Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Eylül 2010 Perşembe

İstanbul'dan Semra geçti...

Ben görmeyeli çok tozlanmış bu İstanbul dedi Semra... E hadi ne duruyoruz dedim, alalım tozunu bir güzel, silelim süpürelim , cilalayalı hatta:))

Erken sabah kahvaltıları yaptık... kahvelerimizi içip hemen İstanbul'a attık kendimizi. Uzun koru yürüyüşleri yaptık... Semra Kuzguncuğu görünce ; şükürler olsun bozulmadan kalmış dedi. İstanbul içinde böyle bir mahallenin kalabilmiş olmasına çok şaşırak bile olsa.Tüm sokaklarına girdik çıktık.
Kadıköy sokaklarını arşınladık Naziş ve Gamse'yi de yanımıza alarak... Mercan'da kokoreç ve midye çeşitlemeleri partisi yaptık... Alkım'da uzun uzun kitap saatleri yaptık... Semra çaktırmadan bana iki kitap hediyesi ile çıktı oradan... Biri , Hanifi Avcı'nın yazdığı son günlerin en flaş kitabı HALİÇ'DE YAŞAYAN SİMONLAR diğeri, TAKUNYALI FÜHRER... YazarıErgün Poyraz. Kitapçıya girmişken ben de Ayfer Tunç'un son kitabı YEŞİL PERİ GECESİni aldım.

Bir gün eski ortak arkadaşlarımızla buluştuk. Buluşma öncesi biz ikimiz şöle bir Ayosofya turu attık. Yine inanılmaz kalabalıktı , giriş kuyruğu korkunçtu ama görevli bir torpil yapıp , Türkler buraya gelsin deyip bizi hemen içeri aldı:)) terleyen sütun önünde dilek dilemek için kuyruğa girdik. Neyse bu kez becerdim, elimi 360 derece döndürebildim. Çıkışda Ferhan ve Huriser ile buluştuk.Önce Sultan Ahmet meydanındaki bir kafenin bahçesinde oturup uzun uzun lafladık. Ah Ferhan... hiç sözünü etmişmiydim size... Tanışıklığımız uzun up uzun yıllar öncesine gider... Evleri Babaannemlerin evinin karşısındaydı... Halam beni Babaanneme götürürken ; hiç sıkılmayacaksın demişti, bir sürü kızları olan komşumuz var... Kızlar güzellikleriyle ünlüdür... Bu bu beş kızdan ikisi yaşıtım çıktı... orada olduğum günlerde inanılmaz eğlendik... Çook yıllar sonra işte ben Semra ile komşu olduğum mahelleye gittikten iki yıl sonra da Ferhan geldi. Zaten orada evleri varmış, Antalya'da yaşıyorlarmış, geri döndüler... İbrahim Bey bize muhteşem üçlü diye takılırdı hatta.Huriser Ferhan'ın ablası... güzeller güzeli .. . tam kafa deriz ya öyle ... bir kez karşılaşmıştım ama günümüze neşe kattı renk kattı. Ferhan O'na - Abla sen gelme demiş, o da niye kız, ben uzaylımıyım demiş:))İyiki iyiki de gelmiştin Huriser...

Ferhan, Huriser , Semra ve Ben o gün önce karnımızı Sultan Ahmet Köftecisinde doyurduk. Neyseki terasında yer bulabildik.Hatta Bakan, Kürşat Tüzmen de arka masamızdaydı:))

Herkesle selamlaşıyordu... Semra bizi uyardı selamlaşmayın sakın dedi... Çıkışta Ferhan- Ben Semra'dan gizli gizli azcık gülümsedim adama deyip bizi gülmekten öldürdü... Sultan Ahmet'in tüm sokaklarına girdik çıktık... Ara ara bir yerlerde oturup dinlendik sonrada NuruOsmaniye idi Mahmut Paşa idi, Tahtakale, Mısırçarşıydı geze geze aşağı indik. Tekrar bahçeli bir Cafe bulup çay molası verdik. Ayrıldığımızda akşam olmuştu tabiki. Biz Semoş'la eve döndük.

