Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Mayıs 2009 Cuma

ay bi yazı ki, dolu dolu, hatta taşıyo:)))

Dünden başlayayım, dün evcek evdeydik . Ama hafta içi sabahın köründe pörtleyen bir aile olduğumuzdan , erkenden pörtledik. Herkes önce odasında takıldı ama heyhat erken kahvaltı etmeye alışkın mideler guruldumaya başladı. Sonra aklıma geldi aaa bizde misafir vardı heheheheh. Gamse^nin arkadaşı Neşe, namı diğer Neşka. Ama O, meğer erkenden gitmiş, kursu varmış.

Neyse ben kalktım, mutfak tezgahında duran helvadan bi tane lüpledim sabah sabah zihnim açılsın diye. Akşam Gamse Anne Neşe ile geliyoruz deyince yemeğin yanına hadi bi de helva attırayım dedim. Üstünüze afiyet un helvam meşhurdur. Tariflidir , şaşmaz tutar. tarif , yazının sonunda:)))

Kahvaltı faslından sonra biz karı-koca tıkır tıkır yürüyere yürüye Üsküdar'a indik. Alış veriş yaptık biraz, hava efil efildi.

Eve gelince çamaşır yıkama, asma , katlama , kaldırma , ve dolma sarma günü ilan ettim.Çünkü kocam dönüşte firar etti. Bizim bir özelliğimiz de ben dahil. Evden birlikte çıktığın biriyle , eve birlikte dönme olasılığın % 20 falandır. Bu gün yazı da tarif dolu çünküüü nohut dolması yaptım. Anah demeyin, nohut dolması da olur mu??? hiç demeyin ve üşenmeyin deneyin. Onunda tarifi yazının sonunda. Dolma sarma işlemi sırasında bi tencerede etli taze fasulye pişti. Sonracığıma , okuldan aç gelen Gamse'nin canı ton balıklı makarna istedi, ara verildi o da yapıldı. Sonra sonra nohut dolması yapılıp pişmeye konulunca bi de bakıldı ki , bi sürü yaprak artmış. Hemen etli dolma içi hazırlandı , sarıldı bir taşım kaynatılıp , soğutulup dondurucıuya karagün dostu olarak atıldı. Bunların hepsi yapıldı Aşkı Memnu başladı , dondurma yiyerek seyredildi, sonra üstüne dolma yendi heheheheheheh.

Şimdiii gelellim bu hummalı yemek faliyeti neden yapıldı, şundan yapıldı, Hafta sonu yüklü bir program var , iki gün evde yokum hatta gece de yokum. Yarın , Oya ( kuzen), benim kızlar ve Zuz diğer bir kuzen tayfası ile buluşucaz. Teyzeme çıkartma yapacağız. Sonra Naziş , Zuz ve Oya ile dönecek. Gamse ile ben yedi bela dokuz katil lakaplı Gülden'de kalacağız, Fato da katılacak bize, gece de Beyoğluna akmaca var.

Pazar günü Gamse Darüşşafaka'da yapılacak sınava gözetmen olarak katılacak. Akşam dönüşte Taksim^de buluşacağız, Beşiktaş Alkım'da turlayacağız . Yani program bu. Bu gün de evde değildim bir arkadaşıma gittim, geldim. Nazlı biraz mırın kırın etti, çünkü O Şavuot Bayramı nedeniyle tatildi. O yüzden çok kalmadan eve geldim.

ŞİMDİ SIRA TARİFLERDE

Un Helvası.
yedi çay bardağı un, bir paket tereyağ(250gr) ya da margarin, üç çay bardağı şeker, üç çay bardağı süt, fındık fıstık ceviz ne arzu ederseniz

Yağı eritin , unları yağda iyice un kokusu gelip pembeleşene kadar kavurun, belkide sararana kadar demeliyim bilemedim. Zaten o kendini belli ediyor kavrulma işlemi birden kolaylaşıyor, kremamsı bir kıvama geliyor. Önce toz şekeri hiç eritmeden boca edin üstüne hemen soğuk sütüde, bir güzel karıştıra karıştıra yedirin, fındık fıstık ilave edin, altını kapatın. Beş on dakika bırakın demlensin. Sonra kaşıkla şekil vere vere servis tabağına alın. Afiyetle yiyin bu kıyağımıda unutmayın. Bu tarif hiç şaşmaz. Helva delisi bir koca için tarafımdan deneye yanıla geliştirilmiştir. Adam herkesin yakasına yapışıyodu helva yapın diye ayol.

Nohut Dolması

Bunda ölçü veremek zor , her şey göz kararı. Ama 250-300 gr kadar nohutu akşamdan ıslatın.

Şimdii zırnanın zırt dediği yere geliyoruz , iki su bardağı kadar aşlık diyeceğim o da ne diyeceksiniz. Çekilmiş buğdaydır bunun türkçesi yada dövülmüş. Ama görümcelerim aşlık olmadığı zaman bulgur koyduklarını söylüyorlar. İki su bardağı kadar da ondan diyelim. Bol soğan doğrayın, ince ince. İki çorba kaşığı kadar kuru reyhan. Karabiber kırmızı biber ve tuzla ve de iki çorba kaşığı salça ile harmanlayın. Et dolmasından daha iri iri sarın. Bir dolmanın içinde üç nohut falan olsun. Bunu tencereye dizerken aralarına kemikli etler koyun. Ben kuşbaşı koydum. Bizim evin kemik alerjisi var da :)). Tenceye dizme işi bitince üstünden sıvı yağ gezdirin yağın biraz fazla olması gerekiyor, çünkü iç malzeme hiç yağsız. Tamammmm tencerenin yerleşmesi bitti dimi. Ama bizim iş bitmedi. Şimdi bolca soğan doğrayın yine piyazlık gibi. Bunu bir kaşık tereyağda iyice sarartın, pembeleştirin her ne yapıyosanız, içine 10 diş kadar sarımsak da atın.Bir kaşık da salça koyun karıştırın. Tenceredeki dolmaların üzerine yayın bu karışımı. Sıcak su ialave edin pişirin. Tarif uzun görünebilir ama ben bu işi bilemediniz 45 dk da bitirdim. Nohutum İspanyol cinsiydi ve çok kolay piştiyi de dip not olarak ekledim. Niksar da pişirken üstüne pastırma dilimleri de koyuyorlar. Aman ne lezzetli oluyor. Ama biz de kokulu hiç bir şeyi kızlar ağza koymadığından, koymuyorum.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Sabah programlarını izlememe geleneğini bozup, bir kaç gündür Müge Anlının programına takıldım. Hay takılmaz olaydım. Yengesi tarafından öldürülüp sandıkta gizlenen üç buçuk yaşındaki çocuk. Ve yedi yaşına kadar hiç resmi olmayan, çöpten ekmek yiyen, pantolonu bile olmadığı için pijamayla dolaşan , annesi ve sevgilisi tarafından öldürülen çocuk.

