Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Ağustos 2010 Salı

Ay çok uyuz bir gün... Bir ara elektirikler bile kesildi... balkonda kitap okudum... Lolipop pabuçlar... ''Wiccan'' ilginizi çekiyorsa bu kitap tam size göre... Bilinmeyen , gizli güçler , cadılık, peri masalları ; en pozitif bilimcinin bile ilgisini çeker... Zaten ev de bana zaman zaman aynı cadı gibisin dendiği için :))) ben sevdim. Ama koca Paris de iki cadının birbirini bulması sanırım çekim yasası ile açıklanabilir... Bu kadar ip ucu yeter. Sonra Zuz insanda okuma keyfi bırakmıyorsun diyor...

Dün akşamdan yemeğimiz var... o yüzden yemek yapmayacağım hatta cacığımız bile hazır... Ama bu gün bir şey yapmadım sanmayın koca bir tencere şeftali reçeli pişirdim... Zuz'un dırdırından kurtulmak için...

Başka da bir şey yok... şimdi gider biraz daha kitap okur , okurken de biraz uyurum...uyuz günün en iyi ilacı uyumaktır.

29 Ağustos 2010 Pazar

leylek leylek havada


Baştan söyleyeyim, dün arabada giderken havada leylek sürüsü gördüm hem de ne sürü... Yani bu yıl leyleğ,i havada gördüm ki ne gördüm....Yani ben gezerken gözünüz kalmasın bütün numara bu leyleklerde:)

İstanbul leyleklerin göç yolu üzerindeymiş ve Türkiye'ye Hatay'dan giriş yapıyorlarmış... Eskiden ağaçlarda leylek yuvaları olurdu, her sene gelip aynı yere yerleşirlerdi... Artık hiç bir ağaç da yuva görmüyorum ya...Hani ilkokulda mevsimleri öğrenirken ilk sıraya koyardık... İlkbaharda göçmen kuşlar gelir... Sonbaharda göçmen kuşlar gider diye... Dün belki yüzlerce leyleği aynı anda havada görünce hüzünlendim nedense bi taraftan da oh oh çok gezicem dedim ama:)) Kayınvalidemin leylekler gelince yaptıkları tatlıya neden leylek giliği dediklerini anlatışı.... Turhal'da halamların evinin önündeki boş arsaya gelen yüzlerce leyleği... Vildan'la arkadaki lavanta tarlalarında koşturmamız geldi aklıma... Şeker fabrikasının oraya verdiği son derece kaliteli sosyal yaşam... Eniştem de fabrika mensuplarından olduğu için akşamları lokalde yemek yiyip dansa giderdik... o yıllarda, oranın gençlerinin kurduğu bir orkestra çalardı ve çalanlardan ikisi de kuzenimdi zaten...Leylekler üzerimizden süzüle süzüle uçarken ben Teras da- dans salonun adı buydu- Kah Oğuz Abimle kah Yavuz abimle danslar ettim... Alpay söylüyordu... Eylülde Gel diye..

Dün Gamsegamse ile önce Capitol sonra da Kadıköy'ün altını üstüne getirdik... Önümüzdeki çarşamba günü başlayacak ve üç gün sürecek olan oryantasyon programı için... Öğrencileri ve velileri ile ilk kez çarşamba günü karşılaşacaklar ve üç gün boyunca da kaynaşacaklar... Gamse'de istedi ki öğrencileri onu renkli, cıvıl cıvıl... aynı zamanda çok şık görsünler... Elimizden geleni yaptık ... yapılanlar da içimize sindi ama ben de ne kol kaldı ne bacak.... Bir ara dinlenmek için Nazım Hikmet Kültür Merkezinin bahçesine gittik hheheehe diyeyim size heheheh yer bulmak mümkün değildi o koca bahçe de... Sonra sokak cafelerinden birine oturduk... geleni geçeni izleyip kritik yaptık... Bir minik kedi herkese sokulmaya çalışınca... Gamse dedi ki- Anne bütün canlılar neden şefkat ister acaba ... ben de ona Pandora'nın Kutusunu anlattım... Eğer birbirimize duyduğumuz şefkat... merhamet ... anlayış... sevgi işte her ne ad verilirse o, o olmasaydı işte zaman bu dünya hiç yaşanmaz olurdu...

İftara bir saat kala ev de olduk... gelirken aldığım şinitzeller, hemen kekik, karabiber, kırmızı biber, tuz ve susamla harmanladım... galete ununa bulayıp kızarttım, kocamın biz gecikince haşlamış olduğu şahane makarnanın yanına.. dün akşamdan kalan bamyamız sulu yemek yerine, yine dün akşamdan kalan barbunyamız da zeytinyağlı kategorisine yerleşti... eve girer girmez sirkeli suya basıp aceleden attırdığım salatamız da gelince masaya daha ne olsun ya dedim... her işimi yaptım yemeğimi de yetiştirdim... yani Bodruma'da gittim İstanbulda da yaşadım olayı... Naziş dışardaydı o da çay faslına yetişti.. e daha ne olsun her zaman böyle olsun.....

Yirmiler Kızı bitti.. bu sıralarda kafam çok dolu şöyle hoş bir şey okumak isterim derseniz tam kitabı... çok eğlenceli bir romantik komedi filmi izler gibi okudum... Yeni kitabım Lolipop Pabuçlar , yazarı; JOANNE HARRİS...Altın Kitaplar Yayınevinin yaptığı ayın sorusu yarışmasından ödül olarak kazanmıştım...

27 Ağustos 2010 Cuma

keyifli olsun hafta sonu... perdeler rüzgarda uçuşsun.. denizlerden geçilsin... Kah kalabalıklara karışılsın, kah dostalarla sohbetlere katılınsın... Buz gibi sular, serin serin karpuzlar olsun... kahkahalarla izlenilen filmler... keyifli keyifli okumalar olsun... tavşan kanı çaylar... tarçın kokulu kurabiyeler olsun... Kızlarla paylaşılan sahurlar olsun... yataktan yatağa bağra bağıra sohbetler olsun... Kadıköy olsun... Moda olsun ... Taksim - Beyoğlu olsun... Bu hafta sonu çok ama çok güzel olsun

akşamlardan dün akşam

Dün akşam iftar sonrası , Nalan, Zeya, Ebrucuk ve Ben Koru'da çay keyfi için buluştuk... Ama koru nasıl kalablıktı anlatılmaz yaşanır:)) biz hiç duraklamadan rotayı Kuzguncuğa çevirdik... İyiki iyiki de öyle yapmışız... Nasıl keyifli bir gece oldu anlatamam...
Çoktandır planlarımızda olan Hayat kahvesi'nin günü bu akşammış meğer... Bize özel terasında kendi evimizde gibi oturduk... Yedik içtik... Nalan'la ben tam bir demlik çay içtik diyeyim anlayın siz:))) keyifli keyifli bir de karanfilli sigara tüttürdüm orada...

Saat 10.30 da Hayat Kahvesinden kalkıp, bu kez Koruya döndük yeniden... sık sık kahvaltı ettiğimiz Dilruba'nın bahçesinde oturup sohbete devam ettik bu kez de... Gece sona ererken ağzımızda çok keyifli bir gecenin tadı vardı... Ammmaaan ne güzel bi laf ettim ben burada... bunu sakın unutmayın:))

Eve geldiğimde kızlar çoktan yatmıştı... Kocayla biraz balkon sohbeti, Türk takımları UEFA dan elendiği için biraz hüzünlüydü...biraz da kitap okuma derken baktım sahur saati gelmiş...

