Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Aralık 2010 Cuma

yılın en son yazısı


leylak Dalı
Asiss-Butterfly,
Selma Er
Define Adası
lezzetli somunlar
Nazpek
Hepsüslü
Macera Kitabım
Sabunlarım
İlknurca
kelebekana
Hüznüntadı
Sanatnotları
Elifinelizi
Buğdaytanesi
Karakitap
NihanSarı
Zeynepözmen

Hepinize yeni yıl kartlarınız ve güzel dillekleriniz için teşekkür ederim...

30 Aralık 2010 Perşembe

yılın son yazısı

Dün gece saat tam üç de pıt diye gözüm açıldı...sanki doingg diye birşey oldu...Sanki iki gündür uyumuşum da uykumu almış gibiydim aynı. O saatte magazin programı izledim....yav bizim küçük Osman bölüm başına 10 binTL alıyomuş...Zuhal Olcay ile taş fırın Haluk sevgiliymiş hehe bu kadar magazin yeter sonra ROZANNE izledim,ebat olarak mı ne kendime yakın bulduğumdan seviyorum onları...sonra sonra bizim koğuşun kalk zili çaldı...Gittim yeşil çayımı yaptım FIRTINA yı izledim...yıllar öncede severek izlerdim,şimdi karga şeyini yemeden oynayan tekrarlarını da aynı zevkle izliyorum...


Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde , diye bir türkü tutturabilirdiniz bu gün İstanbulda...Acaip soğuktu.Benim okeycilerle buluşmaya giderken nasıl o kadar hızlı yürüdüğüme şaştım kaldım...Fato masasını yılbaşı gecesi masası gibi donatmış herkesin servisinin yanına hediyesini koymuştu...Valla iyi idi hoş idi yedik içtik güldük oynadık...


Yarın akşam yeni yılı, Naziş"in teeee Anadolu Lisesinden arkadaşı Neslihanların evinde karşılayacağız...Neslihan ve Nazlı"nın yolları bir tek üiversite yıllarında ayrıldı...Naziş Ege üniv.e Neslihan ODTÜ"ye doğru yol aldı,Neslinin kardeşi Candan da Gamse ile hem yaşıt hem meslektaş..Bu ikisinin .ilk tanıştıığımız gün kolkola girip ortadan kaybolma gibi bir egzantiriklikleri de var...O yüzden yarın akşam bizi neyin beklediğini tahmin edemiyorum

Hepinize mutlu yıllar tüm dilekleriniz gönlünüzce olsun

29 Aralık 2010 Çarşamba

ÇARŞAMBANIN "Ç " si

Dünkü yorumlarnız için hepinize ayrı ayrı çok ama çok teşekkür ederim.O kadar içten yorumlar yazmıştınız ki ayrı birer hediye oldu bizim için.Blog arkadaşlarım dışında beni sessiz sesiz izleyen ama dün yorum yazıp ses veren ;Atina'dan Derya ve Ayvalık'tan Necla Geyik'e de yine ayrıca teşekkür ederim.Bal kadar tatlı kahve gibi keyifli arkadaşım ise inanılmaz bir renk tat kattı bu günümüze bu tat ileriki günlerde yaşanıp anlatılacak...

Biz dün aynı eski günlerde ki gibi plansız programsız bir gün geçirdik...Gönlümüzün çektiği bir yerde yemek yedik, vitrinlere baka baka dolaştık kritik yaptık, günün mana ve ehemniyetine uygun bir romantik komedi film seçip sinemaya gittik eve gelince bir kutlaşmada ev de yaptık...İzlediğimiz film ''Başımıza Gelenler''...Çok hoş bir romantik komediydi ...tavsiye ederim.


Geçen hafta yapıp da yazamadığım, kayda geçmesini istediğim şeylerden biri, Ebrucuk'da yaptığımız dördüncü geleneksel erken yılbaşı partisiydi.... Çok ama çok eğlenceliydi,,,Zeyanın getirdiği şimdi adını hatırlayamadığım oyun ve kaflarımızdaki kırmızı taçlarımızla çok eğlendik.

Cancan'lar yeni evlerine taşındılar ve taşındıkları gün biz Cancan'la gece yarılarına kadar uzanan bir gün yaşadık...Yeni evine giderken o uykudaydı ama eve girerken gece yarısı trenine bay bay tren demeyi ihmal etmemiş:))


Bir Erenköy pazarı daha yaptım ve Viskoncu İbo'dan bir kadife eşofman altı daha aldım...kesinlikle diz yapmayan, dikişsiz eşofmanları favorim oldu...

Kitabım ''Kolera Günlerinde Aşk'' yavaş gidiyor, çünkü uykum çok çabuk geliyor bu sıralarda...Ama sırada bekleyen kitaplarım için çok sabırsızım...

Her gün aldığım yeni yııl kartları günüme ayrı bir tat katıyor...LEYLAK DALI çok farklı bir şey yaşamamıza neden oldu bu yıl...Kartlarımı yılın son günü toplu gösterime sunacağım...hepsi öyle güzelki kimi el emeği , kimi özenle seçilmiş, Türkiye'nin dört bir yanından gelen kartlar.


Bu günlük bu kadar olsun şimdilik ....

Günün yemeği-hamsi tava
Günün filmi-AKDENİZ
Günün kahvesi-karamelli
Günün çayı-yasemin
Günün işi-çamaşır katlama

28 Aralık 2010 Salı

çıktık açık alınla 29 yılda her savaştan

Fındıkzade de ki evin penceresinin dili olsa da anlatsa sana,yolunu ne çok beklediğimi...İstiklal caddesinde bir yerlere takılıp kalmışmıdır o gençlik kahkahalarımız...Kumburgaz...Gümüşyaka sahillerindeki ayak izlerimiz silinmişmidir çoktan...Bilecik"de ki gelincik tarlaları hatırlar mı O asker ç0cuğun nişanlısı için bir günlüğüne kaçmayı göze alıp gelincikler arasından ana yola çıkmayı göze alışını...Öyle çok gezerdik ki 0 karartma gecelerinde Annemin ödü patlardı biz eve gelene kadar...adaklar adardı kadıncağız evlendiğiniz gün aç köpekleri doyrucam diye...iyi ki bu günkü kadar teknolojik bir zaman değilmiş o zaman da gönlümüzce gezebilmişiz,evden çıktıktan sonra nerede olduğumuzu bir tek bizim biliyor oluşumuzun cazibesi dayanılmazdı...

Bu gün tam 29 yıl olmuş...hava da aynı 0 günkü gibi soğuk ama kalbim de aynı o günkü gibi...
0kulu o gün iyi ki kırmışım iyi ki 0 gün sizin okulda boykot varmış, iyi ki ama iyi ki evlenmişiz yeşil parkalı çocuk.

24 Aralık 2010 Cuma

Çok Can'lı çok heyecanlı





Sözün özü biz bu gün bunları yaptık... Yılbaşı ağacı süsledik... Bing Bang öğrendik...evi çok ama çok karıştırdık, darma duman ettik...

23 Aralık 2010 Perşembe

bak postacı geliyor

Malum bizi Yeni Yıl Kartları etkinliğine katılanların gözü kapıda bu günlerde...Her gün farklı bir heyecan yaşıyoruz....
Dün bizim kapımızı Noel Baba Leylak Dalısı çaldı... Böyle demekte haklıyım çünkü paketten evdeki herkes nasibini aldı...

Kartın zarfına kadar o kadar düşünülerek , zarifçe hazırlanmıştı ki, elime aldığım her şey beni düşünülerek hazırlanmıştı ki duygularımı tarif edemem...En komiği Naziş eve gelince kendine bir broş seç dedim, seçimi onlara bırakmıştı çünkü Leylak Dalıcım...oh iyi ki doğru eve gelmişim Gamze'den öne seçeyim dedi...Gamse gelince bak senin broşun deyince- yazmışmıydı Leylak Teyze hangisinin kimin olduğunu dedi- evet dedim:)O sırada Naziş çoktan mis kokulu broşunu paltosunun yakasına takıp evden uçmuştu... Resimde yok o yüzden... Bir de o şahane ayracım resimde tam çıkmamış...o ikisi ayrıca resimlenecektir...Filmler ,kitaplar her şey her şey öldürücü ölçüde cezbedici...ben o deftere nasıl kıyar da yazı yazarım, hem de benim o eşi menendi bulunmaz yazımla:))Dün akşamdan beri elimi üstüne sürüyorum zaten....Çünkü kapak dokusu bir tuval ve üstünde Monet'in bir tablosu var...