O çocuk çöpten ekmek yerken, annesi bir adamla 10 lira karşılığında birlikte oldu. O çocuk buğday başakları arasında kurda kuşa yem olurken annesi gülüyordu. Yalanı hiç sevmeyen adam yalan söylüyordu. O çocuğun yedi yaşına kadar hiç resmi olmamış. Annesi ve babası tarif edip bir robot resmini bile çizdiremedi.

Hani bizim için en kutsal şey çocuklarımızdı. Her gün annesi babası ya da başka bir yakını tarafından öldürülen çocuk haberi duyuyoruz.

Bu günlerde içim öyle acıdı ki, boğazımda hep bir yumruk var.Çocuğum olsun diye dr kapılarında bekleyenler, denemedik yol bırakmayanlar, bu uğurda servet harcayanlar, diğer yanda da başlarından çocuk yağan bu caniler. Terslik nerede çözemiyorum.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Havalar ısındı ya, blogada rehavet iyice çöktü. Eylüle kadar devam eder bu durum.
Önceki senelerde ben çoktan yaz rotamı belirlemiş olurudum. Ama şimdi rotasısız. Dümeni kırık yelkenliyiz anlayacağınız. Bakalım rüzgar nereden eserse, yelken o yana doğru şişecek.

Bu yaz tamamiyle Gamse'ye endeksli. Ramazan da Ağustosa denk geliyor. Geçen yıl değil ondan önceki yıldı galiba, Bodrum'daydık. Ramazan'ın ilk üç günü, bizim tatilin son üç gününe denk geldi. Aslında keyiflide oldu.Site de iftar yemeği çıktı. Akşam yaklaşırken , lokali işleten çocuk , balkonun altına gelir, bizde mi yiyeceksiniz diye sorardı, ben de yemek listesine göre evet ya da hayır derdim. Oruç tutsak da tutmasak da ramazan da tatil yapmaktan keyif almıyorum. Bu duruma göre, Gamsenin finallerdi, kep töreniydi derken Temmuz ortasına kadar işi var. Ağustos 15 de de seminerler başlayacakmış. Yani çok kısa bir boşluğumuz olacak. O arada ben bir Ordu yapabilirsem ne mutlu bana. Nazlı sanırım arkadaşlarıyla program yapıyor. Kocam ,tatildendöndüğümüz günün ertesi sabahı kahvaltıda, gelecek yılın tatili düşünen biri olarak bu yıl ne yapacak çok merak ediyorum heheheheh.

Bu arada bilmem anladınız mı, yazma motivasyonumu kaybetmiş bulunuyorum. Sayfayı açıyorum bön bön bakıp gidiyorum. Ayşegül'ün Ordu'ya geri taşınıyor olması nedenlerden biri olabilir. Oğlu askere gidince onlar da karı-koca bu arayı Ordu'da ki evlerinde geçirmek için dönüyorlar. Öyle güzel bir evi var ki,balkonunda otururken hayat boyu burada hiç kalkmadan oturabilirim duygusuna kapılırım hep.. Uçsuz bucaksız deniz serilir önünüze, Taaa Rusya'yı görücem sanırım o balkonda otururken. Neyseki O'nun orada oturduğunu hayal edebileceğim. Aysel demişti bana bunu. Ben denizi olmayan yerde otururken bizi ziyaret gelmişti ailesiyle. Artık benimle telefonda konuşurken nasıl bir yerde olduğunu , mutfaktayım dediğinde nasıl bir mutfakda olduğunu biliyor olacağım. Bahçedeyim dediğinde bahçenden görünen manzara gözümde canlanacak demişti. Sonra düşündüm ne kadar önemli bu dedim, daha önce bilinmez bir yerdeydim onun için.

Bu kadar , şimdi kahve zamanı...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Sabah sabah

Kafam kazan gibi , henüz çay kahve bişi içmedim. Hafta sonunda doruk yapan alerjim bu gün sakinleşmiş durumda. Sanırım artık her şeye alerjim var. Cam fanusta falan yaşamalıyım. Ya da fildişi bir kulede artık sanatımı sanat için yapmalıyım heheh.