Dün Semra'yı Beşiktaş'a başka bir arkadaşımıza bıraktım ... nasıl hüzünlendim anlatamam...Ancak Gülden beni kendime getirir dedim :)) İyiki de gitmişim, onda da belki 20 yıldır görmediğim , bir arkadaşla karşılaşmayım mı? Haydaaa dedim yoksa erenleremi karışıyorum))

Günlerdir ortalarda olmayışımın nedeni buydu gördüğünüz gibi... Bu gün ev molası verdim kendime... yarın akşam için feci bir programım var çünkü...

29 Eylül 2010 Çarşamba

İyiyim hatta süperim... Semra ile şahane üç gün geçirdik, İstanbul'un tozunu alıp pırıl pırıl yaptık.
Yazıcam ama sanırım ancak yarın...

25 Eylül 2010 Cumartesi

Çok güzel olsun bu cumartesi hatta hayatımın en güzel cumartesisiydi deyin... Sonra önümüzdeki cumartesi içinde , sonraki içinde daha sonraki içinde....

24 Eylül 2010 Cuma

Ahmet Altan'ın en ve tek sevdiğim kitabı dediğim kitap; İsyan Günlerinde Aşkmış, Kılıç Yarası Gibi değil...
Tamer Karadağlı'nın son reklam filmi iğrenç ... bir fırın reklamı yaptırıp güya ironi yapılmış... o tek kaşı havaya kalkınca reklam çok daha kötü oluyor... 118 reklamlarından özür dilerim.

Okuduğum kitabın etkisiyle, dün gece rüyamda Bakırköy Akıl Hastanesinin koridorlarında gezerken Arif Verim'liye rastladım.

Sezonun ilk soğuk algınlığı açılışını yaptım... Boğazım yangınlarda

Ezel'e giren, Behlül dört bölüm sonra öldülücekmiş... iki yakışıklı fazla gelir diye mi? bence mahsuru yoktu... çünkü Ezel izlemeyi bıraktım... Yer Gök Aşk olsun diye Yer Gök Aşkı izliyorum... Hem şahane Kapodokya manzaraları da var.

En sevdiğim t-shirtimi çamaşır suyu ile puanlı yaptım... Peki en sevdiğinse çamaşırsuyu ile ne işin vardı... sevdiklerini böyle mi? korursun.... ben, belki puanlı seviyorumdur, hatta hayatı bile kimbilir.

Bir gün bunları unutacağız demiştim Gamse'ye ... şimdi hatırlayıp gülüyoruz.

Eylül bitiyor ama yaşasın Ekim geliyor.

Anılarımı yazssam para kazanırım galiba...

bu liste gün içinde uzayabilir...

23 Eylül 2010 Perşembe

günlerden dün bi de bu gün

Dünün en güzel yanı akşamıydı... Ebrucuk ve Zeya ile bir Hümeyra akşamı yaptık... Hümeyra'nın o çiçekli , çizgili ev havası taşıyan kanepeli koltuklu ortamını çok seviyoruz biz...Bol sohbetli, çol gülüşlü ve karanfilli sigara kokan bir geceydi... geceydi diyorum çünü Hümeyra'nın neredeyse son müşterileriydik hatta bize hizmet veren garson iyi geceler dileyip evine gitti:))

Ben akşama Alkım'da bir kitap turu ile başlayıp, Leylak Dalının sayfasında sözünü ettiği Ayfer Tunç'un son kitabını alacaktım ama ufak bir kimlik kartı krizi yaşadık evde. Malum biz 80 ihtilalinin öncesini ve sonrasını görmüş insanlarız... ne kontrollerden ne aramalardan taramalardan geçtiğimiz için benim Kocam hala bu travmayı yaşar. Köşedeki bakkala bile kimliksiz gitmez ve evden çıkan herkese kimliğini aldın mı? yanında mı? kontrol et der. Ben de dün akşam rutin sorgulanmam sonucu, kimliğimin cüzdanımda olmadığı anlaşıldı... Ben çıkayım S.S.K kartım var, vergi kimlik kartım var dedim ama yok olmaz dedi... evi alt üst ettik, olamayacak tüm lüzumsuz yerleri, kullanmadığım çantaları bile aradık. Normal insanın kimliği hep cüzdanında olur ama bizim evde her an birine kurye, kargo geldiği için , benim kimlik hep ortalarda gezer. Sonunda cüzdanımdan çıktı hem de elli kez baktığımız cüzdandan ama o kimliği ben o cüzdanın orasına nasıl sığdırmışım hayret edersiniz...