Can Leylak Dalıcım her şey için özellikle de yaşamımda var olduğun için bin teşekkür sana...

22 Aralık 2010 Çarşamba

yeni yıl kartları




Bu günlerde Leylak Dalıcımın başlattığı yeni yıl kartları etkinliğinin heyecanı içindeyiz... Hergün tanıdık tanımadık bi sürü kişiden yeni yılımı kutlayan, güzel dileklerini ileten kartlar alıyorum...Yurt dışına çıkarken , ya da ameliyata girerken atılan , ya da kendi elleriyle yaptığı miss kokulu sabunlarından kartlar yapıp gönderenler var, gözlerimi ışıl ışıl eden, günüme renk katan...

Ben, madem nostalji hadi tam yap kartları Cağaloğlundan al, Sirkeci Büyük Postaneden de postaya ver diyen diyen kocama uydum ve dün ilk iş Cağaloğluna gittik. Hava mis, güneş gözlüklerimi almadığıma bin pişman ben... Tabi gittiğimizde gördük ki kart sektörü mevta... Bir dükkan bize bir yer tarif etti, bir pasaj ... oraya gittik ki o pasajdaki dükkanlardan bir iki tanesi direniyor... Ben Eski İstanbul kartlarına yönelirken, Koca kişisi - Lale bak , ünlü ressamların tablolarının kartları var, çok güzel dedi... hadi o Zaman dedim, İstanbululara tablo, İstanbul dışına eski İstanbul kartpostalları...Kart işini bitirdik... Karnımızı bi güzel doyurduk sonra Büyük Postaneye gittik...

hatta delil olsun size resmim bile çekildi ama nasıl kalabalık anlatamam... hadi evimize , yayıla yayıla seçe seçe yazarım dedim... E tabi hemen eve dönmedik, Mısır Çarşısıydı , Tahtakalesiydi bi güzel dolaştık.

Mısır Çarşısı çıkışından kestanelerimizi aldık, Vapurda çayımızı söyledik... arada bi koltuğu sehpa yaptık kendimize gıldır gıldır konuşa konuşa geldik. Bu gıldır gıldır konuşma lafı Kayınvalidemindir... Mırıl mırıl sohbet falan yerine, ya da keyifli keyifli yerine kullanırdı galiba:)


Akşam yemeğinden sonra ben kartlarımı aldım yayıldım ama dizim de başlayacak derken Gamsegamse ve Kocam zarfların üzerine adres yazma işini üstlendiler:) Ve bu etkinlik hem yeni yıl nostaljisine hem de ayile dayanışmasına örnek oldu :)
Naziş bir şey yapmadı mı derseniz O da, kartpostallardaki tabloların ressamları yazılmış ama tablo isimleri yoktu onları bilgisayardan bulup bizi bilgilendirdi...Mesela benim adını Hasat kaldıran kadınlar diye tutturduğum tablonun adı Başak toplayan kadınlarmış pek ayıplandım...Uydurukçulukla suçlandım...

Bu da Gamse'nin öğrencilerinin tenefüsde öğretmenlerine yaptığı sürpriz... yerim ben onları.

20 Aralık 2010 Pazartesi

pazartesi mahmuru ve bir film bir kitap klasiği

Sakiiin, yavaaaaş bir hafta sonu geçti... Hiç dışarıda program yapmadım... Hafta sonuna doğru yaptığım bir okeyciler buluşması ve Gamsegamse ile yaptığımız bir alışveriş akşamı bu haftanın tek dışarda olan programlarıydı... Alışveriş akşamı hepsine bedeldi zaten:))

Son derece uykusuz bir gece geçirdim... aynada kendimi görünce bunun boyutlarını da anladım... Saçlarım sanki topuz olmuştu, aynada bakan sanki ben değildim...gözlerim çökmüştü yüzüm bembeyazdı... Kitap okudum... tv izledim... Odayı zifiri karanlık yaptım yok... Birde uyku kaçınca akla gelen milyon saçma düşünce de cabası...

Yeni kitabım; Kolera Günlerinde Aşk... Aslında yeni demek biraz haksızlık olur, kitap bundan dört yıl önce falan bir Bodrum tatili dönüşü konaklama tesisindeki kitapçıdan alınmıştı... Konaklama tesisi kitapçısı deyip geçmeyin, çok güzel bir kitapçıydı ve en önemlisi satıcı ne sattığını biliyordu elime aldığım her kitap hakkında konuşmuştuk... Bu kitaba ben bir ara başlamışım, hatta burada yazmış bile olabilirim. Demek ki gözlerimin bozukluğunun artık iyice doruğa ulaştığı zamanlarmış ki, ne kadar küçük baskılı, zor okunuyor falan demiş , keyif almamış bırakmışım... Sonra, O japon kadın maceramı hatırlarsınız, gözümün bozuk olduğunu anlamama neden olan... Galiba araya başka kitaplar girmiş, hatta bu kitap okunmuşların arasına kalkmış. Geçen kitaplık resimlerini çekerken gözüme ilişti...Asla atlamayacağım çok isteyerek aldığım, hatta okuyacağım diye filmini izlemediğim bir kitap... Neyse işte bundan sonraki günlerde okuyacağım ve hakkında kafanızı ütüleyeceğim kitap budur...

Bir yerlerden güneş göz kırpıyor, bu gün pazarımız da var... biraz pazar dolaşması, belki bir Üsküdar'a yürüyüş... Bu gün biraz yemek stoklamam gerekiyor çünkü bu hafta çok yoğun...

Düzenleme: Bir de filmim var sözünü edeceğim... Copie Conforme- Aslı Gibidir...Juliette Binoche severler için... Film genelde konuşmaya dayalı temposu ağır...Ama kaçırılmayacak cümleleri var... Filmi izleyin sonra düşünün aslı nedir kopyası nedir bir şeyin... bu konuda kafanızın karışması ve bu konuyu yeniden düşünmeniz garanti... Mona Lisa'nın gülüşünü bile sorgulamanız olası:)

Toskana'da aşk başka nasıl anlatılır? Aşk yuvası küçük oteller, kafelerde birbirinin gözüne bakan âşıklar... Bir çift gibi görünmeye çalışan bir kadın ve bir erkek... Adam, bir konferansa konuşmacı olarak katılan İngiliz bir yazar; kadın, Fransa'dan gelen bir sanat galerisi sahibi. İşte herhangi bir zaman, herhangi bir yerde, herhangi birinin başına gelebilecek bir öykü...

Veee günün şarkısı Leylak Dalıcımdan geldi...Yes I love you diye bağırabilenlere:)

günün yemeği: Kuru fasulye , pilav, kelek turşusu
...burada tarifi var... bizimki Babamın getirdiği lezzetlerden yoksa bunu asla yapmaya cesaret edemem... yapılışını görmüştüm bin türlü işi formalitesi var... Ana madde olgunlaşmamış kavun...

düzenleme:2- günün çay önerisi... mürdüm erikli ve üzüm çekirdekli...Doğadan'dan... kokusu mu, rengi mi, tadı mı daha güzel karar veremedim...





günün videosu ve haberi... haber konusu Hala kızı Fundanın bir araştırması...burada

18 Aralık 2010 Cumartesi


Serose ile geçen gece yarısı biraz yazıştık ve bana bizim evin kitaplığını merak ettiğini yazdı... ben de söz dedim, hem kitaplığı hemde evin sağındaki solundaki kitap birikintilerini sana resimleyeceğim... iş bu post o yüzden düzenlendi...
Üstteki kitaplar Naziş'in baş ucunda okunma sırası bekleyenler bu sayede onun büyülü , gizemli kitap dünyasına meraklı olduğunu anlayabilirsiniz... buranın bir de yan tarafı var Nartlar ve Çerkesçe ile ilgili kitaplar var, ama orası nedense silik çıkmış koymadım... Gamse'ye ait bölümde bunun devamında o resimde çok başarıszdı onlarıda başka zaman resimlerim... Gamse'nin bölümündeki kitaplar ise evin en neşeli en romantik kitaplarıdır... Ara ara oraya da dadanırım yani...


