Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Şimdi böyle bir gündem varken...her taraf toz duman içindeyken... göz gözü görmezken ... ne yazayım , ne diyeyim...

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Cumartesi günü saat 16.30 . Herkes sağa sola kaçıştı. Naziş , Fener-Balat dolaylarında bu gün... Neslihan'la her cumartesi kültür gezileri var onların... Çektikleri resimleri görünce bayılıyorum ... Gamse , sabah bir yıl sonu etkinliği yapıp geldi ve Üniv arkadaşlarıyla buluşmak için çıktı. Kocam da hiiiç sesini çıkartmadan kaçtı... Benim bünye yine fire verdi.. Bu hava bana ağır gelir her zaman...Uyku düzenim bozuldu bile...İlle srin , havadar bir yerde uyumalıyım. Bir kaç güne kalmaz klimalı yerde yatmak uğruna , salondaki kanepeye tayin isteyebilirim. Hava nemli, yapış... ama sanki biraz rüzgar çıktı gibi...

Dün akşam , maaalle kebapçımızda yemek yedik sonra, mahallemizin ara sokaklarından yolu uzata uzata yürüdük. Sokaklar hanımeli ve iğde kokuları içinde... Gamse bu kokuyu çözemedim deyince zıplaya zıplaya iğde dalından çiçek aldım O'na...

Herkes tatil programımızı soruyor , yok anacım bu sene kesin belli program yok , çünkü 10 Temmuza kadar İstanbul'da olmak zorundayız bir kere.... Belki karı-koca Kınalıada seferleri yaparız. Ne zaman Ada vapuruna binsem , canım yolda sıkılır, Kınalı'da inerim:)))


Cancan'dan her gün boy boy resimler geliyor... Kaş sokaklarında gezerken, anadan üryan denize girip güneşlenirken... Akşamlarıda telefonda öğrendiği yeni kelimeleri bağıra bağıra söylüyor. Dün akşam çorbaaa diye bir bağırdı. Biz telefonu konferansa almışız :))) sanki dünyanın en güzel şarkısını duymuşcasına çığlıklar attık bi daha bi daha diye. Çok özledik çok.

Neyse işte cumartesi seyir defteri böyle...

düzenleme1: Bu yerlerde sürünen raitinge rağmen yazıyorum ya helal olsun bana, yahu havalar accıcıcık sındı diye hemen çil yavrusu gibi dağılıverdik... Eylüle kadar anca toplaşırız tekrar:)))
Manga daha söylemeye başlar başlamaz, dercesi ne olursa olsun ben beğendim dedim ve iyi maldan anladığımı bir kez daha kanıtladım:)))

Blogger oldum bari tüm nimetlerinden , etinden sütünden tüyünden yararlanayım bari dedim ve sayfana sayfalar ilave edebilme özelliğini bir haftadır işleme koydum. Bu sayfalar daha çok benim kendi kızlarım için olacak, onlara aktarmak istediğim yaşam ipuçlarım, sağdan soldan apardığım, deneyip beğendiğim tarifler , sevdiğim resimler falan olacak... Asiscim ben oraları düzenlerken keşfedivermiş bile heheheh.

28 Mayıs 2010 Cuma

Dün binmiş arabaya gidiyorum, tam Kuyubaşı'ndayım, zırrr telefon- abla sana geliyorum, akşamda kalıcam - hohohoooo dedim, ben 10 dk ya kalmaz senin evinin yakınlarından geçicem, sen caddeye çık , katıl bana... Arayan Zuz tabii... Yok dedi, ben akşam kalacağım için, yarın giyeceklerimi de ayarlayıp öle çıkayım, sen adresi ver...

Veee Zuz'da düştü peşime... İlmiyem^in oturduğu sokağa girer girmez notumu verdim zaten, iki tarafı ağaçlı , yemyeşil bir sokak... huşu içinde, çiçekli balkonlar veee sessuzlukkk... Eve girdim masa hazır, mutfak da çay fokurdamakta... mercimekli köfteler , patatesli gözlemeler, ilk kez yediğim abugannuş, çikolatalı pastalar ve akılama gelmeyenler... Zuz gelene kadar ben balkonda bir çay sefası yaptım zaten... Gelince de yumulduk...Naziş de katıldı sonra bize...

Akşam eve dönüş de Zuz sen çoktandır kıymalı poğaça yapmadın bize dedi... E ne yapalım Aşk-ı Memnu özetinde poğaça yaptık, dizi bitmeden de çayla yedik.
Biz Zuz'la gece üçe kadar oturmuşuz kardeş kardeş... sabah da kahvaltı yaptık yine kardeş kardeş... poğaçalar eskisi gibi kıtır kıtır olmamıştı, ne kadar yumşaktı dedim, kızarsın diye söylemedim dedi... ama aynı anda üç taneyi de yuttu...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

çok faideli iki bilgiyle yeniden düzenlendi:))))))

Çıkarım dediğim Beyoğlu seferine çıkmadım... Bir üşengecim bu günlerde , yemek bile pişirmek istemiyor canım... Bu akşamı balık ve salata ile savuşturduk... Şimdi Kocamın aklına gelse de karpuz kesse diye soteye yattım... Bu gün bizim Sex&City' miz Romantik Komediyi izledim. Valla fena da değildi, oh mesaj kaygu(ı)su yok, görüntüler süper, kızlar güzel, oğlanlar yakışıklı daha ne olsun. İzlerken bir ton da çekirdek yedim. Dilimin üstü kabarmış.

Dün Poly Gelince'yi izlemedim çünküüüü daha önce izlemişim... izlemediklerimin arasına sızmış. Onun yerine Sandra Bullock'un Stewe Hakkında Herşeyini izledim... Tavsiye ederim izlemediyseniz izleyin...Filmin bir de mesajı vardı ama unuttum. Sen elmayı seviyorsan , elma da seni sevmek zorunda değil olabilir... Bu tabi benim fikrim:)

Ordu'dan geldiğimden beri 10 sayfa kitap ancak okumuşumdur. Kafam biraz karışık...
Yarın erkenden İlmiyeme gideceğim...Oturduğu evi üç yıl önce satın almışlardı ama ne semti ne evi sevebildiler ve onu satıp gönüllerine göre bir ev aldılar ... Yarın onun kutlamasını yapacağız yeni evinde...

Bu akşam Canım Ailem izleyip, kitap okuyacağım... program budur.
not: ayrıca bu gün perşembe değil... ama benim saat ayarlarım arada bir böyle şaşıyor... idare edin.

düzenleme: Sabah bilgisayarımı bir açtım hehheeh sayfam ele geçirilmiş,online ziyaretci.com tarafından. Ne oluyoruz üleyn dememe kalmadan sayfam o sayfaya yönleniyor. Hemennnn teknolocik bir kadın olaraktan sayfamın kumanda paneline bloggerden giriş yapıp, yerleşime tıklayıp javascript kısmına girip o zımbıtının kodunu kaldırdım veee sorunu çözdüm. Mağdur ve mağdurelere duyurulur. Aynını yapınız.

düzenleme:2 Anaaaaam şimdi geldi haberi , taze taze yeni çıktı fırından. Almasam , okumasam olmazlardan.
Yaşadığın şehir özgür değilse, sen de özgür kalamazsın!..

Byzantion'dan İstanbul'a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven...

Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!

Ahmet Ümit'in beklenen romanı İstanbul Hatırası 1 Haziran tarihinde okurlarla buluşuyor. Romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.

Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet ümit'in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim'ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul'un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul'un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.

25 Mayıs 2010 Salı

poğaça tarifli, gündüz tv li yazı

Pazar günü kahvaltı sonrası evden çıkış ve akşam dokuzdan sonra eve giriş sonrası, iki gündür evdeyim...

Sanırım uzun yolculuk, üzüntü falan derken bağışılık sistemim fire verdi... Ama yarına diktim gözümü... belki bir Beyoğlu seferi , bir kuzenler buluşması tertipleyebilirim...