Eve geç döndüm tabi, sokaklarda in cin top oynamaya başlamıştı... havalar soğur soğumaz herkes eve çekildi, pencereler kapandı... o uçuşan tüller, açık pencerelerden gelen müzik sesine karışan insan sesleri, kaşık tıngırtıları , sonuna kadar açık tvlerden gelen sesler yok artık.Okullarda açıldı, erken kalkılıyor tabi.

Bu gün cancan günü... Market işini ve park işini yaptık... geldik koca bir tabak mercimek çorbası içti, ben çorbasını yedirirken O' da habire ekmek doğradı içine... biraz da süt içti uyudu... umarım biraz uzun uyur çünkü ben de biraz yanına gidip yatacağım.

22 Eylül 2010 Çarşamba

DAĞ DAĞA İNSAN İNSANA

Biz O mahalleye taşındığımızda tek bildiğimiz Naziş'in sınıfından bir öğrencinin de orada oturduğu, hatta yan komşumuz olduğuydu... Bu yüzden aynı servisle gidip geleceklerdi... Biz yeni evin heyecanı... kış gelmeden bahçe çiçeklensin derdine düşmüşken, arada bi adam gelip bahçeye bi çiçek dikip gidiyo.. Yan komşumuz İbrahim Bey'miş... Bir günde elinde domates fideleri ile geldi, aynı zamanda salça fabrikasının avukatıymış ve Naziş'in sınıf arkadaşı Emre^nin de Babası, fideler özel... fabrikanın bahçesinden... O onyedi fide bizim arkadaki sebze bahçesini kaplayıp, bir mahalleye yetecek kadar domates verdi... Bizim gibi acemilerin elinde sırık dikmeyi akıl edemediğimiz sırık domatesler yerlere yattı... Semoş daha sonra çıktı sahneye sonra da Zeyno...Komşuluğumuz çok yavaş gelişti ama sekiz yıl süren çok eğlenceli geçen bir komşuluk süreci yaşadık...

Aynı servisle gidip gelen, aynı sınıfta okuyan, gece gündüz birlikte olan çocuklar, kırk yılda bir neşe içinde gelseler bile genelde yaka paça inerlerdi arabadan... Bir de üstlerine bizim lucky atlardı tam olurduk...Biz Semoşla birlikte ne çok şey paylaştık, ne tarhanalar ne vişne şurupları , ne kahve seansları...ne gezmeler tozmalar yaptık...Emre ve Naziş birbirlerini yerken Zeyno ve Gamsegamse sessizce büyüdü aralarında...Zeyno hep arabulucu, sakinleştirici hep abla oldu ... Gamse ise yok olmamış Semsa Teyze gibi yapamamışsın diye diye benim yaptığım her şeyi yerden vura vura ortalarda gezdi.Hepimiz bir arabaya sığabilecek kadardık... Bir yere giderken Ben, Kızlar, İbrahim Bey , Zeyno, Emre dışarı çıkar, arabanın dışında Kocam ve Semra'nın evlerimizdeki son kontrolleri yapmasını beklerdik... Kapı , baca, pencere , ocak kontrolleri yani:))Sekiz yıl böyle geçti, derken çocuklar büyüdü, o yıllarda Anadolu Liseleri ilkokuldan sonraydı... Emre ; Ankara'ya, Naziş; İstanbul'a doğru yol aldı... Bizler de arkalarından... Semra Hakimliğe geri döndü... Emekli olana kadar Ankara'da tetkik hakimliği yaptı... Bu süre zarfında sadece telefonda görüşebildik, Annemin uzun süren hastalığı, işler güçler, okullar derken tam 18 yıl olmuş. Bu arada hem Annemi hem İbrahim Bey'i uğurladık.