Burası benim ayakucu kitaplığım:)) Yatağın alt kısmında da ondan, baş ucu kitaplarım yerleşmek için Zuz ve Berfu'nun 10 gün önce ölçüsünü alıp hemen siparişini vereceklerini söyledikleri benim tasarımım bir aksamı bekliyor, L şeklinde yatak baş ucunu ve yan tarafını kaplayan bir şey olacak... üstü kumaşla da kaplanacak... buradan yazarsam belki hızlandırırlar...




Burası kitaplıktan çıkıp depolama alanına dönmüş bir kitaplık artık... bazı bölümler çift sıra bazı bölümler üç sıra...neyseki duvara gömme olduğundan pek kötü durmuyor...Görünmeyen alt kısımda genellikle İngilizce romanlar ve eski çocukluk kitaplarımız var, hepimize ait...

Serrosecim tamam mı:))

17 Aralık 2010 Cuma

BAL'lı yazı


Bu günün filmi çoktandır izlemek istediğim BAL'dı...Hıncal Uluç Türk Sinemasını iki bölüme ayırmıştı Baldan önce Baldan sonra diye... o sözü duyunca hemen izlemeliyim dediğim filmi bi yıl sonra falan bu güne bırakmak nasıl bir şey bilemedim ama sonunda izledim...Yakup,o ulu ağaçların altında orman yolunda yürürken onu adım adım izledim sanki... O tür ağaçların altında gezmişliğim hatta oyle bir yerde tatil amacı için bile olsa yaşamışlığım olduğu için kendimi daha bir konunun içinde buldum. O yaprakların üstüne ben de bastım sanki hırç hırç gırç gırç...Bir kaç yaz böyle ulu ulu yüz yıllık ağaçların içindeki bir evde tatil yaptık... Ağaçlar arası salıncaklar kurup, geceleri komşularla ateş yakıp , ateş etrafında doyumsuz sohbetler ettik... helva kavurduk... bi helva muhabbetim de hep var niyeyse:) yani ben Balı kendimce izledim değerlendirdim... zaten takdir edilmiş bol ödüllü bir film... İzlemeyenler varsa tiz izlesin...

Dün akşam her perşembe akşamı olduğu gibi iki diziyi üst üste çaktım... Türkan'da Fatmagül'de formundaydı dün akşam... Sonra kitabımı okudum...

Dün biz Cancan'la birlikteydik... Bir palyaço muhabbetidir gidiyor... Burnunda palyaço burnu , kafasınıda renk renk sardırıyor... Akşam telefon açtılar, munum Cicianne'de kaldı demiş, bizim yatağın içinden çıktı...Güzel haber Cancan'la Zeya artık komşu oluyorlar... Artık bir taşla iki kuş vurabileceğiz...

Ben filmimi zilerken kar yağmaya başladı, eğer şöyle güzel bir yağış olursa koruya gitmek istiyorum...

düzenleme:Kar yağmadı...koru yürüyüşünü iptal edip, zeytinyağlı yaprak dolma sardım, hatta öyle bi şeyini çıkarmışım ki afedersiniz, birazıda derin dondurucuya kalktı... Peki hepsi iyi hoş da, koru yürüyüşünün alternatifi dolma sarmak gibi bir şey olabilirmi?...e oldu bile artık... Yarına Allah kerim...

16 Aralık 2010 Perşembe

Firarperest


Firarperesti okumaya devam...Bu kitap okuduktan sonra kaldırıp bir kenara koyacağım bir kitap değil bazı yazılarını dönüp tekrar okumak istiyorum...Araya sıkıştırılan hikayeler, meseller var... ve iyiki güncelliğini kaybetmeden okuyorum, çünkü güncel olaylara yapılan göndermeler de var... Dün gece gözlerimi kapattığımda Arjantin'in dağlarında; organik tarım yapan ve gece yatağına uzandığında Mevlana'dan beyitler okuyan kadını düşündüm... İki kez gittim Konya'ya demiş, ben henüz bir kez bile gidip görmemişken...




Ve İncinin imtihanında...İnci tanesi ülkem, doğunun en batısında , batının en doğusundaki , arafda ki ülkem derken Elif Şafak, bir baktım inci taneleri yuvarlanmış yanaklarıma... ve anladım başka bir yazısında Gülistan'ın hikayesini anlatırken, kitabımı neden kızkardeşlikle diye imzaladığını...



Evet okumasam üzülürdüm diyebileceğim kitaplardan biri oldu Firarperest... Bir kaç kişi bu konudaki fikrimi sormuştu, budur fikrim...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Kısa kesicem.çünkü sabah bilgisayarı açtığımda klavye mefta olmuştu...bu ekran klavyesi...

Akşam malum dizi faslı...Bu Mete yürür gider demiştim koşuyo hatta kükrüyo...Anlarım bu işten,ben o çocuğu ta ilk oynadığı reklamda keşfetmiştim...yalnız Babaanne bu strese daha kaç bölüm dayanır bilemem...Soner, var mı abi ya kendi çocuğunun gönlü hoş olsun diye başkasının çocuğunu harcamak...

Kitap ,Firarperesti düşündüğümden de iyi buldum...ağzıma tarçınlı akide şekeri atmak istiyorum hep...Elif Şafak okurken her zaman dikkatimi çekmiştir.Bazı kelimelere fazla takılır. Mesela son tahrirdeyi tüm yazılarında, romanlarında çok kullanır,benim de sevdğim bir kelimedir ama bu kadar sık karşılaşınca algılar açılıyor,artık her sayfada acaba diyosun...Bu kitapta da akide şekeri bolca geçiyor... Bir de, bu kitapda yazar kimliğinin dışında bir Elif Şafak var...Anneaannesi,,Annesi,Kocası,çocukları var...Yazıların kısa kısa oluşu,insana hadi bi yazı daha , bi yazı daha okuyayım duygusu veriyor...


Günün programı okey grubuyla buluşmak...günün lezzeti teee Niksar"dan gelen zambak reçeli...
geçen yıl burada anlatmışım tarifini neyin burada




Buğday tanesi veROBOTS, DOODLES and ORANGE BUBBLES yeni yyıl kartlarınız için çok teşekkür ederim...

14 Aralık 2010 Salı

salı mırıltısı

Dün gece Keyif Evini bitirdim...İki kadeh kalecik karası eşliğinde:) Ne yalan söyleyeyim keyif keyif okudum... Ama eski klasiklerin o ağdalı tarzını, tadını bilmeyenler okumaya kalkmasınlar... Onca ismin içinde konuya odaklanma konusu var bir de...Ben okumasam olmazdı dedğim kitaplardan birini bitirdim... Ve kısa zamanda bir Balzac bir Austen kitabı okumaya karar verdim... Mesela Jane Austen'in Umut Parkını yeniden okuyabilir Funny'nin dünyasına yeniden dalabilirim...

