşeyi kaçıra kaçıra gidince tabi vakit öğle saatlerine sarktı neredeyse. Kuzenler açlıktan ölmüşlerdi. Benim beynim yediğim o güpgüçcük tostu kahvaltı olarak algıladığı için, gözüm restoranların öğle mönülerine kaydı hep. Beyoğlu restoranlarının özelliği , çok çeşitli insan yelpazesine hitap ettiği içim mönüleri çok geniştir. Vitrinlerde her türlü zeytinyağlı , hele o şapkalı şapkalı enginarlar, beğendili patlıcanlar , Macar köfteleri insanın iştahını kabartır. hele bir ıspanaklı yumurta tepsisi vardı ki aklım kaldı. Ama dışarda asla ve kat'a ıspanak yemem. 10 kez yıkamalı, sirkeli sularda bekletmeli, kaynar sudan geçirip öldürmeli.İncecik doğrayıp kıyma ve soğanla kavurmalıyım. Sonra bir tepsiye döküp kişi başı birer yumurta kırıp , (ama yumurta dağılmayacak , göz göz duracak) pişirmeliyim. yumurtalar yarı pişince kızdırılmış tereyağı cos cos yumurtaların üstüne kaşıkla gezdirmeliyim. Yaa çaktırmadan alın size bir yemek tarifi.
Börekli çörekli , yağlı ballı bi kahvaltının ardından hadi kahve hadi fal derken baktım akşam olmuş. Bu gün erken kaçıyorum pazar alışverişi yapıcam deyip kalktım. Aynı güzegahı izleyip Kabataşa geldim ki motorda oturacak yer yok. Aman beş dakika zaten dedim yaslandım çay servisi yapılan bankoya geldim. yanımda da bi sürü genç kız kakarakikiri geldik. Tam inerken Gamsegamse aradı, O da Eminönü vapurundan iniyormuş. İskelede buluştuk. Beni uzaktan görmüş bağırıyor- anneeeeee ne güzel olmuşsun kıs. Asıl sen sabah motordaki kırmızı çizmeli hatunu görseydin dedim. Elbisesinde de minik kırmızı çiçekler vardı üstünde de mevsimlik pardesü, yetmezmiş gibi, bi de geldi yanıma oturdu haspa.
Pazar alışverişimizi yapa yapa ana kız eve geldik.
Gel gelelim salı gününe. Sabah daha kargalar bile kahvaltı etmeden cancan çıka geldi. Zuz teyzesi şirkete , annesi Adapazarına bir müşterinin evine bakmaya gitti. Ben de hemen İlmiyemi aradım, yetiş dedim. hemen geldi İlmiyem benim, Cancan kucağımızda gezdi durdu, bize gülücüklerattı. Uyuduğu zamanlarda da çayımızı içtik sohbetler ettik. Akşam olunca Can gitmedi dimii diyen eve daldı.

Bu gördüğünüz figürün adı Fatimanın Eli. Özellikte Fas da nazar boncuğu olarak kullanılıyor. Müslüman kültüründe sünnilerde Hz Muhammedin Kızı Fatmaya atfedilmiş ve beş parmak , islamın beş şartını sembolize ediyor. Musevi kültüründe ise Hz Musanın kızkardeşi Miriamın eli olarak geçiyor ve Tevratın beş kitabını temsil ediyor.Ortadaki göz nazara karşı. ( iki dinden de once de var oldugu yapilan kazilardan anlasilmis) .Bu gördüğünüz bizim kapımızda asılı olan. Zaten bizim kapıyı bi görseniz , kapıdan çok dilek ağacı gibi, her yerinden bir şeyler sallanır. Zuz'un Pragdan getirdiği, süpürge üzerinde cadı. KapI her açılıp kapandığında pis pis kahkahalar atar. Sonra nazar boncuklu annemin hediyesi süpürge. Atatürk takvimi. Dua ve de bu Fatimanın Eli. Nette gördüm ki mücevher olarak tasarlanmışından tutunda en basit anahtarlığa kadar uygulamışlar. İki ortak kültürü de sembolize ettiği için, Ortadoğu Barış Görüşmelerinde de sembol olarak kullanılmış.
Bu bilgiyi de verdikten sonra bu yazıyı burada noktalayalım. Hadi bakalım hoş kalın hoşca kalın

NOT: Bizim Fatimanın Eli figürümüz tamamiyle Nazişin el ürünüdür.

2 Kasım 2008 Pazar

Pazar yazısı ammmaaaaa

Eğer bu yazıyı şimdi ekleyemezsem buna ancak çarşamba günü fırsatım olacaktı o da belki. Şimdi hazır kocam spora dalmışken, Yaşadığı Beşiktaş hezimetini anlatıyordu habire kaçtım geldim. Gamsegamse ödev yapıyor. Naziş henüz hafta sonu kaçamağından dönmedi. O biliyosunuz cuma akşamından firar eder. Geceleri Zuz da konuşlanır .Elime kahvemi ve ayıptır sölemesi bu gün yaptığım elmalı pastamı da alıp klavye başına çöktüm.