Neyse bu gün pzartesi kuzenlerim Gülden ve Fatma gelecek. Pazar gezmesi yapacağız. Siz onlara kısaca Güllü ve Fato diyebilirsiniz. Gülden'i hatırlarsınız dayım , O'na ''yedi bela dokuz katil'' der ,diye bir yazımda sözünü etmiştim. Yaşdaşımdır, hatta ilkokuldan sıra arkadaşımdır. . Her şeyi bilir her şeyi duyar . Her haberi ilk kez ondan duyarsınız. Teyzem yani annesi olan ona'' haber anası''' der hatta. Yani son derece haareketli, bağırtılı çağırtılı bir gün beni beklemekte. Önce sıkı bir kahvaltı edeyim sonra da supradin enerji içeyim.Fato da Zuz'un yaşdaşıdır. Annemler altı kızkardeş , olup , sıra sıra da doğurunca böyle aynı yaşlarda olna bi sürü kuzene sahip oluyoruz.Üç de dayı ekleyin siz buna. Toplamda 32 kuzeniz.:)).En büyük benim , benden sonraki yani Gülden , benden üç ay küçük . Sıralama böyle gider. Yaz tatillerini bir haftalığına bile olsa Ordu'da çakıştırırız. Muhteşem bir şey olur. Salsa bile yaparız.Bizimkilerin ki bilinçli bir çoğalma olmuş. Daha önceleri yazmıştım ama beni yeni okuyanlar için yeniden hatırlatma yapalım:)), Bir baskında , eşkiya baskınında Dedem ve Anneannemim alesi öldürülüyor bir tek iki bebek sağ kalıyor. Başka bir yerde evli olan bir de hala var. Yeni evliymiş. Bu hala at sırtında belinde silahı ile gezen bir hala ama. Hemen kocasını terk ediyor. Gelip bu iki bebeği büyütüyor. Onlara silah kullanmaya varana kadar öğretiyor. Sonra da birbirleriyle evlendiriyor. Bu ikisi evlendirildikleri için birbirlerine tam beş yıl küsüyorlar. İyi işte o sırada beş yaş daha büyüyorlar . Anneannem pek övünürdü kalabalıklığımızla. İki kişiyken bakın kaç olduk derdi.


Kalktığımda herkes gitmişti, bu alerji ilacının faydası , insanı küp gibi uyutması. Öle dünyadan bi haber uyuyosunuz, dünya yansa bi halbur samanınız yanmaz gamzsızlıkta bir uyku. Bakın bu söz anneme aittir ve tescillidir .

Şimdi gitmeliyim evi hala yola koymalıyım.

22 Mayıs 2009 Cuma

Haftanın sonunu ettik de nasıl geçti bu hafta. Valla hiç habersiz geçti. Bi kere ilk üç gün Can'lı geçti. Zuz tatile gidince Berfu'da ondan bir hafta sonra tatile çıkacağından ve de Zuz da o gittikten bir hafta sonra döneceğinden anaaammm ne uzun ne içinden çıkılmaz bir cümle oldu. Neyse işte bu yüzden üç gün Can Beyle alt alta üst üste geçti. Gündüz 12 ye doğru geldi , akşam sekizden önce gitmedi. Doymadık doyamadık.Birlikte yürüyüşler yaptık. Market alışverişleri yaptık. O yanından geçtiği tüm fiat etiketlerini topladı ben yerine yapıştırdım, yırttıklarını sakladım. Market asansöründe pek eğlendik. Üç gün olunca daha bir bağımlılık yaptı. Koca bile izin yaptı. Sonunda perşembe günü bir orkideyle teşekkür edip gitti. Uçakda sağındakiyle solundakiyle , önündeki ve de arkasındakilerle oynaşa cilveleşe gitmiş.

Üç gün elimizi hiç bir işe sürmeyince ev de almış başını gitmiş. Perşembe günü topyekün temizlik vardı. Gamse eve gelince - Can duysa çok alınırdı dedi, gider gitmez böyle bir temizlik yapıldığı için.

Bu günde evde takıldım. Yarın arkadaşlarım gelecek . Şöle zeytinyağlı dolmalar sardım. Avcı böreği yaptım. Ay içli köfte içi hazırlayıp yufkaya sarıyorsunuz işte. Afilli bi adı var heheheh. Sonraaaaa kivili pasta yaptımmmmm. Yoğutlu kabak salatası yaptım bi deeeeee elmalı turta yaptım. Birazdan Gamse eve gelsin hepsini tırtıklamaya kalkacak :))

Bu hafta hiç kitap okumadım , yani okudum sayılmaz diyelim. Haftanın özeti kısaca bu.
Havalar ısındıkça bloglara da rehavet çökmeye başladı yavaş yavaş. Okullar tatil olunca da iyi bir sesizlik çöker. Biz Temmuz ayına kadar İstanbulluyuz. Bitirme sınavları, mezuniyetler, kep törenleri , doğum günleri bizi bekliyor.
,

21 Mayıs 2009 Perşembe

Büyük Sürgün


21 mayis 1864, bu tarih belki de size hic birsey hatirlatmiyor. Siradan bir gün olarak geliyor. 21 mayis 1864 cerkezlerin büyük yas günüdür. Bizim büyük dedelerimiz ninelerimizin cocuk, yasli, hasta farketmezsizin katledildigi, ülkelerinden sürgüne zorlandigi o karanlik günlerin yas günüdür. Bir Çerkes esareti şerefsizlik addeder o yüzden bu sürgünü kabul etmiştir. Yoksa Rusyanın çeşitli yerlerinde esarete zorlanacaklardı.

Babannem onlardan biriydi. Laciverte çalan masmavi gözleri vardı. Kimse adını bile bilmezdi, O Çerkez Gelindi, Çerkez Yengeydi, Çerkez Teyzeydi. Kendi kökeninden olmayan üstelikte dedem gibi baskın karakterli biriyle evli olduğundan kendi geleneklerini pek yaşatamadı. Herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışan çok nazik biriydi. Anneme Gelin Hanım diye hitap ederdi mesela. Dedeme de soy ismiyle, hiç adını söylemezdi. Bize de isim ve soy ismimizle seslenirdi. O sert dedğim dedik Anneanenin yanında böyle bir Babaanne bana çok tuhaf gelirdi. Biz Çerkes yemeklerini , törelerini Bibi de gördük. Yani Babamın teyzesinde. O nüfusunun tamının Çerkeslerin oluşturduğu bir yerde yaşıyordu çünkü. Babamın teyzeleri, dayıları kuzenleri hep orada yaşamaktaydılar. Başka yerde yaşayanlar ise tatillerde mutlaka burada toplanırlar yine. Babam sabahları bizi ''kız sen geldin Çerkesden, çok güzelsin herkesten '' türküsünü söyleyerek uyandırırdı. Sonra da benim kızları.