Kitabım bitince neye başlayacağıma karar veremedim... Bu tür durumlarda hemen bir deneme kitabı alırım elime... bir kaç yazı okumak , hem bir önceki kitabın havasından çıkarır hem de bu arada değişik fikirlerle karşılaşma fırsatı verir... John Berger'den iki yazı okudum...Sonra iki kitap aldım yanıma yatağıma girdim, millet içerde Ezel seyrede dursun...Biri Semoşumun hediyesi Takunyalı Führer... çoktandır politik bir şey okumadığım için bunu seçtim...Diğeri Zaide Smith'in İmza Toplayan Adam... daha önce elime almış bırakmışım nedense... İki kitap arasında karar vermek için ikisinden de biraz okudum... İkiside ilginç geldi... Ama akşamları Takunyalı Führeri okumaya karar verip , İmza Toplayan Adamı yine öteledim...Kaderinde itilmek kakılmak var zavallının,alalı da epi bi zaman olmuş, araya hep öncelik tanınan kitaplar girmiş... Bu gün sadece ve sadece Firarperesti okuyacağım çünkü Gamse akşamları onu okuyor(muş)...Ne zaman görsem elinde kitabı tutuyor ama telefonda konuşuyor:)

Bu gün evci yazıldım yine... Dün dip köşe temizlik yapıldı o depresyonik halime iyi geldi... temizlenmek paklanmak... Bir kaç çeşit de yemek attım dolaba oraya buraya... bu gün yan gel Osman bi dönüm bostan zamanı o yüzden...ama yarın okeyciler buluşuyoruz

vee günün filmi...çay ...kahve ve eti cin eşliğinde izlendi... uzun zaman uğraştım bu film için, bakmadığım yer sormadığım kişi kalmamıştı kii bulunverdi...sonunda tüm çabalarıma değen bir film izledim ... Zeya İtalyancasını teklif etmişti ama biraz dil sorunu vardı:))) Film bizim Sinema Mucizedir filmi tadında...


Bu filmde mutlaka izleyiniz tavsiyesinde bulunacağım filmlerden biri...

FİLM BİLGİSİ

Tür : Dram / Romantik
Yönetmen : Giuseppe Tornatore
Senaryo : Giuseppe Tornatore , Vanna Paoli
Görüntü Yönetmeni : Blasco Giurato
Müzik : Ennio Morricone
Yapım : 1988, Fransa / İtalya , 123 dk.

Oyuncular

Jacques Perrin (Salvatore Toto Di Vita (Yetişkin)) , Marco Leonardi (Salvatore Toto Di Vita (Genç)) , Salvatore Cascio (Salvatore Toto Di Vita (Çocuk)) , Philippe Noiret (Alfredo) , Antonella Attili (Maria Di Vita (Genç)) , Pupella Maggio (Maria Di Vita (Yaşlı))

Artık ünlü bir yönetmen olmuş Salvatore, 30 yıl sonra bir arkadaşının öldüğü haberi üzerine doğduğu kasabaya geri döner. Kasabaya geldiğinde eski anıları canlanan Salvatore, Cinema Paradiso isimli sinemada projeksiyoncu olarak çalışan Alfred ile ilişkilerini hatırlar.

Küçük bir çocuk olan Salvatore, günlerini Alfred’in yanında geçirmekte, filmlerle ilgili konuşmakta ve Alfred’in sinema konusunda deneyim ve bilgilerinden yararlanmaktadır. Babacan tavırlarıyla Salvatore’nin hayatında önemli bir yere sahip olacak Alfred sayesinde sinemaya olan aşkını ve tutkusu keşfedecektir.

Sıcaklığı ve anlattığı yazlık sinema kültürüyle de Türk sinema kültürüne yakın bir noktada duran Giuseppe Tornatore’un başyapıtı Cennet Sineması, 1989 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmasının ardından Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı'nı da ülkesine götürmüştü.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Neredeyse öğle olmuş... Ev; hafta sonundan kalma... ama sanki hala uykum var gibi...huzursuz bir gece geçirdim bölük pörçük... yattım kalktım... her seferinde Kocam nereye diye sordu, ayol nere gitcem acaba...midem ağrıdı... gaviscon içtim falan filan...okuyamadım , biraz tv izleyeyim uykum gelir belki dedim , izleyecek bir şey bulamadım....Kar yağıyor mu? diye baktım, yağmur yağıyor mu? diye baktım.Sabah oldu kalktım o kadar.

en iyisi kafam yerine gelene kadar bu şarkıyı dinlemek

11 Aralık 2010 Cumartesi

cumartesi panayırı



Ben sabah kaaar diye bağırdığımda Kızlar karın içine dalmışlardı bile ... Aynı anda Kocam da bana sürpriz yapmaya geliyormuş...nasıl gördün hemen dedi, perdeler bile henüz açılmamışken... Tıp tıp cama vura vura beni izlediğim filmden koparmıştı ben de kalkıp bakmıştım çünkü:)))

Kızların gidişinden iki saat kadar falan sonra Biz de yani Cancan ve Annesi ile birlikte yola çıktık..Kızların okulunda “Weihnachtsbasar / Yeni Yıl Panayırı vardı... Okulun olduğu yere yakınlaşırken bir kar fırtınası ile karşılaştık... Cancan kaa kaa oynayacam , inelim diye avaz avaz bağırmaya başladı... Cancan bu otoban motoban dinler mi? koltuğumu arkadan tekmeleye tekmeleye bi hal oldu... Güzel güzel alışverişler yaptık, Naziş ve Gamsegamse'nin öğrencileri ve velileriyle, öğretmen arkadaşlarıyla tanıştık... İltifatlar aldık...övgüler duyduk...Gururlandık... .yedik içtik...özellikle sıcak şarap ve yanında ikram edilen kurabiyeler çok güzeldi... Tombalada en karlı benim çıktığım söylendi:)) Cancan Ablalarının görevli olduğu atölyelerdeki etkinlik çalışmalarına katıldı... Bütün kurabiye statntlarından birer kurabiye aldı bize arkasından boncukla ödeme yapmak kaldı... Girişte boncuk satın alıyorsunuz , sonra artık para geçmiyor... bu ne kadar diye soruyorsunuz üç boncuk diyorlar mesela... yine mesela ben 5 boncuğa cam üstüne , taş işlemeli bir çay takımı aldım... pek bi oryantal bişi... böle görümcelerim filan geldiğinde çıkarırım artık:)) Elde edilen kazanç aynı semtteki; kardeş okula olduğu gibi aktarılıyor...

Eve gelirken yine kar boran bizim tarafa geldik ki kar sadece atıştırıyor ama kuvvetli bir rüzgar vardı... Eve girer girmez ilk iş çayı koyduk...

Bu arada sabah bir film izledim çoktandır cd ktusundan el edip duruyordu ... Çok hoş bir kapağı var daha bu sabah dikaktimi çekti..Resimde gördüğünüz ağaç da filmde baş rol oyuncusu...

.

Bryce ve Julie ikinci sınıfta tanışmıştır. Küçük Juli, Bryce’ın hayatına girmesi ile ilk aşkını da tatmış olur. Ancak durum Bryce için aynı değildir. Kızlardan korkan, utangaç ve sıkılgan Bryce, her ne kadar Juli’yi kaybetmek istemese de, kızın ısrarı ve “hayır” cevabını kabul etmemesi canını sıkmaktadır.
Aradan geçen altı yıl boyunca Juli ve Bryce için işler daha da zorlaşır. Karşı evlerde oturan ve aynı okula devam eden Juli ve Bryce artık ergenlik çağına girmişlerdir. Zaman zaman birbirlerinden uzaklaşsalar da, aralarında hala bir bağ vardır.


10 Aralık 2010 Cuma

sabah sabah vır vır vır dır dır dır

Gitmek zorlaştığında zorluklar gitmelidir... dünkü filmimin cümlesiydi....Esay Virtue... Türkçe adıyla Evlilik Sınavının yani...Bu filmi bulmanızı ve mutlaka izlemenizi istiyorum...Bir tango sahnesi var işte bu kaçmaz...kaçmamalı

Sabah uyandığımızda rüzgar ağaçları yere eğiyordu ve yağmurda elinden geleni ardına koymuyordu... Kızlara böyle giderse gidemezsiniz dedim... onlar da bana tuhaf tuhaf bakıp nası yani dediler:)) Kocam Gamse'ye servise kadar şemsiye tuttu ve sımcak simitlerle geldi...Gamsenin servisinin kalktığı yerde bir fırın var, sadece simit ve kurabiye fırını... şu modern Komşu Fırın'lardan falan değil ha... bildik eski fırınlardan, sahibi de eski tip zaten:))) Bir gün dedim ki - dünkü simit çok tuzluydu- aaaa, bu gün biri daha söyledi bunu dedi... Neyse işte sabahın altısında çayım beyaz peynirim ve simitimle En Son Babalar Duyarı izleyerek kahvaltı yaptık... Sonra ben kahvemi alıp film izlemeye çekildim Koca da haberleri izlemeye koyuldu.Ben internetten son haberleri sürekli izlediğim için , ne dese biliyorum dememe çok gıcık...