İki gün boyunca kanepeye çöreklendim, elimde kumanda , gündüz programlarını izleyeyim bari dedim. Kafam kitap okuyacak modda değil. Seda Sayan , sahalara geri dönmüş , haberim yok. Burçlar bölümüne rastladım... Bu hafta süperim , dolunay benden yana... Yemekteyiz izledim... tamam yarışma falan ama seviyesizlik yarışması bence bu... kadının annesi börek göndermiş jest olsun diye... Böreği beğenmediler, anasına bak kızını al dediler... yyyyuuuuuh dedim. Ben yine kendi filmlerime döneyim en iyisi... insan sinir olur böyle ya... Bu ara en favori tv programım , Kenan Işık'ın sunduğu kelime yarışması... Dün akşam Gani Müjde ve Şafak Sezer yarışmacıların partneriydiler... Gani Müjde kelimlerin Efendisi lakabını sonun akadar hak etti. Süper anlattı, anlatılanı anında anladı. TV haberlerim bu kadar.

Bir de Özlem için poğaça tarifim var.Kendisi kuzenimin eşi olur, beni takip ediyormuş ve tarifini yazacağım dediğin bir poğaçanın tarifini yazmadın dedi. Ve hangi yazıda dediğimi de hatırlattı valla...
Poğaçanın özelliği hazır olarak dondurucuda saklayabiliyorsunuz...

İşte tarif.
1/2 paket margarin
1 çay bardağı sıvıyağ
1 çay bardağı yoğurt
1 tatlı kaşığı tuz
2 paket kabartma tozu
2 yumurta beyazı
3,5 su bardağı un(elenecek) ele yapışacak kadar yumşak bir hamur olsun... Galete ununa her iki tarafınıda bulayıp, d dondurucuya at. Üst üste bile koymuşlardı , birbirine yapışmıyor, galete unundan dolayı..

Bu tarifi uygulamadım, yedim çok güzeldi...

Ve bir kitap önerisi ... Küçük Prensi daha önce okuyanlar için... Gamsegamse almış bu kitabı... Küçük Prens dünyada en çok okunan kitap. Uzun yıllar biz bu kitabı sansürlü okuduk. Nedeni Atatürk'den diktatör diye söz edilmesi. Benim size önereceğim kitap elbetteki Küçük Prens değil. Okumamış olduğunuzu aklıma bile getirmedim:))) Benim sözünü ettiğim kitap ''Küçük Prens Üzerine Düşünmek'' yazarı Nuran Direk.Kitap özellikle 13-15 yaş grubu için hazırlanmış ve Türkiye Felsefe Kurumu tarafından desteklenmiş. Kitabın tanıtım yazısı şöyle...Öykü aracılığıyla düşünmeye çağrı ya da felsefeye sanatla yaklaşma denemesidir...


Küçük Prens hakkında:
Basit bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeren Küçük Prens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır. Sahra Çölü'ne düşen pilotun Küçük Prens'le karşılaşması ile başlayan kitapta Küçük Prens'in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.

Evet yine zannımca çok faydalı bir yazı yazdım... Gündüz tvlerine eleştirel bir bakış attım. Dondurucu da saklayıp, canınız çektiğinde pişirebileceğiniz bir poğaça tarif ile hayatınıza bir lezzet daha ekledim... Bir kitap önerisinde bulundum. Veeee bu da bu gün izleyeceğim film
Şimdi yazıyı göndere bastıktan sonra bu filmi izleyeceğim... tabi önce kahvemi ve yanına un kurabiyelerimi aldıktan sonra...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

23 Mayıs 2010 Pazar

Pazar günü yazılan Cumartesi yazısı

Dün sabah gözümü açtığımda Gamsegamse yağmur havası alın diyerek , pencereyi açıyordu... Bu bir anlamda karnım acıktı kalkın demektir. Ne güzel yağdı... Tüm gece de devam etti. Cumartesi tüm gün evdeydik. Naziş bir ara hadi çıkalım bir kahve içelim bir yerde hava alalım dedi ama sadece bön bön baktık yüzüne:))) Evden bir tek Gamse çıktı , o da akşam üzeri bir iki saatliğine.

Keşke dışarı çıksaymışız, Gamse bari dolabımı düzenleyeyim dedi veeeee ben de şura bura derken baktım aynı işe kalkışmışız... Neyse yapılması gereken en berbat iş yapılmış oldu bu arada... Paltolar , çizmeler, botlar kışlık güzergahlarına kalktılar...

Sonra da yemek operasyonu yaptım. Hava nasılsa serin , yağmurlu diyerek sezonun son kuru fasulyesini yaptım, yanına da bir pilav çektim... Ordu^^ya gideceğimden habersiz dışarı yaprak çıkarmıştım, bozulmasın diye bir de dolma sardım ... Cumartesi günü böyle geçti.

Ha bir de film izledim..kendim için bir şey yapmak adına:)))Aşkım Cheri...Michelle Pfeiffer başrol de

Fransız yazar Colette'in şatafatlı Belle Epoque döneminde geçen, cinsellik, para, yaş(lılık), toplum ve aşk hakkındaki bu cüretkâr ve şehvani romanını sinemaya uyarlayan, "Atonement / Kefaret", "Total Eclipse / Tutkunun Şairleri" ve yine Stephen Frears'ın yönettiği "Dangerous Liaisons / Tehlikeli İlişkiler" filmlerinin de senaryo yazarı olan Christopher Hampton.


"Aşkım", zengin erkekleri baştan çıkarmasıyla meşhur 49 yaşındaki Léa de Lonval'le, daha 19 yaşındaki havalı ve deneyimsiz Fred'in altı yıl süren ilişkilerini anlatıyor. 1900'lerin başında Paris'te geçen filmde Léa, rakibesi Charlotte'un oğlu Fred'i kadınlar hakkında bir şeyler öğrenmesi için kanatları altına alır. İlişkileri safi zevkten ibaretken birbirlerine âşık olurlar.
Şuradan fragmanını izleyebilirsiniz... Bakın sizin için ne araştırmalar yapıyorum)))

Not: Yolun açık olsun Gandi Kemal... Dilerim estirdiğin rüzgarın hızı hiç kesilmesin.

21 Mayıs 2010 Cuma

GÖNÜL YORGUNU

uyanamadığım bir rüyada gibiyim... bir günde 2200 km yol yaptım... DAYIMI sonsuzluğa uğurladım... Şimdi Evdeyim... Ne çabuk oldu her şey. Sanki bir yerlere ışınlandım , geri geldim.

Ordu'ya giderken birden sabah oldu, şaşırdık... sanki geceyi yaşamadık dedi Oya...Saat farkını gözlerimizle şahitolduk.

Ordu kısmını tek tek anlatmayacağım... acıydı... ve tazelenen acılar vardı... yüreğime tek iyi gelen Burcu ve Doğa'yı görmemdi.

Dayımı son yolculuğuna uğurladıktan bir saat sonra yeniden yola çıktık. Oya'nı Eşi , Kadir'in iş yerinin Samsun Bayisi, yolda bizi bir kaç kez arayarak, yemek molası vermemizi ısrarla rica edince kıramadık uğradık. Bir 45 dk mola verdik orada. Sonra yol... yol.Gece üç gibi evde oldum. Geldiğimde kötü bir sürpriz bekliyordu. Üst katın zeminden geçen su borusu sızıntı yapmış, bizim mutfağa damlamaktaydı. Tabi bunun o borudan kaynaklandığını ertesi gün öğrendik... Ben gecenin üçünde üst katın ziline bastım. Onlarda şaşırdı, çünkü görünürde hiç bir şey yok... Hemen vanalarını kapattılar... ve ertesi gün gelen tesisatçı olayı çözdü. Neyseki kayda değer bir sıkıntı yaşamadan atlattık. Saat on bire doğru da Zuz geldi. Ve aynı günün akşamı Babamı evine yolcu ettik. Sabah aradı , evine rahatlıkla ulaşmış....

İki gün üst üste Cancan'ın bizde oluşu, sonra benim Ordu'ya gidişim, dün Babamın gitme telaşı , Cancan'ın Büyük Dedeyi yolcu etmeye gelip, gelmişken evi biraz daha karıştırması derken bizim ev, evden gitmişti... Bu gün hummalı bir temizlik vardı... Pırıldadık... sonra Görümcem ve kızı Meral geldi, başsağlığı ziyaretine,Gamsegamse'de gelmişti... Birlikte çay içtik.