Sabah kızların gittiğini duymadım bile.. Dün akşam da ev de olmayınca görüşemedik:)) Sabah kalkınca gittim bu kez de salondaki kanepeye yatıp, Sevgili Dünürümü izledim, pek severdim bu diziyi de... Sumru Yavrucuk ve Haluk Bilginer' e zaten bayılırım.

Bu günkü program iftara değişik bir mönü bulup uygulama olacak... yeter artık milleti kazıkladığım:))

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Günlerde bu gün

Bu gün Can kuşumla dopdolu bir gün geçirdik. Artık o küçük adam. Bir insan gözümüzün önünde şekilleniyor... karakteri oluşuyor... büyüyor... hafta da bir kez görüşüyoruz... her geldiğinde daha bir başka geliyor... Ciciaaa demiyor artık cicianne diyor... ah çocuğum ne güzel canımın içi içi diyordu... içiiii diye çağırıyordu beni... zorla cicianne öğrettiler... onun ağzından duyduğum her kelime bana bal gibi ama biraz büyüsün Laleciğim dedirticem :)) Biraz markete gittik biraz parka gittik... arkadaşlarıyla kapının önünde oynadı... Aaaa o'nun arkadaşları var... Kayra... Demir...Efe... Selena. Yalnız hepsinde birer ısırık hatırası var... neyseki çocuklar çabuk unutuyor... eskisi gibi ısırmıyor artık, bu gün yerde boğuşurken omzundan küçük bir parça kopardı yalnız... Birden canı mı kaynıyor nedir haaap diye ansızın kapıveriyor adamı.

Ev haliyle her yer her yerde ... yarına büyük temizlik var.
Yirmiler Kızına başladım... Hani romantik- komedi Amerikan filmleri vardır ya... aynen öyle başladı. İyi iyi severim böyle kitapları da... Arada beyni boşaltmak iyi olur... Araya da bir Edgar Allan Poe den bir hikaye attırıveririm...

Bu gece bir dizim ama 10.30 da başlayacak ama ismini hatırlamadığımı söylesem ne dersiniz:)) Bu yıl TRT1 'in çok güzel dizileri var... tanıtımlarında gördüm.. hatta birine başladım... Elde var Hayat ismi... Bir matematik öğretmeninin bir mahalleye taşınması ve mahalleli ile olan ilişkileri özellikle de güzel pastacı kızla:)) Matemetik Öğretmeni Emre Altuğ... İlk bölümü izledim ve beğendim... İkinci Bahar... Yedi Tepe İstanbul... Süper Baba gibi dizilerin havasında ... tavsiye ediyorum yani yani. Sonra yeni başlayacak olana Küstüm Çiçeği var... Bu da hani turşucu iki karı koca vardı, Adile Naşit'le Münir Özkul'un oynadığı ha işte konusu ona benziyor... bu seferkiler kebapçı heheheh kadın oyuncu Füsun Demirel kiiii bayılırım Şaşı Felek Çıkmazından beri... Sonraa Yerden Yüksekte var... Yine bu da mahalle hikayesi baş rolde Altan Erkekli var... Melekler Korusundaki Barış var... Altan Erkekli mahallenin futbol takımını çalıştırıyor... Barış( Barışcım kusura kalma , gerçek ismini hatırlayamadım) futbol takımında oyuncu... Altan E4rikli'nin karısı rolünde de Avrupa Yakasının Makbulesi oynuyor... Bu şahane bilgileri size verdikten sonrası artık size kalmış...

Bu akşam bir de seferberlik yemek tariflerimden birini uyguladım... Kızlar ve kocam bayıldılar... Seferberlik yemek tarifi ne demektir diyen yeni okuyucular sağ taraftaki sayfalarıma tıklayabilirler... Yemek şöyle... Ev de ne kadar bayat pide varsa kocamın eline verdim minik minik kopar dedim.... Ben de gittim mutfağa biraz kıyma kavurdum, küçük bir soğan çenttim içine sonra bir kaç tane de sivri biber doğradım, bir tatlı kaşığı kadar da salça ilave ettim, tuzunu biberini siz ayarlayın kendinize göre... iki, üç tane de domates doğradım minik minik , domatesler iyice eriyince biraz su ilave ettim ki biraz sulu bişey olsun... Ekmeklerin üzerine sarımsaklı yoğurdu yaydım, en üste de bu karışımı döktüm.... aynen İskender gibi oldu dediler... Ben de her akşam bi sürü pide kalmış nolcak bunlar deyip, ertesi gün eline yine bir pide alıp gelen kocamın dilinden kurtuldum... Bitti mi bayat pide faslı dedim:)) Üç güne kalmaz o yine bir pide stoğu yapar ya neyseee...
Evett yine kendimi aştım valla, dizi tanıtımı mı? kitap tanıtımı mı? yemek tarifi mi? ne isterseniz var... Bundan iyisi şamda kaysı diyorum ve gidiyorum...

24 Ağustos 2010 Salı

Dün gece ne olduysa , uzun zanadır baskı altında olan alerjim birden bire pörtledi... Ama bir kaç gündür hissediyordum gelişini... Kafa derimde kollarımda ufaktan ufaktan gerilmeler başlamıştı... Tam yatmak üzereyken başladım minik minik iğnelenmeye... hemen ilacımı aldım ama bir kez geldi artık... Bir kaç sürer artık Çin işkencesi. O yüzden bu gün oruçda fire verdim...

Dün akşam Survivor izledik... Ailece Merve'yi destekliyoruz... kazanacağı parayı bize verecek ya heheheh.

İstanbul Hatırasının bitti katil gereksiz biri çıktı... Ama beğendin mi diye sorarsanız evet , çok beğendim... İki kitap seçtim kendime kitaplıkda ki okunmamışlar bölümünden. Biri aç karnına en iyi gideceğini düşündüğüm Sophie Kinsellanın ''Yirmiler Kızı'
'. kızlar beğenmişlerdi, okurken aaa aynı Anneannemin yaptıkları diyorlardı... Sorduğumda örnek olarak dudağa ruju sürdükten sonra yine rujla allık yapmak gibi demişlerdi... E haklıydı kadınlar, ton farkı olmuyordu allıkla ruj arasında:)) Bu kitap için seçtiğim ayraç ise yine romantik bir ayraç. İki sevgilinin Zeya ve Vedat'ın İtalya'da benim için seçip getirdikleri 'ahşaptan yapılmış kırmızı Lale ayraçım''
İkinci kitabım ise Edgar Allen Poe'nin Tüm Hikayeleri. Kitap sanırım bir 10 kilo falan vardır... Bu kitap için seçilen ayraç ise ; ben korkunun doruklarında gezerken bana destek olacak Havacılık Müzesinden aldığım metal, üstünde askeri havacılık amblemi taşıyan bir ayraç... Kitaplar romantik olan gündüz , korku olanı da ambiansa uygun olarak gece okunacaktır:)

Şimdilik yine bu kadar ... belki gün içinde yine görüşürüz


Canım Balkahve, ballar gibi tatlı olsun hayatın, kahve gibi misler koksun, keyifli olsun... hep en az kırk yıl hatırı olan dostların doldursun hayatını... İyiki doğdun... iyi ki yolun buradan geçti...