Bu günün filmi ise Catherine Zeta-Jones, Aaron Eckhart filmi ;ben ikinci kez zevkle hatta hiç izlememiş gibi zevkle izledim... Bu yağmurlu güne , dışardaki rüzgara ve kahveme çok yakıştı...
Hadi bu filminde cümlesini verelim:)
Keşke hayatın da yemek gibi bir tarifi olsaydı...En iyi tarif de kendi kendine hazırladığın tarifmiş...


Baş aşçı Kate Armstrong (CATHERINE ZETA-JONES) hayatını, Manhattan’daki 22 Bleecker Restaurant’ı yönettiği gibi yönetmektedir: Çevresindeki herkesi hem etkileyen hem ürküten hata kabul etmez bir yoğunlukla. Kate çılgın tempolu her öğünde nefes kesici bir ustalıkla tüm gücünü ortaya koyarak, yüzlerce yemeği koordine eder, leziz soslar hazırlar, her bir yemeği mutlak bir mükemmellikle pişirir ve süsler. Perde arkasında daha rahat olan Kate mutfağının güvenli ortamından sadece kendisine mâl olmuş bir yemekle ilgili iltifatları kabul etmek, ya da nadiren, onun tekniğini sorgulamaya cüret eden bir müşteriyle kapışmak için çıkar. Kate, işten sonra, çoğu akşam gece yarısı bile olmadan yatar ve şafakla birlikte kalkarak o günün taze yemeklerinde kullanılacak balıklar için rakiplerini alt etmek üzere balık pazarına gider. Kate’in mükemmeliyetçi mizacı, ekibine katılan, neşeli ve vurdumduymaz yeni aşçı yardımcısı Nick Palmer (AARON ECKHART) tarafından sınanacaktır. Mutfakların yeni yükselen yıldızlarından biri olan Nick çalışırken opera dinlemeyi ve etrafındakileri güldürmeyi tercih etmektedir. Gerek hayata gerek mutfağa gelişigüzel yaklaşımı Kate’inkinden daha farklı olamaz; ama yine de aralarındaki elektrik yadsınamaz ölçüdedir… tabi granit tezgahtan aşağı sallanan çatalların çıkardığı sesleri andıran uyuşmazlıkları da öyle. Kısa süre önce hiç beklenmedik bir şekilde hayatına giren 9 yaşındaki yeğeni Zoe’yle (ABIGAIL BRESLIN) başa çıkmak zorunda oluşu evdeki dengesini de alt üst etmiş olmasa, işteki bu çalkantıyla başa çıkmak Kate için daha kolay olabilirdi. Parlak ve algıları güçlü bir kız olan, balık kroketi kaz ciğerine tercih eden Zoe doğal olarak Kate’in günlük yaşantısını sekteye uğratmaktadır, ama Kate nasıl yapacağını bulur bulmaz onu evinde gibi hissettirmeye kararlıdır.

9 Aralık 2010 Perşembe

Bir film ve aynı kitaba devam

Bu gün sabah kahvesinin yanında çok keyifli bir film izledim... Şen şakrak bir romantik komedi... Baş rollerden birinde Britney John's un Günlüğündeki; hepimizin tarafını tuutuğu Mark var:)) Çok keyifli bir film olduğu kadar güzel manzaralarda var...Yani benim tavsiye edebileceğim filmler arasında...Film...Esay Virtue... Türkçe adıyla Evlilik Sınavı.. Film 1920 ler Amerika'sında geçiyor... Okuduğum kitap Keyif Evi ise 1890 lar Amerika'sında... bu yakın tarihli kitap ve film sanki birbirini tamamladı... Kitabımdan çok keyif alıyorum. Çok eskilere o klasik romanlara okuduğumuz yıllara götürüyor beni... Jane Austen... Balzac...Emily Bronte... Emil Zola' lı günlere


1920'ler Amerika'sının eğlenceli ve kışkırtıcı havasını yansıtan filmin ana karakterleri, seksi Amerikalı Larita, varlıklı bir İngiliz aristokrat ailesinin vârisi John ve onun aşırı gelenekçi annesi Veronica'dır. John, yeni eşi Larita'yı İngiltere'deki aile evine getirir. Ama Veronica'nın, yeni gelini görür görmez tüyleri diken diken olur. Larita ne kadar çaba gösterse boştur. Evliliğini kurtarmak isteyen Larita ile konumunu, itibarını ve iktidarını korumak isteyen Veronica arasında çıkacak çatışmada zekâlar yarışacaktır


Bu gün Cancan'la programımız var...Akşam konuştuk iki iki dedi, hala gelmesine iki gün var sanıyordu:)) yok dedim iki gün geçti, yarın geliyorsun ... ne yemek istersin dedim-pilav dedi.

Pazartesinden beri evdeyim... diz dinlendirmece programı uyguluyoruz:) ben onu dinlendirmezssem o zaten beni iyi bir dinlenmeye çekecek zaten...

Gün içinde belki yeni düzenlemelerle gelebilirim ama şimdilik arivederci.


8 Aralık 2010 Çarşamba

Balıklı yazı

Bu sabah geç kalktım, Kızların gidişini bile zor duydum. Bu arada bana bir şeyler sormuş ben cevaplamış bile olabilirim.Gamse küçükken bir metod bulmuştu... İzin vermeyeceğimi düşündüğü şeylerin iznini ben telefonda konuşurken beni önce boğuntuya getirir sonra izni araya sıkıştırırdı... Yaşasın Annem izin verdi diye bağırırken ben ancak farkına varırdım... ne niye neye izin verdim diye peşine düşerdim...

Dün akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki' yi izledik ailecek...bu diziden de parlak yıldızlar çıkacağından eminim... mesela Mete bundan sonra yürü gider... Berrin de öyle... Dizilerde bir şey dikkatimi çeker, her baş rol oyuncunun mutlaka bir balıkçı arkadaşı vardır. Ne zaman kafaları bulansa hemen ona koşarlar... O da zaten doğuştan filozoftur hep ikram edeceği bir kadeh rakısı , mangalda balığı hazırdır... Bknz Öyle Bir Geçer Zaman ki... Bitmeyen Şarkıda ki ; Kara gibi...Bir İstanbul Masalındaki Selim'in balıkçı arkadaşı gibi... yani ben olmayanına rastlamadım...ille de baş rol oyuncuyu bir balıkçıya yamayacaklar arkadaş.Balıkçıları bilirim çıktıkları denizler kadar bonkör ve engin gönüllüdürler ama bakalım bu yamanma işinden hoşlanıyorlar mı))









Ya balıkçılık
bonkörlük dedim de aklıma geldi...
Bi tarih Ordu'dayız... Teyzemlerde kalıyoruz... Onların evinin aşağısıda balıkçı barınağı, yan tarafı doğal plaj... denizede oradan giriyoruz zaten... neyse Kocama dedim ki- yarın seni sabahtan erken kaldıracağım ama öle böle erken değil, bildiği erken. Sabah beş buçuk altı gibi kaldırdım O'nu aşağı sahile indik merdivenlerden... Bu arkamdan hem geliyor hemde nereye nereye diyor... O saatte balıkçılar ağlarını çekerler denizden... Bizimki mest oldu manzarayı görünce ... balıklar ağlarda hop hop hopluyor... Balıkçılar hep bir ağızdan maşallah çeke çekek ağlara asılıyorlar... Neyse izledik tam ayrılırken bizi çağırıp bir torba balık verdiler... Kocam para teklif edince de ters ters baktılar:)Resimde gördüğünüz koy tamda orasıdır, teyzemlerin evininde kiremitleri görünür...Onlarında yazdan yaza gittikleri bir ev... Hani hastalığından bahsediyorum ya sık sık O' Enişteme ait bir ev... Ordu'nun hemen girişindedir burası... Şehirler arası otobüsler buradan geçerler... Eniştemle , Teyzem mayıs ayında gidip evi açarlardı... Bizim Ordu'ya geleceğimizi öğrenen eniştem yola çıkar bekler otobüsü durdururdu... burada inin diye... Bir keresinde ben inmemiştim , dayımlar bekliyor, köye kahvaltıya gideceğiz demiştim de bana küsmüştü hatta...İnseymişim keşke.