Nazlı çok ilgi duyuyor , sürekli köklerimizi araştırıyor. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Çerkeslerle irtibata geçti , onlarla tanıştı. Babannemin ait olduğu boyu buldu, Çerkes dilini öğrenmeye çalışıyor. Ve bir gün mutlaka o toprakları gidip görmek istiyor. Dilerim bir gün hayalleri gerçek olur.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

eski hesap mayıs yedisi:))))

Bu gün 20 Mayıs, Anneanemin deyimiyle eski hesap mayıs yedisi. Bu gün Ordu'da şenlikler var. Herkes deniz kenarlarına hücum etmiştir. Piknikler yapılacak, yedi dalgadan atlanacak, dilekler dilenecek. Çocuklar , gençkızlar herkes herkes bu coşkuya katılacak. Varmıdır, o kızlar arasında adı Lale olan, Ayşegül, Meral, Nimet olan.

Mayıs yedisini yazayım bu gün diyerek sayfamı açtm ki, googleye mayıs yedisi yazan birinin yolu bana düşmüş. geçen yılki bu konudaki yazıma yani. E bana da yol gösterdi geçen yıl şöyle demişim

''not- Dün Orduda Mayıs yedisi denilen bir şenlik vardır. Yüzlerce yıllık geçmişe sahiptir. Hızır ve İlyas peygamberin, dalgaların kırıldıktan sonra , denzi sularının karayla temas ettiği nokta da buluştukları gün olarak bilinir. Eski takvime göre mayısın yedisi , 20 mayısa denk geliyor. Baharın gelişi kutlanır. Deniz kıyısına gidilir, yedi dalgadan atlanıp dilek dilenir. Derdim belam denize diyerek denize yedi tek bir çift taş atılır. Tekneler doluşulup gezilir. Gece yedi köprüden geçilir, yine dilekler dilenir. Ha yedi köprü nereden mi bulunur. İlahi, boşa mı türkü yakılmış Ordunun derlerine. Köprüden bol ne var. Her mahalleyi neredeyse bir dere ayırır, mahallleden mahalleye geçerken köprüden geçersiniz. Biz çocukken bütün mahalle deniz kıyısına pikniğe giderdik. Annemin zeytinyağlı biber dolmalarını elime alıp elma gibi ısıra ısıra denize ayaklarımı sokar, sezonu açardım.Sonra bir de delikanlılar arasında yağlı direğin ucunda en fazla durabilme yarışması yapılır. Bir tekneden yağlı direk uzatılır denize doğru onun en ucuna kadar gidebilen ve denize düşmeden en fazla kalabilen kazanır. Ve buna çok önem verilir. Acaba yine aynı coşku var mı? merak ediyorum.

Şimdi yine merak ediyorum, neler yapıyorlar.)))


Türkan Saylan'ı kaybettik. Bazı konularda yazmaya çekinirim ben. yeterince yazamamaktan, eksik aklmaktan yanlış yapmaktan korkarım.Türkan Saylan hakkında ne yazssam az. hedefi 100 bin çocuğa burs vermekmiş. Sadece bu bile yetmez mi????
Düzenleme:1- Nazpek Ordulu bir blogcu, dayanamadım bu yazıma yaptığı yorumu buraya aldım.Nasılda kıskandım kendisini anlatamamm

nazpek dedi ki...

Sevgili Lale hanım şu anda camdan bakıyorum sahilde iğne atsan yere düşmez heryer cıvıl cıvıl akşamada Volkan Konak konseri var


düzenleme.2-İnsanlığın sırrı ile ilgili bir gelişme yaşandı bu gün. Haber merkezlerine flaş flaş olarak girdi. Hatta Google logosuna bile yansıttı bunu . Haber burada. Bakalım beraberinde ne tartışmalar getirecek. Evrim teorisi etrafında dönen bitmez tükenmez tartışmalara neler ekleyecek.





16 Mayıs 2009 Cumartesi

Boyalı Kuş



Bu gün çocukluk ve ilk gençlik çağımda beni en çok etkileyen kitap hakkında yazıyorum. Bu bir mim konusu. Sanem'den geldi. Bir çok adı var. Lunaparkta yaşamak, çatlakkiremit ve kamikaze. Sanem beni uzun süre dışardan takip etti. Neredeyse hiç bir yazımı kaçırmadı hepsine yorum yazdı , mail attı ve sonunda da blog açtı. Çok da iyi etti. Artık mim yazmayı sevmiyorum ama bunun konusu bana çok hitap etti yazmadan edemedim doğrusu:))


Ben çok kitap okunan bir ev de büyüdüm. Özellikle babam çok iyi bir okuyucuydu. Kitaplar kitapçıya gelir gelmez ilk babamın haberi olurdu ve öyle bir iki tane değil ne kadar kitap geldiyse hepsinden gelirdi eve. O yüzden çok zengin bir kitaplığa sahip olduk hep. Bizim için ayrıca Milliyet Çocuk Kitapları gelirdi. Ben bununla yetinmez mahalle de ne kadar kitap okuyan varsa onların kitaplığına da dadanırdım.