22 Ağustos 2010 Pazar

Bizim Evin Halları

Poyraz'ın esmesiyle biraz rahat nefes aldı İstanbul... Bu gün klima hiç çalışmadı mesela...
Sabah kocayla biraz tv takıldık... ben İstanbul Hatırasını bitirmeye çalıştım ama bitmedi , sanırım bu akşam bitecek... Katilin kim olduğuna baktım... ama bunları neden yaptığını bilmiyorum o yeter:))) Katilin o olması olayı basite indirgemiş gibi geldi bana... du bakalım bi anlayayım cinayetlerin nedenini sonra gerçek düşüncemi yazarım... Ahmet Ümit kitabın geçtiği yerlere gezi düzenlemişmiş...haberim olsa katılırdım... Ama Ayasofya gezisi ertesi başlamış olmak da süper oldu benim için...Yani Teodora'nın locasında poz verdiğimin ertesi günü...

Bu gece Fair Factor izliyor bizimkiler... o tür iğrençliklere katlanamadığım için yalnız taklıyorum... Yazımı yazayım, balkona çay içmeye gideceğim, kitabımı bitirip yeni kitap seçeceğim... Ama şöle aşklı meşkli ... hafif bir şey okumalıyım... aç karnına ancak anlarım:)) Bir tane Sophie Kinsella kitabı görmüştüm geçen gün kitaplığı düzenlerken... Gizlidir Bütün Aşklar ona başlarım belki... Gamse almıştı galiba...Kitaplıkda okumadığım belki hiç okumayacağım düzinelerce kitap var... Stefan King,Jean Christophe Grangé romanları... Kızıl Nehirler ve Kurtlar İmparatorluğuna , Taş Meclisine bayılmıştım halbuki... sonra sonra bu tarzdan uzaklaştım... Kocam ve Naziş artık neredeyse sadece bu tarz okuyorlar. Hakkını yemeyeyim kocam daha çok siyaset okur( okusa da bana anlatmasa keşke)

Poyrazın etkisiyle sıcak hava mola alınca; karıkoca karıkoca Üsküdar'a yürüdük... Yürüyüş sırasında önümüze ne kadar mağaza , market varsa girdik çıktık... Güya iftara değişik bir şey yapalım diye ilham aradık ama canımız hiç bir şey istemedi... ben bir tek yassı kadayif ya da taş kadayıf denilen. kadayıfla ne alaka dediğim şeyden aldım... gelince de yaptım çook güzel oldu..
Sanırım herkes biliyordur... yuvarlak yuvarlak mayalı hamurlar yarı pişirilmiş... yufkacılarda satılır hani...Resmini çekmeye üşendim . Şimdi bir yerden bulup koysam aanammm benim kadayıfım diye millete tepeme üşüşür:)) ama şuraya bakın

Kızlar iyiler büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperler... Akşama kadar çalışıp geceye kadar gezmekteler , okul bir başlasın saat dokuzda sızmaya başlarlar.

Şimdilik bu kadar bizim evden.. Yarın yeni bir haftaya başlıyoruz... hepimize iyi haftalar olsunn... bereketli olsun...serin olsun serin


21 Ağustos 2010 Cumartesi



Yıl sanırım 1975 ya da 1976 falandır, henüz lisedeyim... Fındıkzade-Kızılelma caddesi yılları... Pınar Kür, Sevgi Soysal falan okuyorum...Erol Toy , İmparatoru yazmış...Vehbi Koç'un hayatı aslında , Adalet Ağaoğlu Bir Düğün Gecesini yazmış belki... Milliyet Sanat Dergim var... Hey var... Nilüfer Dünya Dönüyoru söylüyor... Suzy Quatro gibi bağırıyorum evde Can the Caaaaan diye... deliler gibi... okulu kırıp Yenikapı , Samatya sahillerindeki öğrenci kahvelerinde okey , bilardo oynadığım yıllar... İkinci Bahar gibi bir çok diziye plato olan yerlerde sokaklarda kah son derse yetişmeye koşturuyorum kah dersten çıkıp bu sokaklardan koşa koşa yokuş aşağı koşturup sahile iniyorum...Okuldan gelince hiç yemeğe falan bakmıyorum pencereye çıkıp karşıdaki Goralıya işaret çakıyorum bi goralı bi ayran diye...Nilgül Sineması var eve yakın... dayımla iddialara girip ben kazanıyorum... gidip orada Devlerin Aşkını izliyoruz... Türkan Şoray'lı Kadir İnanırlı... Yine onlarlı Bodrum Hakimini... Evin aşağı caddesinde Çakıl Gazinosu var... Emel Sayın ... Neşe Karaböcek ... Zeki Müren kim gelirse aklınıza bir kaç kez misafirlerimizi götürdük...gitmeyelim desek küserdi Annem hemen... Oscarlı müzikal Tommy'i izliyorum Beyoğlu Emek'de... Aysel'le buluşuyoruz o zamanın en in:)) cafesinde... Elmadağ Pangaltı arasındaki Padrossada... Çayımızı içerken önümüzden Aliye Rona geçiyor... Karaköy İskelesi batmamış yanmamış... karşısında şahane şekerpareleri olan Murat Pastanesi var... Aysel^'le mutlaka oturuyoruz orada...



Beş arkadaşız lise de... Ben, Deniz, Nermin, Yasemin ve Semahat Yanımdaki Yasemin, önde oturan Deniz... canım Deniz... Cahide Teyze Tarsus'a gittiyse eğer okul kırıldığında doğru Denizlere... şahane kısırlar yapıyor bize... Bazen Cahide Teyzenin yapıp bırakmış olduğu humusa yumuluyoruz... Gece bizim arabayı çalan şaşkın hırsız , arabayı götürüp Denizlerin Sitesindeki otoparka saklamış.... Biz de okulu kırıp Denizlere gidince ben arabayı görüp hemen bakkaldan önce polisi sonra Babamı babamı arayınca; o şaşkınlıkla Babam o saate orada ne aradığımı bile soramamıştı...

Nermin'den yakın zamanda söz etmiştim zaten, bir kaç ay önce buluştuk görüştük... Bana Avrupa Seyehatinden getirdiği takma kirpiklere hala güleriz... Yaz sonu tekrar bir toplantı ayarlayacak aradaşlarla... Denizle yeniden buluşmamızı o sağladı zaten...Denizcim şimdi Mersin'de iki kocaman yakışıklı oğluyla...

Yasemin ; ne çok anım var onunla da...Sizlere Annesinin bir anısını yazmıştım yıllar önce bir yazımda... Naciye Teyze hep şık, saçları hep topuz evlerinde her zaman kurabiye kek börek alesta hazır bizi beklemekte... Kahvaltı adreslerimizden Yaseminlerin evi... Yasemin'in Babası , subaydı. Türkiyenin her yerini karış karış gezmişlerdi... Naciye Teyzenin lakabı Boncuklu Naciye imiş... süslü pülü, takıp takıştıran boylu boslu güzelim bir kadın... Kars'da görev yaptıkları yıllarada, bir toplantıda , Naciye Teyzenin yanında oturan , yeni tayin olmuş bir subayın eşi, Boncuklu Naciye gelince bana haber verin, çok merak ediyorum demiş... hem de Naciye Teyze'ye... O da geldi geldi çoktan geldi, bak yanında oturuyor demiş, kendini göstererk... Bunu da defalarca yazdım ama okumayanlar okusun ve Naciye Teyzemin kulakları çınlasın...