Annem hep en zoru gönül yorgunluğu derdi... Evet en büyük yorgunluk gönül yorgunluğuymuş...

not: Telefonlarınız ,mailleriniz... yorumlarınız en önemlisi de kendinizi, yanımda olduğunuzu hissettirdiğiniz için bin teşekkür hepinize....

20 Mayıs 2010 Perşembe

DAYI...

Biz Apatmanın merdivenlerinde, harmanlarda, sokaklarda coşkun akarsular gibi sel olup akarken yatağımıza sığmaz taşarken , sen kendi dere yatağında sesizce aktın ... hep zarif...kırılgan...naif
Hasta dediklerinde her zamanki hallerinden biri sandım...

İpek çarşaflara alışkın bedenin, köyün o ''pur'' dedikleri killi toprağına bırakılırken, teyzemlerin toprakların içindeki taşları bile ayıklamaya çalışmalarını izlerken, Ben biliyordum ki Annem elinde süt bardağı ile bekliyor seni... Bunu iç uyu diyecek sana...bak artık hiç bir yerin acımıyacak diyecek..Bak artık ablanın koynundasın artık...

Annemin en yakın arkadaşı taa uzaklardan geldi, Canım arkadaşım dedi bağıra çağıra, kimseyle senin gibi olmadı , olamadı... doyamadım arkadaşlığına... kardeşinide uğurladık yanına...Bizler gıcıların, paşaların her yerden koptuk geldik... Halbuki, bu yıl Orduya gelmeyeceğim demiştin herkese... Ben O'nu getiririm mi? demiştin...

Otobüs gelip de ben binene kadar balkonda oturur bizim sahilde yaptığımız şamatayı izlerken... ben hep senin yemek saatine denk gelen, yemeğinin soğumasına neden olan gitmelerime sinir olurdum...Hadi git git içeri gir diye sana seslenirken sen sadece olsun olsun anlamında sessizce başını sallardın sadece...Ben de hep içeri girmeni söyler hem de hala oradamısın diye çaktırmadan bakardım...

Orkestra tango çaldığında ben saklanır, sen beni mutlak saklandığım yerden çıkarır , birlikte tango yapardık ya... bilsem saklanmaz... saatler boyu tango yapardım seninle...

Biz seni 19 Mayıs sabahında uğurlarken , bir taraftan da bandolar geçti yanımızdan. Ordu'nun en yakışıklı , en kibar delikanlısını böyle uğurladılar...

Güle güle Durmuş Sipahioğlu... artık Cumhuriyet Baloları sensiz eksik... tangolar öksüz kaldı...

18 Mayıs 2010 Salı

Bizimkiler






Can'lı Hayat ve DANİŞMENT

Babaanne dedeyle tatile , Cancan bize... üç gün birlikteyiz... maceradan maceraya koşmaktayız...Pazartesi günü de O' Kaş yolcusu...

Öpüşüp, koklaşıp , bol bol yiyip içiyoruz. Cancan eve her gelenle yemek yiyor. Dün Babamla oturdu makarna yedi, hatta arasında su niyetine süt içti...Kızlar geldiğinde fırına pizza koymuştum... Dörde bölüp masaya koydum... Hadi oturun dedim... Onlar gelene kadar bir baktık ki; Cancan çıkıp sandalyeye oturmuş da pizzayı çatala takmış bile...Kendi evlerinde öyle değilmiş, oyunla yemek yediriyorlar ama bize gelince uykudan kalkınca bile mamaaa diyor.... bende yatırıp O'nu mama niyetine ham ham yapıyorum.

Anlayacağınız üzre bizim evdeki tek aksiyon, tek konu bu üç gün boyunca Cancan da Cancan... bizim şikayetimiz yok ,aksine çok memnunuz:))Dün gece yattım, bir baktım sabah olmuş. Yani böyle de faydalı bir olay:)))


ne yiyeceğiz danışmacısı
ne giyeyim danışmacısı
hava durumu danışmacısı
yemek tarifi danışmacısı
telefon numarası danışmacısı
kitapçıdayım , ne tavsiye dersin danışmacısı
o filmdeki adamın adı neydi danışmacısı
aaa duydun mu ? danışmacısı.... ..................kim sizce?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Günlerden pazar
Yer Kadıköy
Dört keyifli kadın
Her yer sarı - lacivert
Ama kadınların hiç biri FB li değil, yolları tesadüfen kesişmiş onlarla
Bira- balık, bir tatlıcının tatlılarının tümüne yakınının tadına bakış, akşam kahvesi - çayı
Gırla muhabbet
Eskici gezme, Annenin dolaplarını, vitrinlerini bir kez daha elden geçirme isteği...

Sonuç bildirgesi...
Kadınlardan biri ile zaten tanışmış olmanın verdiği, artık onun balkonundan caddelere sokaklara inmiş olmasının verdiği tat...

Biri en eski tanıdığın ama ilk gördüğün, buduarlı ... hakkında hiç yanılmamış olduğunun verdiği tat...

Biri en yeni tanıdık... ama tanımış olmanın sevincinin verdiği tat

Ve bu tat hala benimle...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

uyuz cumartesi

havalar ısınır ısınmaz bloga rehavet havası da çöktü her zamanki gibi.

Nasıl uyuz bir cumartesi bu. Ev de in cin top oynuyor... Gamse konser organizasyonları dolayısıyla, Naziş ise bir müze programı dolayısıyla çıktı evden... Kocamsa kaşla göz arası tüydü... Nasılsa Zuz geliyo , siz kardeş kardeş oturursunuz dedi. Ha neyseki Zuz gelecek birazdan. İyiki kuaförü bizim burada:))) Ama ben her zamanki geleneksel anlı şanlı kahvaltımdan mahrum etmedim onları. Kaşarlı patetesli omlete yumulup beni ev de yalnız bırakmak reva mı?

Dün evden çıkmayacağım dedim ama, cuma günleri okuldan erken çıkan Gamse, araypp da - Anne , Kadıköy'e gidelim mi deyince- iyi dedim. Ayağı yanık kedi gibi ora benim şura senin gezdik. Mercan da kendimize ziyafet çektik. Akşam yedi buçuk gibi Gamse beni ekti, ben eve geldim. Benim kzılarla evden birlikte çıkabilirsiniz ama birlikte eve dönme şansı çok azdır, mutlaka onların bir devam programı çıkar çünkü...Eve geldiğimde ayağım beton gibi olmuştu. Yarınki programıma çizme ile gideceğim çaresiz:)))

Nasıl yapış yapış bir hava bu, çok erken şikayet etmeye başladık ama öyleee ne yapalım.
Şu an da yanı başımda bir film var... Gamsegamse getirmiş belki Zuz la izleriz... ''Erkekler ne söyler kadınlar ne anlar''. Çok kalabalık da bir ünlü kadrosu var. Böyle ünlü dolu filmler genelde fos çıkar ya bakalım bakalım nasıl...İzlersek fikrimi yazarım elbette...

ne diyeyim keyifli bir cumartesi öğleden sonrası olsun, keyifle akşama devam etsin....

14 Mayıs 2010 Cuma

sabah sabah mırıl mırıl

Birden bastı sıcak, alışamadım ağır geldi... Dünü sarhoş gibi geçirdim. Elim klimanın kumandasına gitti geldi ama ...açmadım.Gece bir de baktım yağmur yağıyor. Yağ ulan dedim yağ... Sabah hiç yağmamış gibiydi.

Akşam, Aşk-ı Memnu Matmazelin gözlerinde bitti, elindeki anahtarda bitecek sanmıştım:)) Bu arada ben yarısını telefonda konuşarak geçirdim.Teyzem sanırım konuşma ihtiyacındaydı ben de hiç ellemedim... Canım Teyzem ya... Eniştem'le öyle meşgul ki,tüm dünyası O' oldu artık..

Farkındaysanız iki gündür evdeyim... Ayağımı fazla zorlamak istemiyorum. Biraz üstüne gidince isyan edip ağrıyor...Doku ezilmesi olmuş...Dokununca acımasından belliydi heheheh.

Evde olunca fazla bir aksiyonda olmuyor tabi, kızlar okula gidip geliyorlar, yaklaşan dönem sonu nedeniyle ... etkinlikler falan... bazen hafta sonu bile okulda olabiliyorlar.