Bu sözünü edeceğim kitabıda mahalle komşumuzun kitaplığından aldım. Sanırım 12-13 yaşlarında falan olmalıydım. Şoklar içinde okudum. Değil benim yaşıma göre bir yetişkin için bile oldukça sert bir kitaptı. Şiddetin her türünü ve cinselliği ilk kez bu kadar açık bu kitapta gördüm. Şiddet öyle böyle bir şiddet değildi. Kaşıkla gözü oyulan adam, o gözlerle oynayan kediler yıllarca gözümün önünden gitmedi. Sonra o kitabı kendi kitaplığıma da aldım. Bir gün Zuz bana bir kitap tavsiye et dedi bu kitabı söyledim. Arkadaşlarına ablamın tevsiye ettiği kitaba bakın demiş:)))Hala kitabın adını söylemedim mi, hehehehehhe. Jerzy Kosinski'den Boyalı Kuş. Bana bu kitap için en uygun kelimeyi söyle deseler demir leblebi derim. Bu kitabı sonraları kaybettim, ya bir taşınma sırasında ya da birine verdim unutuldu. Yıllar sonra bir ikinci el tezgahında yeniden rastladım bu kitaba , elime aldım kapağını açtım ve kendi el yazımla yazdığım notu gördüm.Gözlerime inanmadım o mu beni buldu , benmi onu buldum bilmiyorum ama bir şekilde yeniden buluştuk. Şimdi yeniden benim kitaplığımda . Nerelerde yolculuk ettiyse biraz yıpranmış ama yeniden kendi evinde.


jerzy kosinski 1933 yılında polonya'da dünyaya geldi. eğitimini polonya'da tamamladı ve öğretim görevlisi olarak varşova bilimler akademisi'ne girdi. 1957'de bir bursla amerika'ya gitti. burada yayımladığı yapıtlarıyla birlikte kosinski, amerikalı bir yazar olarak tanındı. 1965 yılında yayınlanan "boyalı kuş" (the painted bird) ilk önemli ve en tanınan romanıdır; tercüme edildiği tüm ülkelerde de en çok satan kitap olmuştur.Jerzy Kosinski, olağanüstü yaşantısı kadar, yazdığı rahatsız edici gerçeklikte hikayelerine pek "yakışan" ölümüyle de sıradışı bir yazardı.

Benim özel notum:Kosinski'nin ölüm şeklini sıradışı olarak belirtilmiş ama çoğu yerde nasıl bir şekil olduğu açıklanmamış. Bu marjinal yazar , banyoda başına naylon torba geçirerek intihar etmiştir
.


Kitabın konusuna gelince;

savaşın ilk haftalarında nazi karşıtı baba "başına bişey gelir" endişesiyle 6 yaşındaki çocuğunu doğuda uzak bir köye gönderir. bakımını üstlenen yaşlı kadın ölünce bir başına kalan çocuğun "başına birçok şey gelir."
çocuk uygarlıktan uzak kalmış, savaşın ve yoksulluğun "hayvanlaştırdığı" köylüler arasında yaşamaya başlar. köylüler sarı saçlı mavi gözlüdür. çocuk ise esmer kara kaşlı kara gözlüdür, burjuvadır. köylülerin değil okumuş burjuvaların dilini konuşur. yahudi ya da çingene zannedilir. alman işgalindeki topraklarda böyle bir çocuğu barındırmak tüm köyün yakılmasına sebep olacaktır. çocuk * köyden köye geçerek kendine kalabileceği güvenli bir yer arar ama böyle bir yer yoktur. savaş ve yokluğun daha da vahşileştirdiği köylüler, henüz 6 yaşında olan bu çocuğa vahşeti öğreteceklerdir.

not: Resimde görülen kapak resmi, benim kitabıma ait. Şimdi satılan baskılardaki kapak bu değil

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Yarın Cancan geliyor, Koca da izin yapıyor anlayacağınız Cuma gününe kadar kapalıyız:)))

12 Mayıs 2009 Salı

Biraz önce kısa bir yürüyüş yapıp geldim. Hava süperr. Tatil zamanı gelmiş ama bu yıl Temmuz ortasına kadar buralardayız büyük bir ihtimalle. Çünküüüü Gamsegamse'nin kep töreni bile 10 Temmuz da.

Dün pazarı Gamse ile dolaştık.Yemeklik sebze falan dışında her şeye baktım heheheh. Müjdeler olsun ki yemek yapmama moduna girmiş bulunuyorum. Şimdiki modum sokaklara çıkmaca, kırlara yayılmaca , papatya toplamaca.Kolay gelsin benim ev halkına:)).Gerçi onlar benim son dakika yemeklerimi daha çok severler. Son anda yapılmış ton balıklı makarna, menemen ve bilumum omletler yanında ızgara sebzeler ve de illaki çay.


Balkona kadife çiçekleri diktim. Nazişler okulda velilere dağıtmışlar. Eve de getirmiş. Bizim kadife çiçekleriyle çok maceramız vardır. Bir ara nefret etmitim. Denizi olmayan yerdeki evimizin yan bahçesinde duvar dipleri bunlarla doluydu. Gamse nasıl keşfettiyse etmişki bu çiçekler boyuyor, onlarla evin tüm dış duvarlarına Gamzelerin evi diye kocaman kocaman yazmıştı da, bizim eve ilk gelenler evi arama zahmetinden kurtulmuştu. Adres şöyle. Yokuştan aşağı in, eğeri çatılı ev, zaten duvarda Gamselerin evi yazmakta:)).