Bunlar nereden mi? aklıma geldi... bu gün Deniz bu resmi buldu Facebook'a koydu... benimde aklımı başımdan alıp götürüp o yıllara attı...

20 Ağustos 2010 Cuma

Yirmi gün aradan sonra dün Cancan'ımla kavuştuk birbirimize... nasıl bir özlemdir anlatamam... yaladık yuttuk birbirimizi... artık eskisi gibi ısırmıyor ama o sarılmalar sırasında iki üç diş aldı kolumdan, çaktırmadan... Tatilde büyümüş , artık bebek havasından çıkıp kocaman bir çocuk olmuş. Fotoğraf makinesinden kendi gösterdi, bana su kaydıraklarından nasıl kaydığını... Ablalar gelince de azdılarda azdılar... akşama kadar düzeni bozulmayan ev birden bire savaş alanına döndü.
Sıcaklar bu hafta sonu gidecekmiş, gelse bile bu kadar sıcak olmayacakmış artık... Elektrik faturamızı çok merak ediyorum... geçen ay gelen de dudak uçuklatacak cinstendi ama kocam onun yarısında tatilde olduğumuzu söyledi yani bu gelen duble gelecek...

Bu akşam görümceme yemeğe davetliyiz. Biz mönüyü az çok biliyoruz... çünkü başka türlü olursa bizim kızlar kesinlikle kabul etmezler.... Halalarıyla onlar arasındaki 100 yıllık anlaşma böyle... Eve de yeni geldiler zaten... Belgrad Ormanlarında outdoor etkinliği yapıp okulca kaynaştılar:)))

Şimdilik benden haberler bu kadar... peki sizde ne var

18 Ağustos 2010 Çarşamba

AKSİYON

Eh kaç gündür sakin sakin seyrediyor hayatımız... İşte sahurlar... iftarlar... tv izleme... kitap okuma...
Dün yine aynen sahura kadar okuma, izleme çalışmaları sonra sahur yemeği , kahvaltısı demeli aslında... yine geç kalkış... ortalık toplama ... Kocanın eve gelmesi ... Kızlar okulda tabi.
Hadi işler bitti ... bir duş ... kanepeye uzanış serin serin ooooohhh deyiş ve zırrrr telefon.
Arayan Gamsegamse- Anne , ben hastayım, bir şey yiyemiyorum, çok terliyorum
- sıcaktandır
- Hayır , öyle değil... Hastanede buluşalım

Hemen Nazlı'yı aradım. Hiç ahaberi yok, aynı okuldalar ama sabah kahvaltıdan sonra birbirlerini görmemişler, öğle yemeğinde bile birbirlerine rastlamamışlar...İşler yoğun, zümreleri, branşları farklı... Okulun reviri henüz faaliye başlamamış, hemşire izinden dönmemiş henüz... Neyse hastanede buluştuk... Hemen serum takıldı vitamin takviyesi, mide bulantısını kesici ilaç falan... bi sürü tahlil. Biraz kansızlık çıktı geri kalanı sıcağa bağlı tabiki.İftara yakın eve geldik. Dr, üç gün rapor verdi ama kendimi iyi hissediyorum dedi, gitti.

Neyse yine böyle şeyler olsun diyelim...

İftar sonraları için bir sürü planlarım vardı... sıcaktan nemden kafamı dışarı uzatamıyorum ki. Bizim arka sokak da ki kilisenin sokağına çok güzel bir sanat galerisi açılmış... sokağı iki taraflı olarak ünlü ressamların ışıklı tablolarıyla donatmışlar... gündüz gördüm gece gelelim demiştim onu bile yapamadım... Bu Akşam Sunay Akın'ın söyleşisi var çok istiyorum ama bakalım kendimde o motivasyonu bulabilecekmiyim... yemekten sonra çayımı alıp balkona kuruluyorum... daha da kalkmak istemiyorum çünkü.

Bu sıcakta , aç karnına bu kadar yazı yeter bence, hadi gideyim ben

15 Ağustos 2010 Pazar

Bu günden

Sabahları erkenden kalkıp, hemen yeşil çayımı demlediğim... herkes kalkana kadar bir film izleyip, bir kaç sayfa kitap okuduğum... internette keyfimce sörf yaptığım... rüzgardan perdelerimim uçuştuğu günlerimi özledim ya... Bu sıcak bu nem... sürekli klimalı ortam beni germeye başladı...

Dün ilk kez dört gün sonra zorla dışarı çıkarttılar beş dakika sonra eve kaçtım... Ramazan için henüz hiç özel bir şey hazırlamadım... Mutfak da saatlerce kalmak bu sıcak da en son düşündüğüm şey valla...Hep anında hazırlanan şeyler yapıyorum... Örnek mi heheheh bu akşamın mönüsünü veriyorum size ... Sabah hemen bir mercimek çorbası attım ocağa... iki gündür sulu yemek yapmamıştım ... Ana yemeğe geçelim:)) dün akşamdan kalan pideleri minik minik doğradım... üstüne salçalı sos döküp dönerleri( Migrostan alınma , dondurulmuş dana döner) teflon tavada evirip çevirip üstüne dizeceğim... üstüne yine domatesli bir sos ve hafiften tereyağ gezdirip yanlarına ızgara edilmiş sizvri biberler konup yanında yoğurtla servis edilecek... tatlı olarak da Dr. Ötker keşkül pişirdim , üstüne vanilyalı dondurma koyularak servis edilecek o da e yetmez mi yani, çorbasından tatlısına kadar her şeyi yapıyorum:))))

Tv de bol bol Avrupa Yakası izliyorum... sabaha karşı Ata'lı olanlar ... gündüz Sacit'li olanlar... başka da hiç bir şey yok.

Yarın kızların okulu açılıyor , daha doğrusu seminer dönemine giriyorlar... Geleneksel kahvaltı programı ile başlayacaklar... 51 gün süren kimi gülüşlü kimi döğüşlü birlikteliğimiz burada sona ermiştir... Hayırlısıyla bayramdan sonra ben de kendi programlarıma dönerim artık... Bol Beyoğlulu... okey karşılaşmalı... koru yürüyüşlü... koru kahvaltılı günlerime ... Kuzguncuk yürüyüşlerime... Alkım kitap karıştırmaca günlerime işallah maşallah diyelim. Gerçekleşmesini çok ama çok ama çok çok istediğim bir şey var... Benim bir kişilk programım bu ... şimdiden söylemek istemiyorum... olmaz olmaz yani. Ama bir şeyi 40 gün dersen olurmuş ya ben de öyle her gün söylüyorum...

Şimdilik gittim ben biberlerimi ızgara edeyim, sosluk domateslerimi rendeleyeyim yani gideyim
işime gücüme bakayım.