Dün Tam 18 yıl sonra bir araya geldik... Saatlerce oturduk, ben her artık kalkayım değimde Semoş dur dedi ve tam sekiz saat karşılıklı sohbet etmişiz...Hep yaşadığımız güzel şeylerden söz ettik...Semoş'un İstanbul'da geçireceği günler için palanlar yaptık... Hafta sonu bize gelecek ve bir kaç gün gezip tozacağız birlikte... Kızlar ve Kocam henüz görüşemediler ama heyecan içinde beklemekteler onlar da...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Koş LALE koş

Bu günün mana ve ehemniyetine uygun bir başlık olsun istedim, hem de durumuma çok ama çok uygun... Koştur koştur bir hafta sonunun ardından yine koştur koştur bir yeni hafta başlangıcı yaptım... Bu hafta yine tam gaz gidecek... şimdiden çarşamba akşamım ve Cuma günüm kapatılmış durumda:))) Perşembeyi de sanırım Cancan kapatır... O biletleri sezonluk alıyor çünkü...hem de VİP.

Cumartesi erkenden hortlayıp kuru fasulye , pilav ve çikolatalı kek yaptım... Sonra kahvaltı hazırlığı evin toparlanması işlemi ve Naziş'le evden çıkış...Neslihan'la buluşma ve İstikamet dördüncüsü düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali... Ben saatlerce gezinip hiç bir şey bulamadım... Naziş çok güzel bir dergi buldu... 1937 yılı 29 Ekim tarihli bir çocuk dergisi... Ambalajı bile açılmadan saklanmış.Derginin 58.sayısı tarih olarak 29-İlkteşrin-1937 atılmış. Fiatı 5 kuruş. İçinde hikayeler, alıntılar, özlü sözler, karikatürler ve şiirler var. Bayıldık elden ele dolaştı. Arka sayfada tefrika olarak yayınlanan bir çizgi roman var... adı Küçük Tekin ve Fabrikatörün Kızı...Biz orada akşam altıya kadar dolaşmışız haberimiz yok... Hafiten başım dönmeye başlayınca çıkalım dedim... Onlar kendi programıma doğru ben kendi programıma doğru yürüdük. İstiklal Caddesinin, Taksim'in kalabalığını söylememe gerek bile yok... Yine bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik durumları. O arada bir sürü gösteri yapılmış, arkamızdan finükülere bomba ihbarı yapılmış.... hiç haberimiz yok , ben nasıl rastlamadım anlamadım:)))

Kuzenlerle hiç bu kadar gürültücü olmamıştık...Birden çok fazla geldi. Zaten sahafları gezerken çok yorulmuşum fark etmeden ve de acıkmışım direk yemek olayına girdim...Gece geç saatlere kadar oturduk... sonra ben Naziş'i aradım birlikte dönelim , ben de çok geç kalmayayım dedim... geç kalmayayım dediğim saat bir buçukdu:)))Eve gelir gelmez tumba yatak yaptım.. yarım saat falan uyumuşum ki uyandım... hiç uykum yok... tv açtım, Halil İbrahim Sofrası'nın tekrar başlıyordu yaşasın dedim, izleyememiştim... yazıları yazdı , sonrasını hatırlamıyorum, sabah olmuştu. Dillere destan bir kahvaltı hazırladım, yankılarını da Gamse'nin facebookunda gördüm:))

Kahvaltıdan sonra ay şöle bi uzanayım, keyf edeyim bu günnn, yemeklerim neyin hazır dedimmmm, Naziş - Anne Capitol'e gidip, okulda giyebileceğim bir şeyler bakalım mı? dedi.Yapacak bir şey yok, çaresiz gittik... Bütün mağazalara girdik çıktık, bir şeyler aldık ve acıktık... Ne yesek derken , Naziş- Anne, gel bizim maallenin kebapçısına gidelim dedi... Capitol'den çıkıp oraya gittik , evdekileri aradık, gelmediler. yemeğimizi yeyip eve geldik.

Akşam Behzat Ç. yi izledik... Leylak Dalıcımında dediği gibi kitaba çok sadık kalınmış ve kast tam oturmuş... şimdilik sınıfı geçti... Dün akşam Fatmagül beşinci kez gösterimdeydi... Ve Behzat Ç. de biter bitmez yeniden başladı.Eğer bu, yeni yayın dönemi politikasıysa ben yokum arkadaş...