TV deki tüm açık oturumların konusu Baykal...B.k nu çıkarmadan bırakmazlar artık. Bir tek Balçiçek Pamir'in yönettiğini izledim. Sadece kadın gazeteciler vardı. Yazgülü Aldoğan- yazdığı kitabı hiç ama hiç sevmemiş olsam da-Canan Barlas ve şimdi adını hatırlayamadığım iki gazeteci daha...Gayet düzeyli, olaya çok daha geniş açıdan bakarak konuştular, tartıştılar...

Şimdilik de bu kadarrr.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Sabah seansı

Ne kadar sıcak bir geceydi...E hani bu yaz serin geçecek palavrasını savuran kimlerdi... yok İzlanda'da da ki o tuhaf isimli yanardağ patlayınca mevsimlerin dengesi bozulmuş da... Onun patlayacağı bi kere isminden belliymiş...Eyjafjoll... patlamaya her an hazır bir ad bence...Dün Koru bile çok sıcaktı, bir saat falan ancak durabildik, koşa koşa eve geldik.

Zemberek Kuşu dünyayı kurdu yeniden... Her sabah kurduğu gibi...kiiii kiiii diyerek...dün gecede kitabım elimde sızmışım... E Cancan vardı bizde, boru mu? . Yorulmuşuz...Oynadı zıpladı... evi darma duman etti gitti. Olsun, uykudan uyanınca; içiii içiii diye beni çağırıyor ya yeter( bilmeyenler için not. canımın içi demek istiyor Can'ım bana)... helal olsun O^na dağılan evler, çorbalı duvarlar...

Akşam Natilius Carrefoura , alış- verişe gittik... Geldiğimiz de Canım Ailem , yarı olmuştu. Şöyle bir onu izledim sonra yatakta çay ,kitap faslı yaptım. Bir film izlemeye çalıştım öncesinde- Aşkın İngilizcesi- ama sonra yarısında sıkıldım , bıraktım. Demek ki bu filmle buluşma zamanım henüz gelmemiş hehehehehe bu sözü Elif Şafak 'dan çaldım.

Dün Dilaram , Beyaz Gelinciğimle telefon görüşmesi yaptık. Ne güzel oldu. Hiç görüşmedik ama bir kaç kez konuştuk... Bloğun bu tatlarını seviyorum.

Jakarta'dan gelip arşivimi bile okuyan arkadaş, e bi de selam çaksaydın... Ne güzel olurdu... İnsan merak ediyor yav.

Sabah seansını kapatıyorum... Öğleden sonra görüşürüz.

not: Bu yıl Bursasporluyum. Hadi yürü be Bursa kim tutar seni. Timsah Yürüyüşü yapalım hep birlikte. Zeya Vedat'a söyleme bu yazdıklarımı... yolu yine Amsterdam'a düşebilir... laleleri görünce aklına yine ben gelebilirim :)))

düzenleme: Dağın adı konusunda Ataletim uyardı beni... doğrusu...
Eyafyallayöküll

düzenleme:2. Cacık yapmak için soyduğum salatalıkları çıtır çıtır yedim valla:)Bulgur pilavının yanına yoğurdu sek alıcaz artık:(((

düzenleme:3. Mahallenin en bela teyzesi, sen Arzu'nun annesimisin? dedi , yok dedim Gamze'nin- haa Gamzu'nun dedi... hastalanmış, oğlu pencereden girmiş... herkesle kavgalı , kimse farketmemiş yokluğunu ama Gamse 'yi bi sever,ona hiç kıyamadığı çiçeklerini saksılarla verir.- Alma kıs , diyorum, geri isteyeceği tutar, çiçek solar molar neme lazım:)))


12 Mayıs 2010 Çarşamba

yeniden yeniden düzenlenen yazı...

Kafam kazan gibi kalktım, niye diye düşünürken; yatarken içtiğim alerji ilacından olduğunu anladım...

Naziş yatağını falan bir güzel düzeltmiş, odanın penceresini açmış, içeriye mis gibi temiz hava dolmuş... iyi geldi.

Şimdi aportta bekliyorum, Babam çayı bir demlesin hemen bir çay kapıcam... önümüzdeki perşembe gidiyor... artık yaylalar, cenikler, deniz kıyıları, briç turnuvaları, klüpteki güveç partileri onu bekler... dolabına da külek külek tereyağlarını doldurur artık. Ben yokum ya oooh...

Binlerce dolar kazandığımı ve beni tebrik ettiğini söyleyen onlarca mail sildim yine... Güya filitre koymuştum , viagralılar gelemiyo ama bunlar bir yerden sızıyorlar mutlak.

Dün gece Kapalıçarşıyı izlerken uyumuşum, kitap okuyamadım...

Bu gün Cancan geliyor... Önce bir Koru sefası yaparız, gelince yemek yer, uyur... akşam üzeri sokağa çıkaracağım onu, yaşıtı bir kaç çocuk var onlarla top oynuyor. Ne oynamak ama koca bir basketbol topunu kapıp ba ba yani basket bol diyor, yerde saydırmaya çalışıyor. Babaaannesi kapıya bir pota takmış, karşısına da bir yuvarlak çizmiş. O yuvarlağın içine basıp öyle atıyor topu... Futbol ve Basketbola acaip meraklı. Ama hadi Ayşegülleri getir bana , okuyalım deyince de kitaplıktan getirip ilgiyle dinliyor. Tabi kitabı alıp da okumaya başlamıyorum. Aaaa bak Ayşegül'ün ne güzel atı var... ay burada Ayşegül düşmüş, bacağı uf olmuş, ağlıyor diyorum, O da cici cici diyor. Şimdilik okuma şeklimiz bu...

Günün programı ise şöyle;
program: Koru... eve döünüş...yemek... uyku... yemek... kitap okuma... bolca öpüşme, oynaşma... Ablaların gelişi... kudurma çok kudurma... sokağa inip top oynama... Annenin gelişi ve yüzümüze bile bakmadan koşa koşa başka gezmeler peşine düşme...
Ama ben gitme Caaan biz de kal deyince de baba baba demesini biliyo. Yani ev de babası varmış... üç kağıtçııı


Babam çayı demledi galiba... gidip kapayım:))

düzenleme: Koru bile çok sıcaktı bu gün, Cancan koşturdu durdu ama baktık yüzü kızardı , aldık eve geldik... Markette rutinlerini tekrarladı , yürüyen merdiven... pastane kısmı... asansör tamam market demek bu demek. Eve gelince bir tabak yayla çorbasını ham ham diye diye yedi. Bir kaşık O^nun elinde bir kaşın benim elimde... sonra tumba yatak. Soydum sereserpe yatırdım. Ben de sanırım ya bir film izlerim ya kitabımı okurum...
Ah unuttum geldiğinde elinde kocaman demetler dolusu karanfiller vardı. Bana verdi kucağıma atladı.
Herkesin bir ismi vardı ev de. Naziş'e aba , Gamse'ye ağzıyla lololo yaparak ( çünkü bebekliğinden beri Gamse yüzünü yüzüne yaklaştırıp ona diliyle lolo gibi sesler çıkarıyordu , oh olsun adı öyle kaldı..) Kocama dede demeyi seçti. Bana hiç bir şey demiyordu ... sonra en güzel ismi bana sakladığı ortaya çıktı... İçiii içiii diye çağırıyor beni, yani canımın içi. Çünkü ben O'nu öyle seviyorum. Canımın içi içiiii diyerek. Eh bir atasözü daha doğrulanmış oldu. Ne verirsen elinle, o gelir seninle:)))

11 Mayıs 2010 Salı

Sabahtan

Ne güzel bir hava var dışarda... Sıcaklıklar 10 derece birden artacakmış...Bir aydır neredeyse rüzgarlı bir İstanbul yaşıyoruz. Ne güzel keşke hep böyle sürse dedim, kızlar acaip acaip baktılar...İnsanı sersem sepelek etmeden hafif hafif esen rüzgar ne güzel olur halbuki...

Ben hiç durmadan geze durayım, ayağım ağrımaya devam. Piknikte ağacın dibindeki çukura girdiğinden beri..

Ezeli izlemekten sıkıldım artık, bunuda belli edip vır vır konuşuyorum ki; beni yanlarında istemesinler git desinler diye . Ama reklam aralarında bile ortadan kaybolunca - Anneee başladı- Laleee başladı diye bağırışıyorlar. Konuşunca da kızıyorlar, izlemek istemediğin şeyi bize de izletmiyorsun diye, ama ne bırakın yav beni kendime...