Ah gitmeden bir etkinlik duyurusu yapmak istiyorum...
İzmir Ege Üniversitesi ve Behçet Uz çocuk hastanesinde yatmakta olan hasta çocuklarımız için bayramda hediye vererek onları mutlu edilmesi amaçlanmış....Mutlu Olalım Derneği yetkilisi Özlem hanım ve blogcu arakadaşımız lunaparkdayaşamak yazarı Sanem tarafından yürütülen bir etkinlik.
Mutlu Olalım Derneği;.Devlet ve üniversite hastanelerinde yatmakta olan kanser hastası çocuklarımızın tedavileri sırasında, sadece bedenen değil aynı zamanda ruhen de sağlıklı olmaları ve morallerinin arttırılması için sürekli ve özel günlerde etkinliklerin düzenlenmesi amacıyla kurulmuş bir dernektir.
İstedikleri şeyler sadece çocukların yüzünü güldürebilmek adına.
liste aşağıda ama Sanem'in bloğunda daha detaylı görebilirsiniz.
Boyama Kitabı
Resim Defteri
Pastel Boya
Küçük oyuncaklar
Resimli hikaye kitapları


istenilen miktarda alınabilir,
standart bir formatı olduğundan gelenleri birleştirip sayıyı tamamlayarak tüm çocuklarımıza verme şansımız oluyor.

Hediyeleri göndereceğiniz adres şöyle: Mustafa Kemal Caddesi Burak Apt. No 44 D 4 Bornova-İzmir

12 Ağustos 2010 Perşembe

Önümüzdeki yaz daha sıcak olacakmış dedi, Gamsegamse... Yok ya dedim, kim dedi... cevap; Kuaförüm. Söyle kuaförüne gelecek yaz için şimdiden bana stres yapmasın dedim... Son 130 yılın en sıcak yazını yaşıyormuşuz, yani 130 yıl önce böyle bir şey yaşanmış eeee yani ilk değil. İki yıl önce çok kurak bir yaz geçirince , bir daha yağmur yağmayacak sanmamışmıydık... her şey güzel olacakkk , enseyi karartmayın... ne güzel sonbahar gelecek... amaaaam bir daha yaz gelse yaz gelse dediğinizi duymayayım. Ayının kırk hikayesi varmış, kırkı da ahlat üzerine... ben de hangi bloğa baksam ilk gördüğüm şey sıcakkkk...En iyi yaz iki haftadırrr o kadarrrr.

İki gündür kitap gazete okumadım... gazeteye internetten baktım bir ara. Oruç iyi gidiyor... Sahurda bir şey yiyemiyorum... İftarda da öyle ama sonra bir çay içince açılıyorum, Allah ne verdiyse:((( O yüzden hep hafif şeyler yapıyorum , mesela iki gündür tatlı yapmadım.

Biraz tv izleyip , biraz da okumaya çalışacağım sonrası Gamse'yle takılırız. Naziş yok bu akşam... arkadaşlarıyla iftar yapacak sonrada Zuz'a geçecekti... artık yarın akşama ancak gelir.
Serin serin bir akşam , gece diliyorum hepimize...

bi de son not: ya arkadaş önce izlemeye alıp sonra vaz geçmeyin yav... motivasyonum bozuluyor:).. ne oldu yani şimdi izlemeye değecek bir şey yok mu demek oldu... Ben ta başından , beceremeyeceğimi bildiğim için kendime bir izleyici gageti eklemedim... Beceremem onu izledim bunu izlemedim olmasın dedim yani sırf ondan... başka bir şeyden değil valla... Yoksa birbirimize yorum yazmadığımız, birbirimizin arkadaş listesinde olmadığımız halde sürekli okuduğum bloglar benim de var yani yani...
Zamanı yavaşlattım... kanım bile daha ağır akıyor damarlarımdan... yavaş yavaş yürüyorum hatta ama hala yüksek sesle konuşuyorum... Bu bir alışkanlık ... yıllarca makine sesleri arasından sesini duyurmaya çalışmanın sonucu.

Bu gün ikinci günü ramazanın , şimdilik çok iyiyim iyiyiz... dün akşama doğru , kocamın kafasına sigaranın vurduğu hareketlerine yansıyınca ... ay bi duman çekse de rahatlasa dedik o kadar. Henüz sahura kalkmaya alışamadım... resmen sürünüyorum... Baktım kacam kalkmış çay suyunu koyuyor... Gamse tıkır tıkır hazırlamış yatmadan önce masayı... Naziş herzamanki gibi çamura yatmış:)) ben de yattım çamura :))) hazır masaya kuruldum. Ama iftarda da ben koşturdum onlar için gerçi sonuçda kahvaltıya yumulduk hepimiz... sıcak pide , tereyağ, bal, sıcak pidenin arasına kaşarı göm olayı. Yani dün akşamın yemekleri bu akşama da kaldı... belki accık bir ilave yaparım o kadar.

Eskiden ramazanlarda daha mı güzel olurdu tv programları ne... iftara doğrular... yemek programları ... bunlar hala orucu bozan şeylerdeler... yahu 600 küsür senedir oruç tutuluyor bu topraklarda hala mı? ya hala mı??? kusura bakmayın üç soru işareti anca kesti.


Kızlar pazartesi günü seminer dönemine giriyorlar artık... Bizim için eğitim öğretim dönemi başladı... Öğrenciler içinse daha bir ay var.

Bu yazıyı da burada bağlıyorum. Düzenlemelerle ara ara gelirim...

not:
Menekşe Hanım, benden buğday alerjisi olan biri için yemek tarifleri istemişsiniz... Ama ne tür tarifler istediğinizi yazarsanız daha iyi olur...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Oldu mu? size hiç; hani canınız bir şey yapmak istemez. İstersiniz ki, hep mel mel bakayım, kimse bir şey sormasın, istemesin, hatta görünmez olayım...Aynen öyleyim.

Bu sıcak bu nem tez elden gitmeli... penceremi açmayı, içeriye mis gibi temiz hava dolmasını, sokakda efil efil gezmeyi istiyorum... aç aç bile olsa:))

Tekrar söylüyorum 118 18 118 80 ve bilumum 118 reklamları kalksın.



Durum bundan ibarettir yazacak başka bişi yokturrr.

10 Ağustos 2010 Salı

@ TRUEBLUE

Dün gece de dediğim gibi , bu gün ailece ramazan öncesi programı yaptık . Yani son tur:)).Aslında bu programı Gamsegamse Annesi ve Babasına ramazana şöle motivasyonlu motivasyonlu girsin diye yapmıştır. Bizzat tertiplemiş, rezarvasyonunu yaptırmış hatta finanse etmiştir... Annesi ve babasına düşen de cap cap sulara atlamak, yan gelip yatmak , kitap okumak... yiyip içip güneşlenmek olmuştur:))

Sabah 10 gibi falan doğru Fenerbahçe burnundaki TRUEBLUE'ye gittik...