Yeliz kaç gündür balık yaza yaza canımı balık istetti zaten...En son kocası balığa çıkmıştı:))

Dizi dedik balık dedik yeter bu kadar dedik ve gittik...

7 Aralık 2010 Salı

uyuşuk salı

Allahım nazarlardan saklasın iki gündür evdeyim, bir ara bir atak yapayım hiç olmazssa koru yollarını arşınlayayım dedim ama vaz geçtim...

Kızlara geldiklerinde sürpriz olsun diye bir tepsi patatesli bir tepside kıymalı rulolar yaptım... Sonra çayımı demledim Deryalı Günler , yemekteyiz falan izledim... Bir ev kadının yapması gereken tüm işleri yaptım ve kendimi takdir ettim...

Sabah bir film izlemek istedim daha filmin başında ortalık kan gölüne dönünce kapattım... Naziş Will Smith -yedi Yaşam diye bir film getirmiş bakıştık durduk sonra onuda izlemedim.. Böyle bir kaç filmim var bakıştığımız...

Kitapda hala Keyif Evindeyim ne var canım keyfini çıkara çıkara okuyorumdur belki ama doğrusu uykum geliyor bu sıralarda... Gördüğüm rüyalar ise bir acaip , geçen gece garip sesler çıkara çıkara bağırmışım, Kocam zor sakinleştirmiş tek hatırladığım 155 i aramaya ö çalışıyordum, bir de bir hassasiyet konusu...

Ben çayın altını yakmış unutmuşum :)) gideyim

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bu gün yemek çamaşır ütü günü ilan edildi, günün tek keyfi sabah çay ve tost eşliğinde film izlemek oldu... Film de zaten çay ve tost ile giderdi ancak... Eğlenceli, saçma , romantik gibi falan filan işte... illede izleyin demem ama izlerseniz de bir şey demem...Film When in Roma ... Türkçe adıyla Aşk Çeşmesi...
Bunun dışında bir şey yok... ARTIK AKŞAMA BAKACAĞIZ:)

not: 2011''e nostaljik bir giriş yapmak isterseniz Leylak Dalı'nın düzenlediği Yeni Yıl Kartı organizasyonuna katılabilirsiniz... yandaki logoya bir tık...

5 Aralık 2010 Pazar

Lale bak kış geldi

Hafta Sonu tüm hızıyla geçti gitti...Ve dün gece biz uyurken kış geldi İstanbul'a
Cumartesi akşamı Cancanlarda yemeğe davetleydik... Cancan bizi çok güzel ağırladı:)) En güzeli biz kapıyı çaldığımızda Cicianneee diye çığlıklar ata ata kapıyı açmasıydı... O bağırır, Ayran havlar, bir çığlık bir havlama gürültü kıyamet içeriye girdik...

Cancan , kardeşi olacak ya o yüzden artık her işini kendi yapıyor:=)

Cumartesi gecesi geç saatte eve döndük, kendimi o kadar yorgun hissetim ki hiç kitap falan okuyamadan sızmışım... Gecenin bir yarısı Murat Bardakçı elindeki padişah mührünü aynaya tutup gösteriyordu tek hatırladığım...

Sabah zil sesiyle uyandım, kapıyı açtım ki; karşımda Naziş var, direksiyon sınavına gitmiş, sınava girmiş de dönmüş bile...Sınavı da geçmiş... Biz uyurken kış da gelmiş...

Ben yine koşa koşa yatağıma geri döndüm... Herkes uyutyordu , Naziş de hemen yatağa girdi zaten... Kocama dedim ki, bu gün yataktan çıkmayacağım kahvaltıdan sonra tekrar yatağa giricem, akşama kadar kitap okuyacağım tv izleyeceğim...

Kahvaltıdan sonra bu öğlen bir gibi falan oluyor, Kocam dışarı çıkarken vah vah üzüldüm size bu gün evdesiniz demek dedi... Evet öyleyiz dedik hep bir ağızdan... Salon filmlerine baktık Digitürkün hiç bir şey yok, diğer kanallara baktık, evdeki filmlere baktık canımız hiç birini istemedi bu arada saat de üçe yaklaştı derken hadi sinemaya gidelim dedik... Av mevsimi vizyona girdi... hemen biletlerimizi internetten aldık evden çıkıverdik... Gamse ile Ben... Naziş Neslihanla buluşucağım dedi ve bizim evde nüfus yoğunluğu yine sıfıra düştü... Gamse ile önce bir yemek yedik mağazaları dolaştık , sonrada çaylarımızı alıp filme girdik... Filmi çok beğendim doğruya doğru... Üstünde çok konuşulmadanda gidip gördüğüme çok memnun oldum... Bir arkadaşlarına veda sahnesi var Cem Yılmaz'ın bir Karadeniz türküsü söylediği, o kadar olur...

Şener Şen ve Çetin Tekindor hakkında söz söylemek ne haddime zaten...


Yanımdaki çocuk fazla kıpırdak, önümüzdeki çift fazla öpüşgen olmasaydı çok daha iyi olabilirdi bi de...

Capitol yılbaşı elbiselerini giymişti...

Akşam yemeğinde toplaştık ve Çok Güzel Hareketleri izledik... şimdi okuma vakti... Keyif Evine devam...

3 Aralık 2010 Cuma

Saçlarını dağıtırsııın rüzgarlarla yarışırsııın



Bu başlıktaki tarif bu günkü Ben oluyorum... Bu günkü program kardeş kardeşti... Günler öncesinden yapılmıştı...Kahvaltı sonrası çıktım... Çıktım ama çıkmadan önce kabak tatlısı pişirdim hey gidii...Hava derseniz limonata gibi...miss gibi...Üsküdara indik tık tık Motora bindim... bir hafif rüzgar var saçlarımı uçuşturuyor güneş tepede pırıl pırıl, çiçekçiler böcekçiler... renk renk kedi oyuncaklarını havalara fırlatıp tutan satıcılar...cızır cızır köfte kokuları hele o sucukçu^nun yaydığı koku, bi yanım deniz işte böyle bir güzergahtan yürüyüp, Kabataş oluyo burası:) Finükülere revan oldum...Bu ara İstanbul'u Koreliler bastı, Erenköy pazarında bile fırsat vermediler bana ... sahi ben perşembe günü Erenköy pazarındaydım da...Neyse uzatmayayım... Taksim -tramvay durağına vardığımda ; Zuz , kısa kollu t-Shirtlü, gözünde güneş gözlüğü oturmuş, atmış bacak bacak üstüne beni bekliyor... sanırsınız temmuz ayındayız... Benim üstümde kalın sayılmaz ama , ince bir pardesüm var... beni görür görmez ne o üstündeki çıkarsana diye bağırdı:)

Buluşma sonrası ilk iş aile fularcımıza gittik... Bu sözüm boşa değil, Ankarada oturan dayım bile buradan alır şapkasını beresini... Sonra kardeş kardeş alış veriş yaptık... Teyzemin yolunu tuttuk... Kuzen tayfasıda oradaydı... Teyzem'de yeğenleri için bir güzel masa hazırlamıştı daha doğrusu hazırlatmıştı... Gürcü yardımcıları Sira, enfes şeyler yapıyor yedik içtik bol bol
konuştuk... Teyzem bize 'hatıralarım' diyor, bu sözü beni bi acaip yapıyor her seferinde...