Bu günün filmini seçmedim henüz yanımda Sherlock Holmes duruyor ama, başka film seçicem bir yerli film olsun istiyorum bu kez...

Çocuklar Duymasın , yeniden başlıyor, fragmanını gördünüz mü... Eeee şimdi Pınar Altuğ evlenince Birol Güven'e göre imaj düzeltti demek... Şimdiki kocası ile birlikteliği yüzden kadını diziden çıkartmıştı... profosyonellik bu olsa gerek. Ben her şey de amatör olduğum için anlayamam tabi bu ince işleri. Magazine gel arkadaş en hası burada hehehehe

Deniz Baykal konusu hiç girmek istemediğim bir konu... Herkes yeterince bir şeyler söyler nasılsa.

Bizim mahalle yeniden inşa ediliyor sanırsınız... Eski bir semt ya burası ... apt ler birbir yıkılıp hoooop yenisi dikiliyor.

Tatille ilgili çok belirgin bir planımız yok bu yıl... kesin 10 temmuza kadar İstanbul'dayız zaten...Mayıs ayı içinde karı-koca bir Safranbolu kaçamağı yapacağız bir tek o belli...

Şimdilik bu kadar , gün içinde devam ederim...

düzenleme-1 : e benim sık kullanılanlarım, ileti geçmişim, ne bişim araç çubuğum neyin vardı nere gitti onlar dımdızlak bir google sayfası var karşımda:((((



Biraz önce Güz Sancısını izledim. Tarihimizde kara leke gibi duran 6-7 Eylül olayları konusu. Murat Bardakçı bir Tarihin Arka Odası programında ; yağmacılık Türklerin genlerinde var demişti. Orta Asya'dan bu yana, ne doğru ne haklı bir tespit... Son sel olayında da görmüştük bunu İnsanlar otobüslere doluşup yardıma değil, yağmalamaya gelmişti...

Ay içime daral geldi Babam ve Kocam sadece Baykal'la ilgili haberleri ve programları izliyorlar...Bi de bana anlatmasalar... üstelik de ayrı ayrı tv lerde farklı programları izleyip... bu konuda sunum yapabilirim...

10 Mayıs 2010 Pazartesi

BU GÜN

Her gün hangili hişti kaygana pişti olmaz... Anneannemin özel laflarından biri, yani her dakika eğlence olmaz gezelim tozalım olmaz... O yüzden bu gün iş günü... Yer yerinden oynadı... yemek de pişecek... alış- veriş yapılacak... Pazarcıların sesi geliyor. Şimdi misler gibi çilek kokuyordur pazar , kaçırmamak gerek... henüz reçel olayına girmedim.

Ama sabah bir film izledim Meg Ryn'ın ne kadar yaşlandığını gördüm ilk kez... Melekler Şehrindeki Meg nerdeeee. Filmin adı Serious Moonlight. Türkçe adı Ciddi Ayışığı. Film genelde dialoglara dayalı ve tek bir mekan var... Üç kişi de oynuyor zaten. Meg, kocası ve kocasının metresi . Aman aman ille de izleyin diyeceğim bir film değil ama önünüze gelirse izleyin.

Bu günlük bu kadar... iyi bir hafta olsun hepimize

VE son haber... Deniz Baykal istifa etti...

9 Mayıs 2010 Pazar

bir başlık uydurulamayan yazı

Anneler gününü sabahın beş buçuğunda Gamsegamse ile kutladık ilk olarak. Öpüştük koklaştık, O sonra okula giitti. Okulda velilere Anneler günü gösterisi ve kokteyli varmış... Bir kişi eksik olunca pek tatsız bir kahvaltı oldu...

Kahvaltının açığını yemekle kapatalım dedik ve Gamsegamse gelince geç bir öğle erken bir akşam yemeği yedik birlikte... Her zamanki kebabçımıza gittik... Amanın bir ağırlandık sormayın... yemeklerimiz hazır olana kadar fındık lahmacunlar Naziş'e vejeteryan tipi hazırlanmış olarak hem de... pofuduk pideler eşliğinde güveçte eritilmiş peynirler yemek sonrası yine ikram künefeler, çaylar... Hep derim mahallende bir kasabın, bir kuaförün, bir bakkalın bi tesisatçın en önemlisi de bir kebapçın mutlaka olacak arkadaş...


( Babam torunlarıyla maaalle kebapçısında)

Ben dün Ece'cimle buluştum ve de O'nun tanıştırdığı iki eski arkadaşıyla bir de M. Hanım var...M. Hanımla daha önce tanışmıştım zaten .Ece'nin her derde deva Nesrin Hanım'ı ve Cenan Hanım ve M. Hanıım hayatıma yeni girdiler ama hep olsun isterim, dediklerimden... Ne eğlendik ne güldük birlikte... Sanırsınız okuldan kaçtık... Aslında gözleme olan ama benim çiğ börek niyetine yediğim gözlemeler, M. Hanımın minik sableleri, havuçlu,kabaklı , kaşarlı zeytrinyağlı muffinleri de ağzımda kalan tatlar dünden... Hah bir de Ece'lerin mahallesinin bir rengi var sözünü edeceğim. Eskiden meşhur bir bestkarmış, çok besteleri varmış ama ismini söyletemedik bir türlü. Bir güzel şarkı söyledi şaştık kaldık.Nedendir bilinmez bir tahtasını attırmışlar adamcağızın...Bir ara Rumelilik üzerine bir söylev verdi. Anladk ki amcam Rumelili...

Bu akşam artık yeni kitabıma başlıyorum, dün sırf onun için özel kitap ayracı aldım. Keçeden bir kedi. Bir Murakami kitabına yakışacak en güzel ayraç... Kediler ve müzik olmazsa olmazlarıdır demiştim daha önce size...


Güne bir de film sığdırdım ve bir Merly Streeep filmi izledim. Türkçe adı ;ilişki durumu: Karmaşık... bu hafta iki Merly Streep filmi izledim , ikisinde de yemekle ilgili bir durumu var... bu filmde de restoran işletiyor ve Julia&Julia da olduğu gibi harika yemekler pastalar pişiriyor.
evettt günün ve dünün özeti böyleydi..

Anneler Günü


Yeni bir Anneler Günü yazısı yazmadım... cephede değişen bir şey yok... küçükkende aynıydılar büyükken de...
O yüzden çook önceki bir sobe yazımı buraya yeniden aldım...

Sobenin konusu anne olmak.mavianneden geldi. En iyi bildiğin konuda sobeledim demiş.

Anne olmak; yuuuuuh annem bunları nasıl yapmış diye şaşıp kalmaktır.

Anne olmak gece yarısı çabuk soğusun diye akan suyun altında biberon sallarken, uyuya kalıp, biberonu musluğa çarpıp kırınca aynı enerjiyle yeniden mama yapabilmektir.

Anne olmak çocuğum yorulmasın diye yaptığı puzzle , O uyurken kalkıp bitirmektir.

Elindeki kaşığa tren muamelesi yapabilmektir.

Anne olmak, çocuğun yemek yerken , kendin doymuş gibi hissetmektir.

Karşılıksız sevmenin de zevkli olabileceğini anlamaktır.

Onlarca kızı, aman soğukta sokakta gezmesinler diye evinde ağırlamaktır.

Okeyde dördüncü bulamazlarsa , kitabının en heyecanlı yerinde kalkıp okeye dördüncü olmaktır.

Yere atılan pijamaları katlarken ooooh diye koklamaktır .

Hep hazırda kek ve poğaça bulundurmaktır.

Evinde , kendi kızlarının dışında , bir kızlar ordusuyla yaşamaya alışmaktır.Gece dört kişi yattığın eve+ 4 kız daha eklenmiş olarak kalktığında hiiiç şaşırmamaktır.

Artık çalan telefonların sana olmadığını bilmektir.
Kızının mezuniyet töreni için gittiğin okul bahçesine girdiğinde, onlarca kızın Lale Teyze buraya , eller havaya diye bağırdığını duyup, boşa gitmemiş onca kek, kurabiye kısır edemektir:)

Kendini hep güzel hissetmektir.