Benim gibi eskiler burayı Fenerbahçe plajı( hey gidi plajken de oradan çok denize girmişliğim vardır) azcık daha yeniler Piramit olarak en yenilerde Pinkfloyd konserinden hatırlayacaklardır... Havuzu biraz küçük ama suyunun arıtılmış deniz suyu olması , benim gibi pek havuz sevmeyenler için tercih nedeni olabilir... Birde tabi yanı başının deniz olması da ayrı tercih nedeni... isterseniz inip denize bakan taraçalarda güneşlenebilir bu arada optimistçileri de izleyebilirsiniz.. .
Güneşlenirken bir baktım leylek sürüsü geçiyor, hemen ayağa fırladım. Çünkü; Siz ayaktayken leyleği de havada görürseniz , o yıl çok gezermişsiniz:))) yan şezlongdaki kadında baktım ayağa kalkmış, üç kere oturup kalkacaksınız dedi ... bakın o kadarını yapmadım işte... Zaten Zuz çok gezdiğim için reçellerini yapmadığımı söylüyor. Hazır reçel almakla tehdit ediyor beni... bak bak:))



Denize bakan taraçada...

Frozenleri frozenlerken:)))

Bu akşam sahura kalkıyoruz yarın da orucuz ... umarım her şey yolunda gider... günler o kadar uzun ki ... Gamse şimdiden yarın akşam ki iftar yemeğini sordu... Bu ramazan biraz daha fazla misafir ağırlamak istiyorum eğer becerebilirsem... işte böyle ya, hadi şimdilik gittim ben...
Evde olmak bana göre bişi değil arkadaş... ben eğer geziyo olsaydım, dolabımda çeşit çeşit yemeklerim... kıyıda köşede pastalarım böreklerim çöreklerim... dondurucuda; acil durumlarda buzu kırın ibareli yemeklerim olurdu... şimdi son dakika yemekleri var piyasada... acıkıyoruz sinyali gelince hemen makarna haşla... birer kutu ton balığı yanına bir de salata... Dün akşama kadar yattım yuvarlandım, üle bunlar acıkmıştır artık dedim, kalktım mercimekli bulgur pilavı yaptım beş dakikada yanına da közlenmiş kırmızı biberli patlıcan salatası... bir ayak yapaıyorum yetmez derseniz şunu da yapabilirim bunu da yapabilirim diye:))) Neyse önümüz ramazan ; başlarım çeşit çeşit zeytinyağlıydı falan filan yapmaya...

Yarın çok güzel bir program yaptık ailece... ramazandan önce son tur... Bizim bir son tur hikayemiz var evlere şenlik... Kızlar küçük ilkokul da falanlar Naziş orta bir de olabilir... tatilde Avşa'ya gittik... Mavi Marmara ile... o meşhur Mavi Marmara o zamanlar İstanbul- Avşa hattında çalışan bir gemiydi... kim derdi üvertürlükten assolistliğe yükselecek... Neyse Mavi Marmara maceralarımız da çoktur da ... gelelim son tur olayına...Avşa kumsallarında lokmacılar dolaşır... ne de güzel olur, denizden çıkınca ... bir gün baktık adam son tur son tur diye bağırark geçiyor. AA son turmuş alalım dedik. Baktık birazdan yine son tur son tur diye bağırark geçiyor. Üç kağıtçııı dedik. Akşam bir lokmacının önünden geçiyoruz ; baktık adı'' SON TUR'' Avşa'nın en ünlü lokmacısıymış:)) Hay Allahım ya gece gece torbadan bir de Avşa çıktı... iki kez gittik Avşa'ya bir daha gidermiyim ya da gidermiyiz...şimdi .içeri sesleniyorum kulak kabartın sese ,duydunuz mu; hayır bağırışlarını heheheh . Çünkü ikinci gidişimizde fırtınaya yakalandık ve yedi saat denizde kaldık... Programa gelince şimdi söylemeyeyim ya şimdi çalışamak zorunda olanlar imrenirler falan olmaz.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

yine geceden

En baştan söyleyeyim Cancan'ı hepimiz çok ama çok özledik...Bodrum-Karaincir'de keyf yapıyor... çok mutluymuş... Anne -Baba 24 saat yanında tabii... geçen gün telefona bi zahmet gelip sesini duyurdu... bin naz bin niyaz... on güne kalmaz elime düşer O benim.

Sıcak tüm haşmetiyle devam etmek de... evden çıkmadım hiç, gerçi Gamse arkadaşlarıyla tüm gün dışardaydı ama geldiğinde hiç şikayetçi değildi... sanırım serin bi yere konuşlandılar... Ama Naziş çok komikti ya... gece Neslihanlarda kalmıştı... sıcağa yakalanmamak için sabah koşa koşa eve geldi.

İstanbul Hatırası çok güzel bir biçimde ilerliyor... polisiye tarzım değidir ama Ahmet Ümit okurken çok keyif alıyorum... Geç tanıştık ama olsun telafi ederiz:))) İstanbulun ilk yıllarından başladık işe.. Arada çok güzel mitolojik hikayelerle bi keyif bi keyif gidiyoruz... Geziyoruz Balat... Zeyrek... Sarayburnu.... Cinayet ilk sayfada işlendi ....Araya sıkıştırlmış güzel bir aşk da var...Çok da güzel bir Kavafis şiiri vardı hatta... du yazayım size çok severim bu şiiri hatta şiirimdir diyebilirim...

Alın size gece bir Kavafis şiiri
Şehir
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.



Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
KONSTANTİNO KAVAFİS

Anam bu Ahmet Ümit daha naaapsın size...Bakın ilk 100 sayfadan sonra tavsiye ediyorum, kulağınıza küpe olsun... listenizde bulunsun... yalnız bu yazarlara bir tavsiyem var, böyle ansiklopedi kalınlığında kitaplar yazdıkları zaman iki cilt olarak yayınlasınlar, birlikte paket etsinler ,satışta ayrılmasın biribirinden . Yattığım yerden kitap okuyamıyorum ayol, kollarım kopuyor. Bu sene çıkan kitapların hepsi böyle ansiklopedi kıvamında... Halide'de öyleydi... Kumsalda okurken kaç kez yüzüme düşürdüm, burnum kırılacaktı... Bu yazarlar yazdıkça açılıyorlar diyorum ben:)))

Tamamm kitap bilgilendirmesi de yaptık... Durun bir de şarkı tavsiyesi yapayım size kendi listemdem gelsin.. Dj Lale den. tam yaz şarkısı şırıl şırıl dalga seslerini duyar gibi... püfür püfür rüzgar eser gibi...

8 Ağustos 2010 Pazar

alev alev yanıyor yanıyor İstanbul


Geçtiğimiz cuma günü; enerji kullanımında Türkiye Cumhuriyeti tarihi rekorunu kırmışız... Nedeni sıcak giden havalar nedeniyle klima kullanımıymış... Böyle giderse daha ne rekorlar kırarız biz...

Bu gün Gamse- hadi bari Capitol'e gidelim dedi... Millet bu sıcaklarda AVM lere doluyor malum...Kalabalığı anlatamam...orası bile sıcaktı... Biraz mağaza dolaştık bir şeyler yedik, yok dedim ben dayanamıyorum ... eve döndük.