Gece yeni Kitabım; Bakırköy Akıl Hastanesinin Gizli Tarihine devam ettim... Hastanede çalışan doktorların, hemşirelerin, teknisyelerin, aşcının , bulaşıkçının bi şekilde hastaneye bulaşan herkesin anılarından oluşmuş bir kitap... Geldiğim bölüme kadar ki kısmı eğlenceli ve düşündürücüydü... Bizim Naziş Bakırköy'de bir özel klinikte doğdu ama çocukluğunda nerede doğduğu sorulduğunda pek kızardı Bakırköy'de doğdu dememize:))) benim iki Halam , bazı günler yiyecekler içecekler alıp hastanedeki hastalara götürürler sonrada gelip, ağlaya ağlaya anlatırlardı bize... Kitabın bir yerinden onlarda çıkar mı ? acaba diye bekliyorum.

Sabah kızların gittiğini bile duymadım bu kez ve günlük keyfimi yapamadım... Çünkü hemen Üsküdar'a inmem gerekiyordu... İstanbul dışından okuyanlar için... Biz Üsküdar'a ineriz... Beyoğluna çıkarız:)))

17 Eylül 2010 Cuma

Akşam yazısı


Bu günü Görümcelerimle geçirdim... Yollarda biraz koşturduk ama olsun:))) güzeldi. Hele Hande Bebek... daha üç buçuk aylık haspam, yerinden doğrulup bize bakmaya çalışıyor... elli kez uyutuldu yerine bırakır bırakmaz, doğrulmaya çalıştı... Bu arada Cancan'a gelen kardeş de erkekmiş... az biraz hüzünlendik, keşke kız olsaydı dedik... Ama sağlıklı olsunda...

Akşam Deli Saraylıyı izledik... Leylak Dalıcım hoşlanmadım yazmış... biz şimdilik hoşlandık... ama şu an favori dizim'' Öyle Bir Geçer ki Zaman''.

Bua kşam başlayacağım kitap Zeya'nın armağanı olan; ''Bakırköy Akıl Hastanesinin Gizli Tarihi'', aklın sınırlarında gezeceğiz biraz sanırsam... Yaşamdan Dakilarda sözü edilmişti, ben de haliyle merak etmiştim. O hafta Zeya hediye etti... Oldukça ebatlı bir kitap... hem boy hem en hem kilo olarak:))) Yani hocalarım , böyle kitap tarif ettiğimi görselerdi ne düşünürlerdi acaba:)

yazarları...

Betül Yalçıner,Peykan Gökalp


'Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Gizli Tarihi', yazarları ve anlattıklarıyla başka hiçbir kitaba benzemiyor! Kimilerimizin önünden geçtiği, kimilerimizin şakalarına konu yaptığı, ama pek azımızın 'içerde' neler olup bittiğinden haberdar olduğu 'Bakırköy' hakkında birinci elden bilgiler, anılar, anekdotlar bu kitapta toplanıyor! Kimler yok ki bu çılgın projede… Doktorlar, hemşireler, avukatlar, bir bahçıvan ve bir de fotoğrafçı. Her biri, Bakırköy imgesinin kendi dünyasındaki yansımasını anlatıyor. Yazıların kimi ciddi, kimi eğlenceli, kimi ise hiçbir tarife sığmıyor.


Hadi şimdi kitap başı...

Bu günden

Dün tüm günü Cancan'la geçirdik. O gittikten sonra anlıyorum yorgunluğumu, aynı zamanda daha giderken özlüyorum...

Akşamın dizisi ''Fatmagül'ün Suçu Ne'' idi. Engin Akyürek yani dizideki Kerim, Yabancı Damatdan sonra geçen yılki Bir Bulut Olsamda ki; Mustafa rolü ile benim gönlüme girmiştir.Eh Sumru Yavrucuk'da var...bu dizi tutar yani. Şimdi artık , Hülya Avşar mı? daha iyi bir Fatmagül'dü Beren Saat mi? suni tartışmalarıyla kafamızı ütülerler ama artık yeni şeyler söylemek lazımdır:))Kanal D, dizi bitince yeniden yayınlayarak bir yayıncılık başarısına imza atmıştır... Anlamadım bu gün Fatmagül'den sınav olacaktı da benim mi ? haberim yoktu.Ben mel mel bakakaldım tv ye , ne oluyor diye...Neyse kocamın da maçı vardı zaten, yatak odasına geçip kitap okudum.Bir uyuya kalmışım kızların sabah kalkma seslerine uyandım... Küp gibi uyumuşum.