Babamı cuma günü kendi evine yolcu ediyoruz. Göçmen kuş diyorum ben ona, havalar ısındımı hemen kaçar. Soğudumu da geliş hazırlıklarına başlar. Artık kendi mutfağında istediği yemekleri pişirecek. Acılı , bol baharatlı ve de sarmısaklı. Eve gelen yardımcı kadın yemekde yapsın demiştik de zira kadının asıl mesleği aşcılıktı. Göklere çıkmıştı , bakın kovarım demişti. O kadar sever ki yemek yapmayı eve geldiğinde eğer yoksam, hemen mutfağa girer , bir gelirim eve ev mis gibi yemek kokmakta. Gerçi bir keresinde fırına tepsiyi eğri koymuş, sonra da fırının ayağı eğri diyerek , düzeltmeye çalışırken fırını hacamat etmişti. Söz babamdan açılmışken , babmın son buluşunu aktarayım size bunu Zuz'a bile anlatmayı unuttum. Malum Üsküdar da Marmaray çalışması yüzünden sahil felaket halde. Babam da Harem'e giderken önce Eminönüne geçiyormuş vapurla oradan tekrar vapura binip Harem'e geçiyormuş hehehehehe. Geçende de kitapçıya gittik O'nunla. Bir kaç kitap alacağız okuması için hala kendi yazarlarının peşinde Aleksandre Dumas , Dante falan arıyor, Baba ya adamların tüm kitaplarını okudun , öldüler işte , oradan yazıp gönderecek değiller ya dedim sonunda. Yeni yazarları hiç sevmiyor. Neyse bir iki klasik bulduk yine. Yoksa eski kitaplarını yine okuyor. Hele bir Monte Kristo'su var akıllara ziyan elli kez okumuştur belki. Ama var bizim ailede böyle bir arıza. Zuz'unda , Bir Çlgıcının Seyehati kitabı vardı bir, o kitap yazlığa taşınırken yazlığa nere gitsek bizle gelirdi.Yatardı herhangi bir yerini açıp okumaya başlardı. Sonra o kitap kayboldu. Bir kaç yıl önce ben Sahaflarda araya taraya bulup aldım, Ona doğum günü hediyesi yaptım. Sonra aynı şeyi yıllarca Naziş yaptı. Genç Kız Hikayesi ni her yere hastane odalaraına varana kadar taşıdı yanında sonunda kitap parçalandı.

E hadi laf lafı açtı ama beni bekleyen bi sürü iş var. Bu yazı bir enkazın ortasından yazılmakta :))

11 Mayıs 2009 Pazartesi

O güzelim havaya rağmen hafta sonunu evde geçirdim. Dün Zuz'la sen gel ben gel davasını ben kazandım ve o geldi. Cumartesi gününü gece yarılarına kadar Büyük Ada da geçirdiği için yorgunmuş, Naziş de yine Caddebostan yorgunuydu. Neyse gel kısır yaparız, eski resimlere falan bakarız dedim kandırdım.

Birlikte kısır yaptık, O yine malzemeyi büyük doğruyorsun diye elimden aldı , ben de yoğurma işini yaptım, babam da geldi hep birlikte oturduk güle oynaya yedik. Hep birlikte dediysem Gamse Ortaköy'deydi, akşam katıldı bize. Eski resimlere baktık sonra, saatler sürdü belki, o arada akşam yemek yapmayı unutmuşum heheheheh. Masamız da hala duruyordu. Yumurtalı ekmek kızarttım, yeniden çay demledim kahvaltı mahvaltı bayıla bayıla yediler. Çok Güzel Hareketler Bunları izledikten sonra Zuz evine gitti. Bne de koşa koşa yatağa gidip gazete okudum. Kocam da spor programı seyrediyordu. Benim kaşur kuşur gazete okumama fıtık oldu. Anneler günü ayağına sesini çıkarmadı ama bitince hele şükür dedi .

Benim kabile insanı ya gecenin köründe ya sabahın köründe arar. Sabah rüyamın en güzel yerinde Dayım aradı , fabrikayı fındık zamanı olsun olmasın erkenden açar, sonrada canı sıkılır, geçer telefonun başına:)). Şöyle böyle diye talimatlar verir, yapılacakları anlatır, Zuz'a da söylememi ister. Çünkü Zuz Ablam ilgileniyo deyip , sıyırmış işten:)). Geçen gece de uyumuşum , nasıl bir uyuma hem de , küçük teyzem aradı bi de uyuyomuydunuz diyor. Neyse dayım arayınca bir daha uyuyamadım tabiki. Olan rüyama oldu. Sapsarı bir köpeği nasıl sevip okşuyordum, hayırdır.

Bu gün pazarımız. Kızlar bizi bekle dediler. Birlikte gezeceğiz onlar gelince. Hadi gittim ben iyi bir hafta olsunnn

10 Mayıs 2009 Pazar

Sürpriiizzzzzz!!!!!!

Anneciğim ve Cicianneciğim Seni Çok Seviyoruz bizz...Bu videoyu senin için yaptık..Anneler Günün Kutlu Olsun!




***********************************************************************
Anneler günü yazımı eklemek için gelince bu sürprizle karşılaştım. Bayıldımmm. Onlar gerçekten de Lalenin Kuzuları
********************************************************************************
ANNELER GÜNÜ BiLDiRiSi, 1870'de Julia Ward Howe tarafındanyazılmıştır.

--spoiler--
Kalkın öyleyse bugünün kadınları! Kalkın, kalbi olan tüm kadınlar, suyla da vaftiz edilmiş olsanız, korkuyla da Kesinlikle deyin ki ' Bırakmayız, büyük sorunlara ilgisiz aracılar karar versin.
Kocalarımız okşama ya da alkış için, katliamla leş gibi kokarak bize gelmeyecek.
Oğullarımız onlara hayırseverlik, insaf ve sabır hakkında öğrettiklerimizi unutturmak için bizden alınmayacak.
Biz, bir ülkenin kadınları, oğullarımızın onların oğullarını incitmek için eğitilmesine izin vermeyecek kadar şefkatle yaklaşacağız başka ülkelerininkilere.

Harap edilmiş toprağın bağrından bizimkiyle birlikte bir ses yükseliyor. "silahsızlan, Silahsızlan!" diyor.

Cinayetin kılıcı, adaletin dengesi değildir. Kan şerefsizliği silmez, şiddet de sahiplik göstermez.

Erkekler nasıl savaş çağrısıyla bıraktılarsa saban ve örsü, hadi şimdi kadınlar da büyük ve içten bir dayanışma günü için evden kalan her şeyi bıraksınlar.