Bu akşam Düriyemin Güğümlerini izledim... seviyorum bu Ege köylerinde çekilen dizileri... geçen yaz da vardı benim böyle bi dizim... sıkmayın canınızı entel dantel bu sıcaklarda , benim izimden gidin , portakal orda kal ... bu gece Tarihin Arka Odası vardı, bilirsiniz bayılırım ... tarihin magazin programı diyorum ben ona... arada bi Murat Bardakçı, hadi Yaprak bilmem ne efendinin şu eserini söyleyelim diyo ben hemen başka yere zaplıyorum o başka heheheheh.Bazen belirledikleri konuya bile giremeden program bitiyo , zavallı konuk uykusuz kaldığına mı yansın, ertesi günü arkadaşları tarafından tiye alınacağına mı yansın öylece bakıyor... Amaaa İlber Ortaylı geldi mi, herkes divana duruyor... İlberim Ortayım seviyorum O'nu da valla... Hele şu müze kart olayından sonra daha bir seviyorum... Kartımı alalı henüz bir hafta oldu da:))

Şimdi gidip İstanbul Hatırasına devam edeceğim, araya Günaydın Funda girmişti... Özel bir ayraç seçmiştim onun için, şimdi Leylak Dalıcımın ağzının suyu akacak ama söz Ayasofyaya bir daha ki gidişimde sana da alacağım... Ayracımın özelliği geleneksel yöntemlerle oğlak derisindenüretilmiş bir parşömen ...Üstünde Ayasofya resmi var... Ayasofya'dan almıştım... Ayracı seçtim kitabı elime aldım ... dakka bir gol bir karşıma çıkan kelime Ayasofya...yani bu kadar olur... Yani önce kitapta adı geçen yerleri mekanları gezmişim o akşam da kitaba başlamışım... hey gidi hey .

pazar programımı açıklıyorum akşama kadar kanepede yatmak... sonra kalkıp diğer kanepeye geçip orada yatmak...

Eh bu yazınında sonuna gelmiş bulunuyoruz... İyi bir pazar olsun serin olsun... Cehennemin kapısını kim açık bıraktıysa artık kapatsın...Burası fazla ısındı ... Ben Lale dünyadan bildirdim...Ben kapıları açık bırakınca Annem elin arkaya dönmüyor mu ? derdi ... aynen öyle
Bu kadar nem bize yol su elektrik olarak döner artık... Su baskınları falan olmasında aman ... direk barajlara neyin boşalsın... Hani yazının sonu gelmişti... tam vedalaşırken kapı önü sohbeti açılır ya , aynı ona benzedi yav...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Şu anda İstanbul da nemin oluşturduğu buharımsı tabakadan d0layı gökyüzü görünmüyor...Dün gece Gamsegamse arkadaşında kalınca , kanepe de bana kaldı...salona eni konu yatak yaptım kendime ve klimayı da kapatmadan sarınıp pikeme, bir güzel uyudum...

Klavyem bozuldu...iki üç gündür misafir sanatçıyım...Ama dün akşam artık bu sorunu çözmem konusunda ültümat0m aldım...e yedek klavye vardı o da çalışmadı...ama şimdi şahane çözüm olayını göreceksiniz aşağı resimde... hehe ekran klavyesi üstelik de çok zevkli..Sürekli tıklıyoun nasıll...demokrasilerde çare tükenmez dimi...Şimdi bir bilirkişi görüp teşhisi koysun ona göre klavye alınacak...


Dün Zuz geldi şantiyeden işe gitmek yerine bize geldi.Oturduk yine kardişş kardiş...

Gece hiç tv izlemeden direk kitap olayına girdim...Günaydın Funda nerdeyse yarılandı ...kitabı okurken canınız hep karanfilli çay içmek isteyecek...ben de çayımın içine bir kaç karanfil attım...süper bişi olldu...bardağınızda ince belli olsun ..lütfen... Ilgın Olut öyle diyo.....serin serin gezdim Foça sokakarında kitabı okurken ...hatta acilen F0ça ya gitmeliyimm dedim...özellike Siren Kayalıkları için...Münevver Hanımı bulmalı, Onun pansiyonunda kalmalı...akşamları avluda karanfilli çay içip ev yapımı keklerinden yemeliyim.Kitap insana sürekli bu duyguları veriyor.Henüz Funda ile olayı başlamadı...Ama Neva yı okurken de nerde bu Nevaa laaaaa olmuştum...Anladım ki Ilgın Olut un tarzı bu...

Kızların tatili 10 gün sonra bitiyor...Naziş bir arkadaşını kıramadı ve iki haftalık bir çeviri işi aldı...Üç gündür erkenden gidip akşam geç saatlerde kafası ambale olmuş geliyor...

Ama bu yazı bitsin dimii...Gamse acıdı laptop teklif etti ama yiğitliğe şey sürmedim...

Ayy inanamıyorum galiba bir kaç yağmurdamlası düştü....üst kattaki komşu camdan su dökmüş olamaz herhalde...hafiften de bir rüzgar çıktı...hadi hayırlısı

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Günaydın Funda



Bu Ilgın Olut'un son kitabının adı...Ilgın Olut bu kitabı yazıdı...Leylak Dalı aldı bu kitabı okudu...Vee bloğunda yazdı....ama bakın sonra ne oldu.



Leylak Dalıcım yazısını yazınca ;ben de gittim altına yorumumu yazdım....Dedim ki;bu yazarın daha önce Neva adlı kitabını okudum,bütün kitaplarının adı kadın adı....acep bi nedeni mi var....Galiba kendi yaşadıklarını yazıyor, falan gibi bir şeylerdi sanırım yazdıklarım....Ertesi gün bir mail aldım....Daha önce hiç tanımadığım birbirimizin sayfalarından bile habersiz olduğumuz piekurabiye'den geliyordu....yorumunuzu okudum Leylak Dalında diyordu....Ilgın Olut'u ailece tanıyorlarmış....mesleği'de aynen Neva' da ki kahramanı gibi doktorlukmuş...ben de blog dünyasının bu geri dönüşlerini çok seviyorum....artık daha da emin oldum , hikayelerin gerçekliğinden dedim....Ama Piekurabiye başladığı işi yarım bırakan biri değilmiş meğer.:)))bana öyle bir güzellik yaşattı ki anlatamam.... Kitabı almış....eşiyle İzmir'e gönderip Ilgın Olut'a benim adıma imzalatmış veeeee kitap az önce elime geçti. Ben de birazdan kahvaltı yapacağım şöle koca bir kahvaltı ama....Gamsegamse kalkana kadar şöle simitli, kayısı haşlanmış yumurtalı....közlenmiş kırmızı biberli falan....sonrasınıda salonda klimanın altına konuşlanıp Günaydın Funda günü yapacağım...Pie Kurabiye bana hikayenin geçtiği yerleri gözümde canlandırmam için Foça resmi de göndermiş.....


Hadi artık bu günkü tek program budur....