Bu sabah için hazırladığım film, Piekurabiye'den geldi...bir Emir Kustirica filmi... Bana Söz Ver-Promise Me This...tam bir Emir Kustrica filmi... eğlenceli... tempolu... komik ve destansı. Ama eğer hiç Emir Kustrica filmi izlemediyseniz bu filmden önce Çingeneler Zamanını izlemelisiniz... bu arada filmin müziklerini yapan Goran Bregoviç'i de anmadan geçmeyelim... Çingeneler Zamanı demek biraz da o müzik demektir zaten... Gamse her gün çalar bize bu çingene şarkılarını hatta sonunda odanın kapısını kapaaat diye hep bir ağızdan bağırırız.... merak edenler için sayfamın yan tarafında bir çingene şarkısı var...

Sözünü etmeden geçemeyeceğim bir film de, Peren'in - Lale Abla, mutlaka izlemelisin dediği film... İlkbahar, yaz, sonbahar, kış..ilkbahar. Tabiatın bütün güzelliklerini bir arada toplayan bir gölün ortasına kurulmuş yüzen bir ev, yaşlı bir rahip ve yanında ona eşlik eden küçük rahip adayı.Bu filmde anladığımız şu anlıyoruz ki, teori hiç bir şey , pratik herşey... bir şey yaşamadan öğrenilmiyor... Ama o manzaraları, yüzen evi, duvarsız kapıları mutlaka görmelisiniz.

Yalnız bulamadığım bir film var Leylak Dalı'nın önerisi... Stalin'e Hediye... D&R lara bakmadım bir tek Bizim Musti zaten -Abla aklına nereden geliyor bu filmler diyor bana:))

Akşam yeni bir kitaba başlıyorum nihayet, onu da yarın konuşalım.

Bu gün evde yokum... bebek sevmeye gidiyorum... Bizim Bibi, bunu biiibi diye okumalısınız, Naziş gibi:)) Bilge görümcemin kızı... Bir kızı var aynı kendisi... Dün yenge, Annem bizde, yarın gel , birlikte olalım deyince hemen tamam dedim:))

bu resim Sufi için... nedeni ikimizin arasında:))


Size iyi, keyifli bir gün diliyorum.

16 Eylül 2010 Perşembe

CAAAAAAAAAAN

Can kuşum geldi bu gün... Sabah evden çıkmadan aradıklarında ağlıyordu - Cicianne , Cicianne diye. İçim eridi... gel çabuk gel dedim... Gelince sokakdan bağırdı... hayatımmm dedim... artık tüm sokak biliyor aşkımızı...


Kahvaltıdan sonra hemen dışarı çıktık... olmazsa olmazı, bizim alt sokakdaki markete gitmektir... kapıdan girilir , yürüyen merdivene koşulur, inince pastane reyonuna koşulur, istedikleri Abiye gösterilir, eline bir tane alıp koşa koşa asansöre gidilir... Üst kapıdan çıkılıp parka koşulur. Bu sıra asla şaşmaz... Parkda çocuklarla oynadı oynadı, kaydı sonra kendiliğinden yola koyuldu... Bizim sokağa gelince kendi yaşıtlarının dışarı çıkarıldığını gördü... kurabiyelerini paylaştı... Efe, Demir ve Kayra O'nun can arkadaşları... bizi görür görmez koşuştular zaten... Bir saat oynadı dışarda... eve çıkınca , hiç yorulmamış gibi Africa dansını istedi... Shakira'dan, biraz da dans ettik. Danstan sonra çorbasını içti-- bi tane daha dedi... şaştım çorbada o kadardı, hemen biber dolması ısıttım, suyundanda koyup sulu bir kıvam yaptım bayıla bayıla onu da yedi... birlikte boğa güreşi izledik.. böle de bi zevkimiz var... buğaa buğaa diye diye... adam üstünden buummmm oldu diye diye uyuduk ... İki saatir uyumakta , demek ki çok yorulmuş...Kalkınca yemesi için buzluktan akşam yaptığım mozaik pastadan çıkardım... bir bardak sütle de onu lüpler... Ablalarıda gelir daha bi azarlar... bu saate kadar dağılmayan ev savaş alanına döner...