Akşam Zuz Taksim' de daha doğrusu Tüneldeki programı için o tarafa ben İtalyan yokuşundan aşağı Tophaneye doru yol aldım... İtalyan Yokuşundan aşağı inince , tam Tophane'ye açılan cadde üzerinde Züccaciye firmalarının showroomları vardır... Ben her seferinde vitrinlere yapışırım... bir kalem mal bile vermezler parakende... Bu dükkanlardan birinin vitrininde tombik mayolu bir kadın figürü var diye size daha önce sözünü etmiştim hatta... Gamse her görmede - Ane sen sen der hehehehhe...Bu kez açtım kapılarını dedim ki- ürünlerinizi parakende nerede bulabilirim saydı işte D&R, YKM falan filan... oralarda yok dedim... Şimdi hiç bir yerde yok ama üç hafta sonra uğrayın size söz ben size vericem dedi:)))

Bir de Erenköy Pazarı maceram var... Viskoncu İbo ile ilgili... Eşofmanları hoşuma gitti bakıyorum... bana diyor ki, bak abla bu şimdi şöle giy, altına spor ayakkabı giydin mi oldun sportif, şimdi de şöle giy, altına klasik ayakkabı giy oldun şık, nası ama... bak pazara geldin mi burası Migrosun arka sokağı , bulamadın sor ... Viskoncu İbo de... ben de bu çene var ya , bi 12 yıldır buradayım herkes tanır... Biz ayrıldık oradan ağzımızda Viskoncu İbo şağı Viskoncu İbo yukarı eve gelene kadar... eşofmanı da sattı bana ha , hemde pazarın en pahalı eşofmanını:)))



Sonunda Elif Şafak- Firarperest eve giriş yaptı Gamsegamse kanalıyla... Kendi öğrencileri içinde - Sor Bakalım Nasıl Çalışır - Profosör aklı çabuk Dr abuk subuk adlı eğlenirken öğreten bir kitap almış... İşte o kitabı seçerkende Annesi için de Firarperesti alıvermişş...

Bu akşamlık da bu kadar... Kızlar firari... Ben kitap okuyacağım Koca Maçda...Hadi size iyi akşamlar olsunnn... keyifli olsun...

not nazarlık ağrıyan dizim için konulmuştur... iki gündür iyide, maşşallahhh diyorum kendi kendime....

Üff ya tam kapatıyordum , anlatmadığım bi sürü şey geldi aklıma... motorda iki kadın oturdu karşıma, ikisi de oturur oturmaz kitaplarını açtılar... Birinin kitabını göremedim , diğeri Göklere Anlat diye kalınca bir kitap okuyordu ve yarılamıştı kitabı... Orhan Pamuk çok haklı , Türkiyede ki okuyucu profili kadın derken. Sonra motordan indim otobüs kuyruğunda bekleyen kız akşam karanlığında arabaların , sokak lambalarının , vitrinlerin ışıklarının aydınlattığı o ortamda evindeymişcesine rahat rahat kitabını okuyordu... Geçen hafta Naziş'le akşam kaçamağı yapmıştık hani Kadıköy'e ... Alkım Kitabevine doğru yürüyoruz,, karşımızdan bir genç kız geliyor, kitap okuyarak yürüye yürüye... Nasıl ya demişiz ikimizde... Nazlı dedi ki- bu kadar bırakılamayacak, sokakda yürürken bile okumaya çalışılacak kitap ne olabilir ki , aynen dedim valla aynen senin gibi düşünüyorum... Kamera şakası gibiydi...

Eve gelince hemen Göklere Anlat nasıl bir kitap diye baktım , şöyle bir tanıtım yazısı vardı...


Erica James'in duyarlı öyküsü, otların üzerindeki çiğin parlak tazeliği gibi... Baştan sona keyifle okunuyor.

-Sunday Express-

Komik, üzüntülü ve sinirlendiren ama elinizden bırakmadan okuyacağınız mükemmel bir başyapıt.
-Woman's Realm-

Okuyucular, duygusal ve iğneleyici bir üslubun karışımı olan bu enfes romana bayılacaklar. -Daily Mail-

Skandal, öfke, suçlamalar ve öç, hepsi Erica James'in bu sürükleyici romanında bir araya gelmiş. -Stirling Observer-

Çocukluğunda Lydia ve kız kardeşi, daha önce hiç tanımadıkları büyükannesiyle büyükbabasının yanına gönderilir. Bu, onlar için acımasız ve sevgisiz yeni bir dünyadır. Yaşadıkları Lydia'yı büyümeye zorlar. Lydia sırları saklamayı ve kimseye güvenmemeyi öğrenir. Suçluluk duygusu ve ıstırapla yaşamına devam eder.

Bir yetişkin olduğundaysa, güzel Venedik şehri Lydia'ya huzur, başarı ve hatta aşk sunar. Fakat bir yabancının yüzü onun, son yirmi sekiz yıldır kaçtığı geçmişine yolculuk yapmasına neden olu

Tamam bitti gidiyorum zaten Leylak Dalıcımın tarifiyle aynen koridor yolluğu gibi bir yazı oldu...

Kuzguncuk Gecesi






Çarşamba akşamı Zuz , Zeya ve Ben bir Kuzguncuk akşamı yaptık...Önce Hayat Kahvesinde oturduk, yemeğimizi yedik , sohbetimizi ettik... ilerleyen saatlerde de çay ve mozaik pasta ile şahane bir final yaptık... Zuz, dehşetle mozaik pastaya bakarken biz ne güzel diye diye yedik. Ben lisedeyken mozaik pasta yapmayı yeni öğrenmiştim sürekli yapardım, dolaptan hiç eksik olmazdı... Yağlı kağıtlara sarar sarar buzluğa atardım... Zuz Hanım , ben o kadar çok yaptığım için nefret etmiş, bakamıyomuş bile bak bak:)) Etli yaprak sarma ve iç pilavıda çok yapıyorum onlardan niye nefret etmiyosun he:)) Neyse ben konuyu sulandırmayayım. Saat 10.30 gibi falandı oradan çıktık, özellikle saati söylüyorum... Düşünün 1 Aralık gecesi , dışarısı nasıl ılık , üstümüzde hafif bire ceket veya mont... Hadi deniz kıyısına yürüyelim dedik...
oturup yemeğimi yediğim divanı görüyorsunuz değil mi, aynı ev gibi..




Bu bir eczane vitrini:)

Eski kitaplar ve dergiler satan kitapçı...


Ve kocamla benim mekanımıza geldik... Şu Süper Babadaki Fiko^nun arkadaşlarıyla ourduğu yer, meşhur İsmet Baba lokantasının yanı burası... isterseniz oradan çay kahve servisi yapılıyor hemen deniz kıyısına, şipşak bir sehpa açıyorlar önünüze hemen..
Kedi sanki dünyanın en doğal işini yapıyormuşcasına çıktı Zuz'un kucağına oturuverdi...
.
Köprü tüm haşmetiyle renkten renge girip bize eşlik etti ben en çok mor renge büründüğü zaman seviyorum...
1 Aralık 2010 da kayıtlara böyle geçsin...

Bunları dün akşam denedik... Nazlı markette görünce çok komiğine gitmiş ama tatlarını beğendik... özellikle kurabiyeli olan..Madem yaşamdan yazıyoruz alın size yaşamdan yeni bir tat...

Bu günkü program Zuz ile kardiş kardiş Taksim...

2 Aralık 2010 Perşembe

Mimci geldi hanımmm hemde Calvino'lu

Bu mim Hayat İzlerim'den geldi... Ben de çözemedim leylak Dalıcım gibi Italo Calvino'nun mimle ilişkisini, benimle olan ilişkisi bir gece yarızı Zuz'un kitaplığında karşıklaşıp okuduğum '' Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu'' ile başlamıştır ve orada kalmıştır... Kitap hoşuma gitmişmiydi onu bile hatırlamıyorum.