Piekurabiyenin sayfasına gittiğimde yaptığı tasarım kurabiyelerin şıklığına şaşırdım kaldım...lezzetlerinden de bir o kadar eminim....Şimdi burada hepinizin önünde bana yaşattıığı bu güzellik için....hayatıma kattığı bu renk için... hissetiğim her güzel şey için çok ama çok teşekkür ederim....Buradan Pie kurabiyenin kurabiyelerinin şıklığına bakabilirsiniz...Benim klavye mefta olmuş...Naziş'in laptopundan mausesiz yazdım bu yazıyı ve link vermeyi bir türlü
beceremedim:)))Resimde ekleyemedim....Gamse kalksın onuda eklerim yazıya:))

düzenleme: Gördüğünüz gibi link verilmiş resimde eklenmiştir....çünküüüü mouse taktım klavyeye:)))

3 Ağustos 2010 Salı

dün bugün

Fcebookda bir sıcaaaak yazıyorum , hemen altı yorumla doluyor burası daha sıcak diye....Klimalar olmasa ne yapacaktık bilemem... gerçi sonra tepe sersemi gibi dolaşmak var işin ucunda ama:)))
Sıcaklardan dolayı evci çıktık iki gündür...Gamse ile dün akşam biraz pazarı dolaşalım dedik ama koşa koşa eve geri döndük. Hem de saat 7.30 du..

Dün gece önce yatağımda... Sonra Gamsegamse'nin yatağında(kızlar klima yüzünden salondaki kanepeleri işgal etmiş durumdalar) daha sonra salonda Naziş'in ayak ucuna sığınma şeklinde sabah etme ...sabah yediden sonra tekrar kendi yatağıma dönüş şeklinde bir gece geçirdim.Yatak odasına gittiğimde Alllah sizi inandırsın Kocam, pikeye bir sarınmıştı anlatamam...gözlerim faltaşı gibi açıldı... bir de ,dün gece baya serindi hava demez mi?. Canım Annem ya, bu oğlan aynı lohusa gibi kat kat giyiniyo derdi )). Biz henüz t-shirtle falan gezerken bu koca kişisi kazaklara geçerdi hemen havalar biraz serinlemeye görmesin.

Şu sıcaklardan dert yanan arkadaşlara bir çift sözüm var ...siz yaz gelse gelse derken ben ne diyodum size Alllah aşkına he!!! yaz dediğin iki hafta olmalı o da ben tatildeyken heheheheheheh
Dün gece Rıfat Ilgaz'ın kitabını bitirdim.... Bazı şeyler hep güncel Türkiye de...bazı kitapları okurken bunu daha iyi anlıyorum....bizb seksen sene aynı şeyleri konuşan bir milletiz....Bakın şimdi Ramazan gelsin, konuşulacak konuları size söyleyeyim....şunlar orucu bozar bunlar bozmaz...bilmem nerede oruç tutmayan şahı, yemek yerken görülüp dövüldü....iftar çadırları ...bilmem ne bakanı ya da Başbakanı şu gecekonduda iftar açtı...çıocuklara harçlık verdi falan filan.Benim ramazan programımı açıklamıştım, sabaha kadar oturma akşama kadar yatma....var mı bi itirazı olan...orucunu yatarak tutuyo filan diyen... kendi orucum kardişimmm nasııl tutar tutarım:)))

Gelelim bu güne ;bir ara kafamı dışarı çıkaracak oldum , sanırsın kafamı fırına soktum...anlaşııldı dedim bu gün de evci çıktık.... Tam o sıırada Meral aradı ....hadi gelin dedim....kısır yağptım hemencik bi de soğuk yenilecek bir pastamsı tatlımsı bir şey yaptım....serin serin oturduk...yeyip içip okey oynadık....Akşam olunca kızlar Meral'i de alıp Kadıköy' e gittiler. Bne hadi bi yazı attırayım dedim.o sırada Kocam da geldi eve ...bir çay onun eline tutuşturdum sen haberleri izle dedim.....işte böle böle bu günü de böyle yedik bitirdik sırada ki gelsin....ama serin gelsin.

düzenleme: Bu ramazanda iftar çadırı yokmuş....Catring firmaları eve servis yapacakmış... vallaaa

1 Ağustos 2010 Pazar

Fotoroman pazar günleri çıkar adı Analı kızlı))

Herşey kuzen Fatma'nın dün akşam hadi kalkın gelin demesiyle başladı. İkiletmedik valla... Kocamı evde bıraktık ve kız kıza Beşiktaş'a geçtik önce... Alperen'le buluşmak için... Alperen Fatma'nın oğludur ve çok şeker bişidir... Yakışıklı bi delikanlıdır... Ama O buluşma yerine 15 dk kadar geç kalınca ve bizim saçlarımız haşlanmış mısır ve kokoreç kokmaya başlayınca yakışıklılığından eser kalmayacaktı ama... Neyse benim telefondaki sesimi duyunca yanımıza ışınlanıverdi birden:))) Sonra Gülden ve Fatma ile buluşup Bu kez Ergin yakışıklısına misafir olduk Taksim'de... Gecenin üç buçuğuna kadar hizmette kusur etmedi bizi bir güzel ağırladı bahçesinde... Pek bi eğlendik ...Gece hep birlikte teyzeme gittik... Bizim uykumuz gelmişti ama teyzem fil gibiydi... Bir ara çarşaf krizi yaşadık... Teyze tamam bu bana yeter dedikçe teyzem elinde çeşit çeşit çarşaflarla kapıda göründü:))) Sonunda suçlu bulundu; BENNNN. Ta baştan alsaydım elindekileri olay bitecekti... Ay kafam durmuş demek ki:))

Sabah yine kuzilerle bu kez kuzen Halil'in de katılımıyla güzel bir kahvaltı yaptık. Biz kahvaltı sonrası feryat figan ayrıldık... Kahve içelim öyle gidin... Hava serinlesin öyle gidin nidaları arasında evden çıktık...Gamsegamse başka bir program için bizden ayrıldı. Biz de Naziş'le baktık hava rüzgarlı, öyle korktuğumuz gibi değil attık kendimizi İstanbul'un kollarına... İşte bundan sonrası fotoğraflarla...

Galata Köprüsü altında kızımla keyf etmece yaparken (yakamdaki şerit elbisemin aksesuarı çantamın askısı değil:))) Kim görse niye çantanla oturuyorsun diyor da:))) Balkahvecim kolyeme tikkatttt... ne zaman taksam günüm bal gibi talı kahve gibi keyifli oldu...
Almışım arkama Ayasofya'yı , oturmuşum ceviz ağacının altına... Almışım elime çayımı...

Ayasofya merdivenlerinde yayılmaca...

Döne döne Ayasofya... Yukarı katlara çıkarken...

Eh bana da "İmparatoriçe Locası" yakışır.Ayasofya da iki din bir kareye sığar.
Dilek sütünundayım ama beceremedim... Meğer bir taktiği varmış benim gibi sadece elinizi çevirmeyin ... Kolunuzu da birlikte çevirin...Valla ben bi daha gider denerim...


Altı yüz yıl sonra üstündeki sıva kaldırılarak ortaya çıkarılan SERAFİM
Naziş'le kafakafaya verip , makineyide alttan tutarak tavan süslemelerini çektik...nası taktik ama:))Son resim Sanat Tarihi Hocam Tuncay Bozkurt'un anısına...Yattaığı yer ışıklar içinde olsun... Bu planları bize resmen ezberletirdi...

Home sweet home diyerek eve zor düştük... Ha bu arada yol üstündeki kitapçının dışarı attığı tezgahtan; Müge İplikçi'nin ''Cemre'' ve Rıfat Ilgaz'ın "Garibin Harozu" adlı kitaplarını aldım... Ambalajları bile açılmamıştı ve neredeyse kağıt peçete fiyatınaydı.... İçim cızladı...