Bu günkü yazı'da Cancan'ın 16 Eylül 2010 günlüğü olsun...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Filmmania


Sabahın o sessizliğinde , çayımı alıp bir film izlemek harika oluyor... oh be kavuştum eski formuma... Sabah için seçtiğim film it's winter dı... Tahran kırsallarında geçen bir öykü... Evdeki eşyaları sattıran...insanları yurtlarından eden bir kış... Bir şeyi ne kadar iyi yaparsan yap, eğer bir iş bulamıyorsan açsın... Her şeyi tamir edebilen tamirci ama iş yok varsa da para yok... Hep kafalar yakaların içinde , hep başlar önde yürünen sokaklar... kimliksiz insanlar... yabancılık çekenler... Filmin konusunun Tahran'da geçtiğini bilmesem bir Türk filmi izlediğimi sanabilirdim... o kadar bizdendi...Konuşma çok az filmde , bu yönüyle az biraz Nuri Bilge Ceylan filmlerine benziyor.

Öğleden sonra güzelim havayı kaçırmamak için Üsküdar yolu tutuldu, hazır gitmişken ; yol balık pazarına düşürüldü, balık mevsimi açıldı... Bu akşam hamsi tava ile açıyoruz sezonu...Eh gitmişken çorapçıma da uğradım , renk renk çoraplar aldım.

Eve gelince baktım yapacak bir iş yok biraz gezindim , biraz okudum sonraa kızlar geldi... Naziş çoktandır mozaik pasta yapmadığımı beyan etti. En erken bu akşam dedim . Şimdi gidip önce mozaik pastamı attırayım arkasına da hamsi tavayı takayım:)))

Yarının programı Caaaaannn

bir film bir kitap bir kedi iki dizi bir akşam , sabah sabah bir de şiir eklendi:)


Film; yine Zero'dan geldi... Bir Kore filmi... adı Yepyeni Hayat...Film akşama doğru geçti elime ancak... Bonservisi Zero'dan olunca merakla bekledim... Film izlerken aklıma hiç bir şey gelmesin diye evde ki tüm işimi bitirdim... Ortaya karışık bir tencere dolma ve barbunyamı da pişirdim... Kahvemi yaptım , yanına capuccinolu likörümü de aldım, oturdum filmi izlemeye ( bu likörü şiddetle tavsiye ediyorum markası HA RE ) .Filmi hepinizin ama hepinizin izlemesini çok isterim... Terkedilmişlik duygusu...ayrılık acısı.. yalnızlık duygusu bu kadar mı güzel anlatılır... ekrana elini uzatmak isteği bu kadar mı? yaşatılır görmenizi isterim. Ben kendim hakkında hep şöyle derim seyrciyim ve okuyucuyum... izlediğim filmleri , okuduğum kitapları saadece güzeldi diye anlatabiliyorum ama izleyin okuyun dediklerim gerçekten çok beğendiklerimdir.


Kitap; Kafka'nın Çorbası... dün akşam Gamse- Anne , D&R da buluşalım , arkadaşıma kitap seçelim dedi, tabi gitmişken ben de boş çıkmadım:)). Zaten çoktandır istediğim bir kitapdı. secilmis on dort yazarin ne pisirebilecegi, neyi sevebileceği yazar tarafından ve yazarların tarzıyla kaleme alınmıs bir yemek kitabı.Yemekleri denermiyim bilmiyorum ama dün akşam Jane Austen'in yazım tarzıyla yazılmış yemek tarifini-Tarhunlu yumurta- okurken pek eğlendim...Dizimin başlamasını beklerken iki yazardan iki tarif okudum .
Gelelim kediye, sabah yattığım yerden kedi miyavlaması duyunca aklıma, çocukluğumuzdaki sokak kedimiz Mustafa geldi. Bu ismi ona erkek kardeşim Metin vermişti. Öyle alışmıştı ki bize... Mustafaaa diye bağırdığımızda , nerede olursa olsun koşup yanımıza gelirdi. Mustafa , işi ileriye götürüp , her delikten eve sızmaya başlayıp, masa altından, yatakların içinden çıkmaya başlayınca; temizlik hastası Annem, fabrikadan bir çuval ve bir işci getirtip, Mustafayı arabayla şehrin öbür ucuna gönderdi. Aradan bir hafta geçti, Metin kahvaltısını yaptı, dışarı çıktı veee aaaa Mustafa geri gelmiş diye bağırdı. Annem çareyi pencerelere tel yaptırmakda buldu:)