Benim annem her şeyin en güzelini yapar egosuyla yaşamaktır.

Dünyada banko iki kişi tarafından sevildiğini bilmektir.

Anne olmak çok güzel bir şeydir yav.

not: Şekerpembe özlemle beklediği oğluna kavuştu ve Anneler Gününe Anne olarak girdi... blog dünyasına duyurulur... Sağlıkla mutlulukla büyütsün oğlunu , hayat hep gülsün onlara...

7 Mayıs 2010 Cuma

Dört süper kadınla sabahın köründen akşamın körüne kadar ye iç sohbet et...Sürpriz sakızlı lokumları al evine gel... sakızlı lokumları lüpleye lüpleye maillerine bakarken taaaaaaa Hollanda'dan gelen bir erken Anneler Günü kutlamasıyla bir hoş ol, için bi gıcır gıcır olsun... desin ki mailde sana hiç tanımadığın Deniz... Sabahımın çay eşlikçisisiniz, aynı Annem gibi dediğimsiniz ve daha biri sürü güzel cümleler... sonra bir başka mail de bir blogcu arkadaşınızın Annesi ile bizim Zuz tanıdık çıksın, hatta aynı sokak da oturuyor olduğunun haberi olsun... bu hoş tesadüfle yine içiniz gırç gırç etsin... Ne yaparsınız ,ağzınıza bu kez lokumun çikolatalısından atar yatağın yolunu tutar ... biraz kitap keyfi yapar arasına yine Hollanda'dan gelen lale kitap ayracını koyarken Deniz'e tekrar bir selam eder... Yarınki buluşma için erken kalkmak üzere yatarsınız...

Teşekkürler blog yaşattığın tüm güzellikler için...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Juli& Julia ve ve ve

Sabah Koru kahvaltı yaptık okey gurubumla ama 600 kişi birlikte kahvaltı etmek hiç de iyi bir fikir değilmiş. Üstelik bunların sadece beşini tanıyorsan... 400 kişilik tek bir grup vardı ki... Aman Allahım...Sonunda arkamdaki bağyanı uyarmak zorunda kaldım, dar bir alandan iki kişi aynı anda geçmek isteyip , üstelik tabağını da kafamdan aşırırken... yoksa kimsenin keyfini bozmak gibi bir niyetim olmaz hiç bir zaman. Hatta bu uğurda kendi keyfimden fedakarlık ederim... Ne iyi bir kadınım dimi.)))

Neyse işte kahvaltı sonu eve geldim... Çoktandır izlemek istediğim bir filmi izledim... Julia&Julia.. Hem Merly Streep var hem blog var bu filmde... Nasıl keyifle izledim hatta biri olsaydı yanımda hatta bir blogcu... birlikte izleseydik dedim... Özellikle de yemek bloğu olanlar mutlaka izlemeli.Her güne bir film etkinliğimden bu günde, tavsiye bir film çıktı.


Akşam yemeğimiz yok, kızlarda yok zaten. Şöyle hafiften bir şeyler attırayım diyorum. Yoğurtlu havuç, patlıcanlı bulgur pilavı...belki bir çorba... Sabah sabah stoğumu aldım ben nasılsa:))))

Aşk-ı Memnucular ekran başına, bu akşam işler iyice kızışıyor ve artık sona yaklaşıyor... Bir kaç yıldır her sezon, tv yi parselleyen, Beren Saat bakalım önümüzdeki sezon ne şekilde çıkacak karşımıza. Aklıma gelmişken sırada bekleyen Gecenin Kanatlarını izleyeyim yarın sabah... tek sıkıntım acaba yeşil çayla nasıl gider heheheheh . Neyse gittim ben , havuç rendelemem gerek , robotumuz motorunuda aldı gitti bu diyarlardan, yandı yani motoru... eh dile kolay 10 yıl bu, ne yemekler ne pastalar yaptık birlikte... nelerimize tanık olduk birbirimizin. Ben kapağını kapatmayı unutunca az biraz takıştık ama neyse işte...

not: Bir de bu gün ''Gülünün Solduğu Akşam''

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hıdırellez


Bu gün ikindiden yarın ikindi vaktine kadar tüm dileklerinizi dileyin. Kırmızı keselere paralar koyup , dilek resimlerinizi koyup gül dallarına asın... Ben küçük küçük poşetlere bağladığım tuz, pirinç, şeker, çay yani aklınıza ne gelirse onları da bir keseye koyarım , ertesi gün hepsini yerlerine geri loyarım...Annem bereket getirir derdi. Benim balkonda küçücük bir saksı gülüm var onun altına Zuz'da dahil hepimiz dileklerimizi koyacağız. Ertesi sabah erkenden de suya atılır dilekler ama ben bu kez Zeya'nın önerisiyle asıldığı yerde bırakacağım. Benim dileklerim sağlık, huzur , mutluluk, bolluk bereket... bu dilekler tüm ülke içinde ayrıca... Kendim için de ayrıca bol gezmeli, bol kitaplı, bol filmli günler de dilerim:))))

Tüm dilekleriniz gönlünüzce olsun...


Bu gün Cancan'lı ve Zuz lu bir gündü. Sabah kahvaltıdan hemen sonra Koruya gittik. Cancan yine kuş karga peşinde koştu, Zuz'la ben Jimnastik aletlerinde çalışırken bizimle yarışa yarışa O da yaptı. Ben o arada Dilruba'da bir kahvaltı rezarvasyonu yaptırdım yarın için. Her zamanki müşteri olduğum için aldılar ,yarın 500 kişilik bir rezarvasyon varmış... Evet aynen bu kadar büyük bir yer orası... kapalı üç salonu bir terası, ve iki bahçesi var... Sanırsınız reklam aldım :))))
Bu akşam önce Canım ailem izleyeceğim sonrası tumba yatak... kitap

düzenleme: Dün gece bizim minik gülün altına bizim, Zuz'un dileklerinin yanında Gamsegamse'nin arkadaşlarının dilek keseleri de sığdı. Bizimki bizim gülümüz var demiş... Onlarda hazırlayıp , Gamse'ye vermişler. Sabah erkenden kalktım onları aldım, Gamse götürdü... Benimkileri olduğu yerde bıraktım, bu seneki Hıdırellez Zeya usulü:))
Dün akşam ben bunları yazdıktan sonra Bizim Ercü ve Banu bize baskın yaptılar... Bi güzel oturduk, sohbet muhabbet gırla gitti. Gece dayanamadım Zemberek Kuşundan bir kaç sayfa okudum... Sonra Limon Ağacına geri döndüm...

Bu sabah kahvaltıyı okey gurubumla birlikte Koru'da yapacağız... Bir saat sonra miiiis gibi , erguvanlar, defneler arasında , çiçekler içinde bir kahvaltı için evden çıkacağım...

4 Mayıs 2010 Salı

Zemberek Kuşunun Güncesi ve günlük aksiyon


Çok güzel bir filmle başladığım günün akşamında çok istediğim bir kitabı da yatağımın üstünde bulunca kaymaklı ekmek kadayıfı gibi bir gün oldu.

Akşam yatak odasına girdiğimde , yatağın üstünde ki paketi görünce elime aldım, şaşkın şaşkın bakarken, Nazlı- Anne açsana dedi. Benim mi? deyince- senin yatağının üstüne konmuş paket , başka kimin olacak dedi... Açtım, defalarca elime alıp , dur, önce evdekileri oku. Bu nasılsa burada duruyor dediğim; Zemberek Kuşunun Güncesi çıktı içinden...Haruki Murakami'nin okuyacağım üçüncü kitabı olacak bu yıl...Haruki Murakami ile Bir Dilim Sohbet Zero sayesinde tanıştım. Murakami insanı gerçeklikle gerçek üstülük arasında getirip götüren bir yazar... Durup dururken canınız bir yiyeceği çeker gibi bir Murakami kitabı okumak çeker...Alt metinden gelen müzik sesi... olmazsa olmaz kediler... her şeyi bir cevabı olması, hiç bir şeyin boşlukta kalmaması ... sizi Murakami'ye bağlar.Örneğin Sahilde Kafka'da yaptığına bayılmıştım. Kafka çek asıllı bir yazar, çekçe de Kafka karga demek...Kitabı okuyanlar, Murakami'nin Kafka'nın Değişim'ine de gönderme yaptığını anlayacaklardır...Zira Sahilde Kafka da bir değişim dönüşüm hikayesiydi...Murakami bir site kurmuş gelen binlerce maili cevaplıyor...Kitapların diğer bir özelliği yükte de pahada da ağır olması )))...