Şimdi gelelim mime...
Okumana gerek olmayan kitaplar: Küçükken tuvalletteyken bile boş durmayıp deterjan kutularının üstünü falan okurdum , o yüzden hiç bir kitabı gereksiz bulmam... Görüşlerime ters gelen kitapları bile okumaya çalışırım ki, neye karşı çıktığımı daha iyi anlayıp anlatabileyim...
Ama bilim kurgu okumaktan hoşlanmam diyebilirim...

Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar: Eski Yunanda Homerosun yazdığı varsayılan Ulysses Destanı...10 yıl süren bir yolculuk düşünsenize

Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar:Arayıp da bulamadığım kitap yok...Tüm yayınevlerine , kitapçılara ulaşabilecek bir yerde oturuyorum... Ama ATALETİN aklıma soktuğu ve bütün kitapçılarda kalmadı efenim cevabını aldığım Karagöz ile Boş Verin Beni... Ferhan Şendoy'un sanırım ya basılmıyor ya da bana vermiyolar:))

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: Şu anda üzerinde çalıştığım konu, İstanbul'u bir kez daha keşfetmek... Sonra kendi kitabımı yazarım, şurda yiyin şurda için, aman şurlara ayak dahi basmayın falan derim...' (dil bilimcilere özel not, şurlar burlar özel olarak öyle yazıldı bi atraksiyon bi komiklik unsuru falan olsun diye)

Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar:Sevgili Arsız Ölüm- Latife Tekin...Semerkant- Amin Maouluf

Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar : Öyle bir sistemim yok valla...

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: Bazı yazarlarım var hoh dese beh dese okurum...onlar yanyana dizelerim, gelir geçer bakarım sonra Babam gelir bi karıştırır artık onları ben bile bulamam zaten...

Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: Haruki Murakami kitapları bitecekler diye ödüm kopa kopa okurum en şağı 600-700 sayfalık kitaplarını:)))

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar:Yüz Yıllık Yalnızlık... Araf...Semerkant... Doğunun Limanları


Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: Yok artık öle bişi yapmam ben... Okumamın zamanı gelmisse okurum oy artık şu Limon Ağacı^nı bitirme zamanım gelsin...

Teşekkürler Özlemcim...

1 Aralık 2010 Çarşamba

İki film bir kitap

Önce film...Önce benim görüşüm:))
Burada zaman zaman kitaplar ve filmler hakkında yazarım...ama size bu kitabı mutlaka okuyun aman bu filmi sakın kaçırmayın diye her seferinde söylemem... Şimdi söylüyorum bu filmi mutlaka izlemelisiniz... Bir sonra ki sahnede ne olacağını tahmin edemeyeceğiniz... aklımı neredeyse duracak sandıran bir final... elim ağzımda öylece kala kalmışım haberim yok...Filmi zilerken hayallerin peşinden mi ? gitmeli yoksa hayatın götürdüğü yere mi? sorusunu kendinize soracaksınız sık sık...


Oyuncular
Christopher Eccleston (Jude Fawley) , Kate Winslet (Sue) , Liam Cunningham (Phillotson) , Rachel Griffiths (Arabella) , June Whitfield (Drusilla Teyze) , Berwick Kaler (Çiftçi Troutham) , Caitlin Bossley (Anny) , Emma Turner (Sarah)

Filmin Konusu & Özeti
Toplumun klişeleşmiş bakış açılarını yıkmak zordur. Sürekli gelişme ve öğrenme arzusu ile yanıp tutuşan duvarcı Jude Fawley, zor olan herşeyle mücadele etmeye hazırdır. 19. yüzyılın, insanları belli statülere hapseden hiyerarşik anlayışını yıkmakla mücadele eden Fawley, öğrenme arzusunun da etkisi ile üniversitenin bulunduğu kasabaya taşınır.
Bu kasabada tanıştığı Sue, olmak istediği insanın cisme gelmiş hali gibidir. Akraba olmalarına rağmen aralarında engellenemez bir çekim başlar. Ama toplumun, aykırı olana saplamaya hazır dişleri, hemen bu iki aşığa yönelecektir. Kendilerini yargılayan toplumla olan mücadeleleri, aşk ve özgürlük adına verilen en onurlu mücadelelerden biridir.
Thomas Hardy’nin romanından uyarlanan film, Britanya’nın en ‘çılgın’ çocuklarından birinin, Michael Winterbottom’un elinde eşsiz bir seyirliğe dönüşüyor. Christopher Ecclestone ve Kate Winslet’in çok üstün bir performans sergilediklerini de ekleyelim.

Kitap; Keyif Evi... henüz başlardayım ama bir Jane Austen romanı okur gibi hissediyorum kendimi...Kitap bir Amerikan Klasiği...1890larda, New Yorkun geleneklere ve göreneklere sıkı sıkıya bağlı yüksek tabakasında yer alan olaylar, romanın bahtsız kahramanı, genç ve güzel Lily Bartın çevresinde döner deniyor kitap tanıtımında... Kitabın ağzımda bıraktığı tat, yaz tatillerinde tv nin olmadığı basılı bu kadar kitabın bize ulaşmadığı ya da bu kadar çok kitap basılmadığı yıllarda biz olaya önce klasikleri okuyorak başladık... Balzac'ın Vadide Zambak'ı , Jane Austen'den Umut Parkı ne bileyim Emily Brontë'nin Uğultulu tepeleriyle devam ettik , Milliyet Çocuk kitapları ile başladığımız okuma serüvenine... Şimdi Keyif Evi'ni okurken hep aklıma o yıllar geliyor...
Bir kitaba başlamadan önce , öncelikle yazarı tanımıyorsam O'nun hakkında okuyorum... Kitabın kapak tasarımın kim yapmış, hangi yayınevinde basılmış, kaç adet basılmış , çeviren kim bunları hiç atlamam... Yani al kitabı aç kapağını , hadi okumaya başla tarzı değil benim tarzım...Bir ön hazırlık yaparım:)) Kitap okumak evet keyif işidir ama benim için boş zamanlarında ne yaparsın sorusunun cevabı değildir... Okumak için zaman ayırırım...

Tamamm kitap işide bitti gelelim ne yaptik ne ettik... Dün filmimi ziledim, yazımı ayzdım , evi derleyip topladım azcık ütü yapayım sonra sını düşünürüz derken Görümcem aradı, Meral -yengem de gelsin çayı birlikte içelim diyor dedi... Kalktım gittim, çayımızı içtik aynı apt de oturan diğer Görümcem Halide Abla'da oradaydı, çayımızı içtik, sohbetimizi yaptık, tv de 2011 de bizi neler bekliyormuş onu izledik ... otururken Nazlı aradı- Anne , Capitol'de buluşalım yılbaşı süslerine bakalım dedi... Hadiii evdeki Koca ve Babaya siz yemekleri ısıtıp yeyin deyip Capitol'e yollandım... Gamse bizi duyarda durur mu?, O da servisten orada indi... Gezdik dolaştık, ağacımıza süsler aldık, kardan adamlı kapı çelengi aldık, yemeğimizi yedik ve Dizmize de yetiştik...

Şimi ikinci film... Bu sabah çayıma ve tostuma çok güzel eşlik etti... Romantik... keyifli...komik ...duygusal çok hoş bir filmdi... Jennifer Ariston baş rolde.

Oyuncular: Jennifer Aniston, Woody Harrelson, Steve Zahn, Fred Ward, Gavin Bristol
Sue disiplinli bir hayatı olan ve yaşamı seven sanat eserleri sanatçısıdır. Bir gün Arizona’da otel müdürlüğü yapan Mike ile tanışır. Mike hayatı umursamayan ve hayal peşinde koşan bir kişiliktir. Ancak Sue’ya olan ilgisini saklayamayacak Sue otelden ayrılsa bile peşinden gitmeye devam edecektir. Onun için herşeyi yapmak içinse ilginç sürprizlere imza atacaktır.

İşte böle böle