Yorucu bir bir kaç gün geçirdim. Ha bu arada babam geldi perşembe sabahı , sabah beş de heheheh. Denizi olmayan yerden geldi. En önemlisi sevdiğimiz her şeyle)). Oraya özgü kebaplar pideler ohhhh enfesti valla. Baktım Naziş akşam servisten arıyor,anneee pideleri ısıt. Zuz vapurdan arar ablaaa şimdi Kabataş vapurundan indim kebap hazır mı??. Gamze zaten okula giderken tırıklamaya başladı. Biz böyle olunca babam bir keyif alıyor sormayın gitsin. Bizim kebap daha önce de anlatmıştım yapılışı ocağı yenmesi ile tüm bildiğiniz kebaplardan farklıdır. Üstüne de başka kuş tanımam. Bu Ordu^da çokça söylenen gargadan başka guş tanımam sözünün uyarlanmasıdır. Bidiğimden şaşmam demektir))




Bunun dışında , o kadar hareketli bir haftaydıki başka ne yaptığımı hatırlamıyorum. Pazar gününe yatakta bir yeşil çay ve yaşamdan dakikaları izleyerek başladım. Sunay Akın'ın, benim hemen hemen en az haftada bir kez önünden geçtiğim Taksimdeki; Cumhuriyet Anıtı hakkında anlatıkları nasıl da bakar kör gezdiğimizi anlattı bana. Hemen üstünüze alınmayın canım, ben kendi adıma şaştım kaldım. O heykelin önünde yüzlerce kez belki arkadaşlarımla buluştum. Gösterilere katıldım , çelenkler koyduk ama bi habermişiz meğer her şeyden .Üç olay anlattı birini biliyorum Atatürkün emriyle, Kurtuluş Savaşında yardımlarından ötürü Rusyaya jest amacıyla iki Rus Generalinde heykel de yer verilmesini.


Bilmediğim yönü ve çoğu kimseninde sanırım bilmediği yön, heykelin üstündeki iki kadın portresinin kimliği. Google de yaptığım araştırmada da bundan sadece türk kadınını temsil eden portre olarak bahsedilmiş. hikaye şu heykelin yapımı İtalyan heykeltraş Pietro Canonica ya verilir. Caronica Roma’daki atölyesinde anıt üzerine çalışmaya başlar. O sırada Sanai Nefise mektebinde yani bugünkü adıyla Mimar Sinan Üniversitesi’nde bir yarışma düzenlenir.

Yarışmanın amacı şudur; birinci gelen öğrenci bütün masrafları devlet tarafından karşılanarak Roma’ya gönderilecek, anıtın yapımında çalışacak. Yarışma sonlanıyor ve Sabiha Ziya adlı bir kız öğrenci birinci oluyor.

Gidecek ama gönderilmiyor. Bir müddet bekletiliyor. Bu sırada Mustafa Kemal’den talimat geliyor: “Hemen birinci gelen öğrenciyi gönderin. Biz bu Cumhuriyet Devrimleri’ni kimin için yaptık
. İşte o heykelde ki kadın yüzü Sabiha Ziya'ya ait. Bir tarafta peçeli yüzü bile görünmez haliyle, diğer tarafta modern Türk Kadının temsil eden aydınlik yüzüyle.




İkinci bilmediği yönü ise , Canonica heykeli yaparken bizim yer bilimciler itiraz ediyorlar, bu taş bizim koşullara uygun değil, yıllar bu heykeli ertir diyorlar. Ama Canonica benden iyisinmi bileceksiniz diyor ve heyet toplanıyor. Heyer heykeltraşa hak veriyor. Ve sonun da heykel çatlamaya başlayınca heykeli yine bizim bilimdamları kurtarıyor. Heykelin üstündeki çatlaklar da bu yüzdenmiş. Yani Cumhuriyet heykeli deyip önünden geçerken, önünde resimler çektiriken , sevgilinzi beklerken , oturup dinlenirken daha bi dikkatli bakın bu anıta, mesela iki yandaki koca kurnaların burda ne işi var diye sorun. Çünkü heykel bir havuzun içinde yer alacak bu kurnalardan taşan su havuzu dolduracakmış , böyle düşünülmesinin nedeni de Taksimin su dağıtım yeri olmasından dolayı düşünülen bir konseptmiş. Ama bizimkiler bu havuz işini iptal edince o kurnalar orda kel alaka gibi durmak ta. Benim o kurnaların farkına bile varmadığımı sölesem acaba çok mu garip karşılarsınız. Daha anlatacak o kadar şey varki , yaptığım araştırma sonucu gördüğüm , heykelin halktan toplanan paralarla yapıldığı gibi mesela. Neyse dahasını merak edenler bizzat inceleyecekler artık. Yarın ki planım şu, sabah erkenden kalkılacak. Bir fincan kahve ya da çay içilp yürüyerek Üsküdara inilecek. Çünkü yol üstünde uğramam gereken bi yer var. Oradan Kabataş motoruna atlanacak , sonra finüküler ve Taksim . Beyoğlunda kuzenlerle kahvaltı. Sonra Çukurcuma, ve Cihangir cenahları . Salı günü İlmiyem gelecek bi de Can Bey hazretleri teşrif edecek. Annesi Adapazarına gidecek çünkü. Artık bu yazı burada bitiyor biraz ev halkına şefkat göstermem gerekiyor çünkü...
not. Cumhuriyet Anıtı ve Tokat Kebabı aybı etikette yanyana geldiler ya daha bişeycikler demem kendime :)))))