Zemberek Kuşuda tam 738 sayfalık bir kitap... Sahilde Kafka da böyle bir kitaptı ve bitmese bitmese diye okumuştum. Ben okudukça sayfalar azalacağına artsa demiştim...Çook yıllara evvel ''Palyaço" adlı bir kitap okumuştum, yazarını şimdi hatırlayamadım, mistisizme ilk orada rastlamıştım. Ama şimdi anlıyorum ki , o kitap benim için bir basamak olmuş meğer...şimdi bir şey okurken basıp gaza gitmiyorum, altta bir şeyler arayıp çıkarıyorum..Elimdeki kitabı bitirmeden başlamayacağım. Yine bir Orta Doğu Hikayesi, daha çok da belgesel bir kitap... başlayıp başlayıp bıraktığım ve artık buluşma zamanımızın geldiğine inandığım Limon Ağacı bitmek üzere...


Dün öğleden sonra Juila Roberts'in izlediğim bir filmini tekrar izledim... Bahçemdeki Ateş Böcekleri ~ Fireflies in The Garden-Ben Julia Roberts'i çok sevdiğim için her filmini izlerim... Bu film de eğer izlemediyseniz önerebileceğim filmlerinden...

Bu gün Cancan günü... Zuz da akşam Bozcaada'ya gideceği için kuaför işleri falan varmış ... Kuaförü bizim burada... yani bu gün Zuz'dur, Cancan'dır uğraşıcaz )))) İkiside sürekli mama diyen cins olduğu için hehehhe. Biri mama der diğer - Abla ne yiyeceğiz der... O kuafördeyken biz Cancan^'la bir koru sefası da yaparız... o kadar seviyor ki, korudan çıkarken ko ko diye geri koşuyor:))

Şimdi onlar gelene kadar bir çay sefası yapayım kendi kendime...

Deli Deli Olma..



Dün vermediğim sözü tuttum evdeydim. Evdeydim de sanki yattım yuvarlandım... Ev elden geçti kıyı bucak...sonra da dolma şenliği yaptım... Mevsimin ilk karışık dolmasını pişirdim. Bu şöyle oluyor, kabak , biber, patlıcan, ve domates bildiğimiz etli dolma içi ile doldurulup, büyücek bir tencereye diziliyor, bir tarafı boş bırakılıp oraya da yaprak dolması sarılıp konuyor. Biz buna dolma şenliği diyoruz:)) Herkes sevdiği dolmayı yiyebiliyor böylece ya da karışık alıyor...


Bu haftanın ilk izlediğim filmi Deli Deli...Sevgili parpali getirdi aklıma, yoksa sırada İki Dil Bir Bavul vardı...Onu bu gün izlerim artık...Deli Deli herkese tavsiye edebileceğim bir film. İzlemeyenler mutlaka izlesin derim. Biliyorsunuz ben öyle kolay kolay film kitap tavsiye etmem. Ben bir masal gibi izledim. İnsanları ile meşhur olan bir köyü , gülerken ağlatan , ağlatırken güldüren bir film. Şerif Sezer ve Tarık Akan Yol'dan sonra bu filmde de yine harika iş çıkartmışlar. Yöresel ağız bu kadar mı? güzel kullanılır, köksüzlük umutlar kırılmadan bu kadar mı? güzel anlatılır. Filmde Tarık Akan'ın gençliğini kendi oğlu, Şerif Sezer'in gençliğini de kendi kızı oynuyor...Tarık Akan Mişka adlı bir Malakanı, Şerif Sezer ise Popuç adlı karakteri oynuyor...

Molokanizm, Ortodoks Kilisesi´nden ayrılmış bir tarikattır. 28 Mart 1805 yılında başlayan bu ayrılış, 22 Mart 1809 yılına kadar sürdü. Saratof ve Dambuğ bölgelerinde yaşayan Malakanlar o dönemlerde Ruslar´la bir anlaşmazlığa düşerler. Ruslar´ın inancına göre, haftada sadece iki gün süt içme geleneği vardı. Malakanlar ise; bu inanca itiraz ederek haftanın her gününde süt içilebileceğini savunuyorlardı. Zaten Rusça’da Moloko kelimesi süt, Molokan ise süt içen anlamına gelir. 1682 yılında Ortodoks Kilisesi’nden bu sebeple ayrılan bu insanlar önce Kafkasya’nın kuzeyine daha sonra da Osmanlı ve İran sınırları boyunca Tiflis, Erivan ve Bakü eyaletlerine yerleştirildiler.1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşları´nın ardından, Ruslar tarafından Kars´a yerleştirilen bu insanlar uzun yıllar burada kaldıktan sonra başta ABD ve Avustralya olmak üzere diğer ülkelere yerleşmişlerdir. Türkiye´de sayıları az da olsa Kars ve İstanbul´da yaşamaktadırlar.


Deli deli olma sözü Kars kaynaklı bir sözmüş ... aklını başına al anlamında kullanılıyor. Bu günlerde bu sözü sarfedebileceğim kişilerin başında RTE geliyor...

Akşam haberleri dinlerken yok dedim ya yanlış duyuyorum herhalde... bu kadar da zıvanadan çıkmış olamaz... ama yok doğru duymuşum... Özden Toker'i dinleyene kadar yok yok diyordum.

not: Poyraz kesildi mi? ne...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

GAMSEGAMSE


Biz bir 3 Mayıs günü tam bir aile olduk...Gamsegamse'de aramıza katılınca... biz kendi halinde bir aileyken O' biraz konuşmaya , dışarlara çıkmaya başlayınca; Gamse'nin Annesi, Gamse'nin Babası, Gamse'nin Ablası olduk. . Evimiz'de artık Gamse'lerin evi olmuştu..Annem onu tarif ederken 40 kralla barışık derdi...( nerede laleli bir obje bulsa hemen bana alır... bu resim de de alaleler arasında yine..)

Herkesin hayatında bir Gamsegamse olmalıdır. O'nunla yolda kalmazsınız, aç kalmazsınız, susuz kalmazsınız. Her şeyin bir çaresini bulur aklına hep durum kurtaran fikirler gelir. Hep bir yerlerde bir tanıdığı vardır ya da oradan bir süre önce geçmiştir yolu biliyordur... Ortaokul'a başladığı gün ben acaba ne yapıyor diye düşünürken bana telefon açıp Üsküdar Sahilinde gezdiğini söylemişti... Ertesi gün ise Niyazi Bey de İskender yemekte olduğunu... Üniversite'nin ilk günü hemen bulduğu ve Üniv hayatı botyunca hiç ayrılmadığı dört arkadaşıyla Tahtakale , Kapalıçarşı ve Sultan Ahmet'in altını üstüne getirip öyle gelmişti...

En ufak başı ağrısa doktora gitmelidir, saati önemli değildir. Gecenin bir yarısı kafanıza diklip hadi doktora gidelim der, paşa paşa gidersiniz... Her şey mükemmel olsun, anında olsun ister... Çook eğlencelidir... Dünyaya iyilik hakim olsun ister, çevresinde yardım edebileceği herkesin yardımına koşar...

Hafta sonları ne yaparsa yapsın mutlaka benimle de ortak bir şey yapmassa rahat etmez. Mutlak ortak bir program yaparız.. ya bir film ... ya yemek... ya alış- veriş...
Kapıyı ben açmazsam ilk sözü - Annem yok mu... annem nerede - olur.

O bizim evin en hareketli kişisidir, O ev de yokken ev , suyu çekilmiş değirmene benzer..