Önce buluşsunlar, kadın olarak ölülere ağlamak ve onları anmak için.

Büyük insan ailesinin barış içinde yaşama yöntemi olarak, büyük bir ciddiyetle danışsınlar birbirlerine.

Ve her biri de kendi dönemince Sezar'ın değil, Tanrı'nın kutsal damgasını taşısın.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Uyuuuşuuk , miskinnnn tipsiz bir cumartesi, kızlar kahvaltı sonrası dolaplarını alaşağı ettiler, ortalık darmaduman oldu. Şunlar artık birine ver diye koridora atılanlar mı?, bunun benim dolabımda ne işi var diyerek yeniden koridora saçılanlar mı??, sonra acıktık demeler mii, sonra da alıp başlarını gitmeler mi??. Seçin beğendiğinizi.

Bir kitabım var neyseki hevesle başlamayı beklediğim, Cancan getirmiş perşembe günü gelirken. Ay artık çok hızlı emekliyor, bay bay gel gel yapıyor , suratına bakıp hah diyor o ne demekse. Sokağa çıkarken ve eve girerken çığlıklar atıyor, biri sevinçten diğeri de içeri girmemek için.


Dün biraz okey oynadım arkadaşlarımla yemek yedim. Hiç tatmadığım bir yemek yedim. Arpa şehriye ile yapılmış pilavın üstüne tavuk butunun baget kısmı ayrılmış, yani sadece kalça kısmı kalmış . tavuklar baharatlanıp biraz kızartılmış, sonra domates ve biberle sotelenip, arpa şehriye pilavının üstüne yerleştirilmiş. Biraz böyle fırınlandıktan sonra üstlerine dilim kaşar koyulup tekrar fırınlanmış ve inanılmaz bir lezzet çıkmıştı ortaya.

Şimdi sıra kitabımda

Kitabımın adı Limon Ağacı. Alınacaklar listesindeki bir kitaptı , isabet oldu Cancan getirdi. . Biraz tanıtayım kitabı size


1967 yılının yaz aylarında, Altı Gün Savaşı'ndan uzak olmayan bir tarihte, genç bir Filistinli adam ve iki arkadaşı İsrail'in Ramla kasabasına giderler. Onlar kuzendir ve yaklaşık yirmi yıl önce ailelerinin terk etmek zorunda kaldığı, çocukluklarının geçtiği evi görmek isterler. Bir kuzenin yüzüne kapı kapanır, diğerinin ailesinin evi okula dönüştürülmüştür fakat öbür kuzen olan Bashir, kendisini içeri davet eden Dalia tarafından karşılanır.

Bir Arap ve bir Yahudi ailesinin ilişkilerinin başlangıç noktası budur. Bashir babasının dikmiş olduğu limon ağacında bir sahipsizlik ve işgal duyguları içinde olur.1948 yılında küçük bir çocuk iken Bulgaristan'dan kaçak olarak gelmiş olan Dalia Soykırım tarafından yok edilen bir umut ışığı görür. Onlar kaçınılmaz olarak kendi yazgılarını yaşamışlardır ve bu İsrail-Filistin tarihinin bir küçükevrenini oluşturmaktadır.

İki genç insanın başlattığı diyalog bölgenin barış umudunu ortaya koymaktadır. Limon ağacı simgesel olarak bölgede huzurun mümkün olduğunu anlatmaktadır.



Ayyy öğünmek gibi olmasın da yine ne kaaa doyurucu bi yazı yazdım. Yemek tarifleri mi? dersinizi, kitap tanıtımları mı? dersiniz, evden haberler mi ? ne isterseniz var. Daha ne istiyosunuz bundan iyisi Şam da kayısı.Bu yıl rahat bir yaz geçirecekmişiz kocam müjdeledi, ayilemizim meteoroloji uzmanı olarak, bunalmayacakmışız. Aha hava raporu da verdik hem de gelecekten ooooo uçtuk biz uçtuk

İyi bir hafta sonu olsunnnn

5 Mayıs 2009 Salı

Dün İstanbu'u neredeyse bir baştan bir başa geçtim desem. İstikamet Büyükçekmece idi. Kocamın işi varmış, hadi sen de gel dedi. Bi yatağımızın üstünü örttüm zıp dışardaydım. Çay ve simitle kahvaltı ettik, dışarda.

büyükçekmece

Çoktandır o tarafa geçmemiştim. Kumburgaz yıllarında yolumuzun üzeriydi. Deniz kıyısındaki yazlık evlerine bayılırdım. Şimdiki görünüşü ne kadar farklı geldi bana. O yılların yazlık kenti bir Anadolu kasabasına dönüşmüş. Kocam işini bitirdi, yemek falan yedik. Uzun yollar kat ederek:)) geri döndük. Boğazı görünce dedim ki, burayı görmediğim hiç bir yer İstanbul değil. Ben denizi görmeliyim.

Sabahın o saatinde evden çıkınca , bir gün önce de Caddebostan sahiline yayılınca evde yemek yoktu haliyle:)). Hemennn buzluktan haşlanmış kuru fasulyemi çıkardım. Şöle acılı macılı bir kurufasulye yanına da bir pilav çektim. Çilek kompostumuzda vardı daha ne olsun. Gamse de - anne bütün arkadaşlarım senin yemeklerini çok beğeniyo, ben de senin yemeklerini çok beğeniyorum dedi bu da cilası oldu.

Bu ara favori dizim Bir Bulut Olsam. Onu izleyip yattım, ama gece haberlerinde Mardin olayını duyunca yeniden kalktım .Olay beni çok rahatsız etti, ara ara uyanıp haberlere baktım.Sabahta keyifsiz kalktım o nedenle.

Bu gün Hıdırellez. Dün gül aldım balkona. Dibine dileklerimizi koyacağız bu akşam, yarında Gamse denize atacak okula giderken. Dilek paralarımızda cüzdanlarımızın içine yerleşecek. Annemle birlikte yapardık bir de bizim Orduda yapılan Mayıs yedisi şenliklerimiz var. 20 mayısta yapılıyor. Hicri takvime göre yedi mayıs oluyor. Onu da bu yazımda anlatmıştım.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Caddebostan Sahiline yayılmaca

Benim bütün hayalim geç saatlere kadar yatmak, akşama kadar kitap , tv , gazete , bilgisardı. Naziş ve kocam çalışıyorlardı, Gamse kursa gidecekti. Ama telefonum saat 11 de çaldı.- Abla guş, bana kahvaltıya gelsenize diyen bir ses. Elbetteki bizim Zuz. Ben hemen çamura yattım, ben daha yataktayım, her tarafım ağrıyo, mırın kırın mırın kırın. 10 dk sonra Gamse geldi. Hadi gidelim sürpriz yapalım, öğleden sonra benim kendi programım var zaten dedi, doom günü ya.

İyi hadi dedim, Gamsegamse ile koyulduk yola. Üsküdar niree, Çifte Havuzlar memleketi nire. Trafik falan yoktu bi de güzel bir çiçek aldık, pembe bir de kovaya diktirdik onu amanın ne güzel oldu diye diye Zuz'a vasıl olduk. Kahvaltı hazırdı , sucuklu kaşarlı kanepeler mi desem, yumurta salatasımı desem , en sevdiğim tahıllı ekmek kızarmış anlayın gari gerisini.

Bundan sonraki programım kardeşle akşama kadar yayılmaktı. Ama kader de o sırada ağlarını örmekteydi. Zuz'un telefonu çaldı. Arayan Berfu'ydu. Cancan'ın annesi. - Ben Caddebostan'da sahildeyim. Çok güzel hava, Cancan^'la piknik yapıyoruz dedi. Gamse durumu hemen atladı, ben önce oraya uğrarım dedi. Kahvaltısını yaptı gitti. Sonra tekrar telefon bu sefer koroya Gamse ve arkadaşıda katılmış gelin gelin çok güzel demekteler. Çaresiz kalktık, termosa çayı koduk, örtü mörtü aldık gittik kii, orası bayram yeri. Bizimkiler nerede merde derken arkamızdan bir cayırtı koptu. Aynı anda döndük ki, Cancan arabada değil kucakta gezmek için cayırdamakta.


Size kalabalığı anlatmam mümkün değil, herkes çimlere yayılmış, öpüşen koklaşanlar mı? istersiniz, benim anam, ağustosda bunlar ne giyecek dememi gerektirenler mi? dersiniz, ellerindeki çeşitli aletler toplarla çeşitli hareketler yapıp bizi aval val seyrettirenler mi? isterseniz. Sonra bizimkilerin arkadaşı Nihan ve Eş'ide katıldı bize , tabii Gamseler kaçtı gittiler çoktan. Şimdi piknik malzemelerimizi sayıyorum.Çayımızın yanında, günkurusu kayısı, kuru incir, kuru dut, badem , ve kaju, simit. Oldukça organik bir piknikti yani. Can arabasında uyumamakta direndi ama Zuz , ayağımda sallayayım verin deyince yatar yatmaz sızdı. Bir saat öyle uyudu. Akşam sahilden Kalamış'a kadar yürüdük, sonra evli evine köylü köyüne.


şimdi sizi böyle bir manzaradan ve böyle bir pozdan nasıl mahrım ederdim heheheh




Gamse - Anne pastaya gerek yok, bir gün önce arkadaşlarımla yaptık, bu günde yapıyoruz demişti. Ama eve gelirken yok yav dedim , gelenek bozulmasın. hemen bir meyveli bir pasta attırdım aceleden. Gece saat 11 de pijamalı, eşofmanlı bir seromoni yaptık .



Sonra ben sızmışım valla

2 Mayıs 2009 Cumartesi

-Lale kahvaltı etmeyeceğim
- Anne kahvaltı etmeden çıkacağım....................... iyi deeeeee niye bunu beni uyandırarak söylüyorsunuzkiiii. Birinci kişi Kocam , ikincisi Gamsegamse. . Neyse uyandık artık. Yatakta Fatma Girik'le Cüneyt Arkın'dan Satlık Koca Aranıyoru izledim. Yoksa James ile Dev Şeftaliyi izleyecektmi. Diğer kanallarda ya magazin ya da çizgi film vardı. Gözlüğüm salonda kalmıştı üşendim almaya yoksa gazetelerim ve kitabım da yanımdaydı. Bir sürahi de yeşil çay içtim.

Naziş evdeydi ama biraz önce çıktı. Bne de temizlik yaptım. Akşam için patlıcan musakka hazırlığı yaptım. Geçen yaz Kalkan' da yediğim patlıcan musakkayı unutamam meğer Kalkan'ında o yemeği meşhurmuş ne tuhaf.

Akşam peşpeşe iki dizimiz var Gamseyle , önce Melekler Korusun sonra Kavak yelleri. Özel hazırlıklarımız bile var o dizileri izlerken. Naziş bir tek Elveda Rumeli'yi izler onunda sonunda hep uyur .

Dün bir arkadaşa yemeğe gittik. Amanın koccca bir tencere güveç yapmıştı ama ne güveç. Güveç tencerem kırıldığından beri hiç pişirmedim. Üsküdar'da gördüm hemde içi çok güzel sırlanmıştı, alayım bari.

Şimdiii biraz daha evle ilgili rötuş yapayım , sonra da ne gele gele. Belki dışarı çıkarım. Yarın Gamse'nin doğum günü. Kocam onun için hala 10 yaşında olduğunu söyleyip Gamse'yi kazıklamaya çalışıyor :)))