İyiki doğdun kızım... iyiki benim kızımsın... başkalarının kızı olsaydın, inan onları çok kıskanırdım( evet bu söz iki kızım için de geçerlidir)

Küçükken bana demiştin ya- Anne ben seni bir gün sevmesem de sen beni hep sev tamam mı diye... benim sevgim hep BANKO

Dün akşam O'na paldır küldür bir doğumgünü yaptık... bir gece önce... ne O doğum gününüde yapalım aradan çıksın mı yapıyosunuz falan diye biraz dalga geçti bizimle ama dışardan gelmiş tam parti havasındaydık... Zuz da hemen bir pasta kaptı pastaneden :)))

2 Mayıs 2010 Pazar

dolu dolu hafta sonu

Cuma gününden başlayalım anlatmaya.Cuma günü eski iş arkadaşlarımla bir buluşma gerçekleştirdik. Önce Yurdanur'la buluştuk...Yurdanur'la yıllarca yan yana masalarda çalıştık... O kadar şey paylaştık ki, ramazanda serviste yol boyunca birbirimize yaptığımız yemek tarifleri denerdik... iş de saatlerce birlikte olduğumuz yetmez gibi hafta sonu inanılmaz planlar yapar, gece mesailerinde ortalığı birbirine katardık... Semra ve Sümeyra ise ikizler ve ikiz kocaları var... Onları da kocalarınıda ailece çok severiz. Onlar bizim binada başka firmanın modelistleriydiler ama yemekhanelerimiz ortaktı ve bir çok işi de bağlantılı çalışırdık... Tanıdıktan tam bir ay sonra onları birbirinden ayırmaya başlamıştım...Cuma günü Sümeyra'da toplandık. Nasıl özlemişiz birbirimizi anlatamam...İki kızkardeşin bize kurduğu masa ise muhteşemdi ve hepsinin tarfini yazdım. Hepsi denenecek ve sizlere iletilecek. Sadece yumurtanın akının konduğu bir beyaz poğaça vardı ki breh breh...

Ben daha orada otururken görümcelerim aradı okeye çağırdılar... ben Çamlıca eteklerindeyim dedim:))) sonra Naziş aradı ve Cumartesi için programımız olduğunu kimseye söz vermememi tembih etti.






Cumartesi günü anneleri ve kızları pikniği yaptık. Çamlıca Üçpınarlar piknik alanında... Nazlı'nın Anadolu Lisesinden itibaren ayrılmaz ikili olduğu( Bir tek Üniversite de Neslihan Ortadoğu Teknik Üniv. e Ankara'ya , Naziş Ege Niv için İzmir'e gittiğinde ayrıldılar) Neslihan, kızkardeşi Candan, Annesi ; Nurten Hanım ve yeni tanıştığımız ama çook sevdiğimiz Fatoş Hanım ve Kızı Seher ile pirlikte hiç dinmeyen poyraza rağmen şahane bir piknik yaptık. Oymak başımız Fatoş Hanım'dı. Mangalı yaktı , kömürün birazını bakır semavere aldı çayı demledi, sucukdur, köftedir, kanattır sırayla pişirdi bizi yedirdi içirdi yemeğin sonunda da şahane tatlılarını ikram etti. Biz sadece yedik içtik. Nurten Hanım'da bir gün önceden alış- verişi yapmış, köfteleri hazırlamıştı. Akşam üzeri Fatoş Hanım bir semaver sefası daha yaptırdı bize, değmeyin keyfimize oldu, piknik keyfinin en üst cilası oldu...Biz bu kez yoğurtçuyduk... Bilirmiziniz yoğurtçunun anlamını Ordu^'da işte bizim gibi yapanlara yoğurtçu derler. Valla başka bir açıklamasını bilmiyorum... Seher ve Candan'ın olduğu resimler elime ulaşmadığı için resimlerde onlar yoklar. Ama bu grupla biz daha çook iş yaparız. Oracıkta bir Altınoluk tatil planı bile yapıverdik... Ama o poyraz yok mu ? o poyraz göz açtırmadı bize... resimeler bakmayın siz , gün boyu Benazir Butto gibi gezdim...Nazlı'nın sarındığı masa örtüsünü de gördünüz sanırım:)))Günün sakarlığınıda yapıp bir çukura basıp ayağımı incitip eve topallaya topalaya geldim. Eve geldiğimiz de Zuz da ve Gamse ile buluşup bize gelmişti. Gece geç saatlere kadar birlikte Zeya'nın Annesi Timsal Karabekir'in konuk olduğu Tarihin Arka Odasını izledik. Pelin Batu yine bardak çanak kırdı çamlar devirdi ama Timsal Hanım tüm nezaketiyle onu hizaya soktu...Gece üç büçük gibi falan biz sızıp kalmışız. Ama bu gün Adile Sultan Kasrında Timsal Hanım'a rastladık ve biraz sohbet ettik, program beş buçuğa kadar devam etmiş...

Gelelim Pazar gününe,kahvaltıdan sonra Naziş teyzesine hadi Adile Sultan Kasrına gidelim Teyzeler Günü kutlaması yapalım dedi. Gamse ve Kocamîn başka programı vardı biz gittik.
Gazetelerimizi okuduk, buz gibi biralarımızı içtik akşam üzeri de Capitol'e geçtik. İçtiğim soğuk bira dokundu galiba tekleyen ayağım yetmez gibi bir de ağrıyan mide ile eve gelince Kocam kızlara diyor ki benim yanımda- Anneniz bana söz verdi , bu hafta hiç bir yere gitmeyecek sadece dinlenecek... ne zaman dediysem :))))

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Hayatın Tuzu



Gece hiç uyumadım , sabah kalktım biraz kitap okumaya çalıştım , kafam bir araya gelmedi. Sonra bir film izleyeyim dedim... Mutlaka bulup izleyin...Filmin adı Hayatın Tuzu... Hayatın hep tadı olamaz , bir de tuzu vardır... nasıl acısı varsa...3.Bursa İpek Yolu Film Festivalinde jüri özel ödülünü almış. Çok kahramanlı çok hikayeli bir film...

Gurur hayatın tuzudur, ama bu tuzu fazla kaçırmamak gerekir... Hayatın tuzu filminden aklımda kalan...Film Bitlis'de çekilmiş...
Eniştem mecburi hizmetini Bitliste yaparken, ne uzak ne masalsı gelirdi bize Bitlis. Hediye getirdiği ipeklerden , kadifelerden olsa gerek... Bu filmde Bitlis sokaklarında ben Eniştemden de iz aradım...

Bir resmi bile olmadan 12 yaşında ölen bir kız vardı filmde... ona benzeyen başka bir kızın resmini bulup büyütüp dedesine verenler ...kahvehaneler de gazetelerden okudukları haberleri ezberden okuyan; bölgedeki eski seyyar haberciler...Çalıştığı Bitlis Sigara Fabrikasında , üretilen sigara paketlerinin içine mesajlar koyan -tam beş yıl boyunca- sonrada akıl sağlığı bozulup sokaklara düşen adam...Beş yıldır bu mesajları kendine dert eden müdür... cami hocası olan oğlunun okuduğu ezendan sinirli mi, neşeli mi, endişeli mi olduğunu anlayan, evdeki herkesin birbirinden hesap sormasını yasaklayan anne...devletin dağıttığı doğum kontrol haplarını çiçeklerinin toprağına gömerek,kışın bile çiçeklerini akıl almaz biçimde coşturup çiçeklendiren kadınlar....Mezbahadan kaçan danayı, bulmayı kendine gurur meselesi yapan devlet...Türkücü olmak isterken camiye hoca olan , bu yüzden de rüyalarında elinde mikrofonla minareden ezan yerine türkü okuyan hoca...Başrolde kim var derseniz, baş rolde dana var.Sonunda ne oldu derseniz valla biş olmadı olduysa da ben anlamamışımdır. Ama her sahnede bir şey vardı zaten o yeter, her şeyinde sonu olması gerekmez...

not: bu gün Facebookda Sinem'in koyduğu video da -Şerif İzgören'in mücadele ruhunu anlattığı bir videoydu- söylediği son söz vardı - Bedava peynir bir tek fare kapanında bulunur diye... öyle güzel bir sözdü ki, buraya kaydolsun istedim.

Teşekkürler Sinem.
Bu arada, Sinem'le biz henüz tanışmadık. Benim çocukluk, ve basketboldan takım arkadaşım Nurgül'ün kızı. Antalya'da oturuyor. Henüz yeni evli bir bankacı , yanlış hatırlamıyorsam. Yazılarımı da takip ediyor üstelik... Resimlerini gördükçe kendi genç kız hallerimi görüyorum. Çünkü karşımda gencecik bir Nurgül var. İnsan annesine bu kadar mı benzer...