Dün akşama iki de dizi sığdırdım. İkisi de yeni başladı. İlki Lale Devri... tercih nedeni adı ve Tolga Sayışman ve Hatice Aslan... ne de olsa güzelden ve yakışıklıdan anlarız az biraz:)) İlk bölüm için Kocamın fikrini söyleyeyim... adının hatırına izledik... İkinci dizi; Öyle Bir Geçer Zaman ki. Bakın bu tam benim tarzım bir dizi çıktı... İzlenebilecekler listesine koydum... hatta dizim yaptım. Yani bu kış ın salı gecelerinin dizisi büyük bir olasılıkla seçildi. Babama söyleyeyim de izlemeye başlasın...iki ay sonra gelecek:)) Dizileri ben seçerim nokta...

Bir de Orhan Veli'den bir şiir yazasım geldi

Handan hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık,
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık,
Hiç birini bulamadık,
Kendimize hüzünler icad ettik,
Avunamadık.
Yoksa biz...
Bu dünyadan değil miydik?

14 Eylül 2010 Salı

Sonunda kavuştum evime... kendime:)) Kızların tatile girmesiyle birlikte 51+10 gün ev onların hakimiyetindeydi...Gece iyi geceler dileyip yataklarına gidenleri, sabah salonda uyurken ve bardak dolu sehpalarla, toplayıp yattığım mutfağı yine toplanmadan önceki haliyle bulduğum günler bitti heheheh ev bana kaldı... Artık akşamları salonu toplayıp yatıyorum... makinemi de çalıştırıyorum... sabah bi tantana ile uyanıyoruz beş buçukda ama en geç saat yedi buçukda ev sessizliğe bürünüyor... Onlara çalışma hayatlarında sonsuz başarılar diliyorum ve gelsin çaylar kahveler... filmler diyorum heheheheh...

Hava da artık tam sevdiğim kıvamda... Geçen yıl uzun ve şahane bir sonbahar yaşamıştık, dilerim yine öyle olur.

Kitap okumada ramazanın etkisimiydi bilmiyorum çok ama çok yavaşlamıştım... Ramazanda bir buçuk kitap okumuşum... şansıma bu yılki kitaplarımın hepsi ansiklopedi gibiydi ama... İstanbul hatırası yanlış hatırlamıyorsam beşyüz küsur sayfa falandı... Lolipop Pabuçlarda hemen hemen öyle... Çikolata filmini izlediyseniz ya da kitabını okuduysanız bu kitap onun devamı... kitap kahramanlarıda aynı kişiler zaten... Her iki kitabı okurken yanınıza çikolata almayı unutmayın... Çikolata oynadığı zamanlarda , 15dk lık arada standtlarda hiç çikolata kamamıştı.

"Çikolata" filmi, kırmızı pelerinlere sarılmış bekar bir anneyle kızının küçük bir kasabaya gelmesiyle başlıyor.
Ana - kız, bağnaz kasabanın muhafazakar dünyasında, tam da büyük perhizin ortasında, nefis bir çikolata dükkanı açıyorlar.
Ahalinin önderleri önce kuşkuyla, giderek öfkeyle bakıyor onlara... Lakin dükkandan yayılan kakao kokusu öyle davetkar, öyle tahrik edici ki, bir süre sonra sabır taşları çatlıyor; mümin kasabalılar bu günah çağrısına uyup birer ikişer dükkana damlamaya başlıyor.
Ve kırmızı pelerinli cazip kadın, her gelen müşteriye, kendi damak zevkine, ruhu haline uygun bir çikolata armağan ederek, onların bilinçaltında saklı kalmış aşkı, coşkuyu, nefreti, şehveti ortaya çıkarıyor.
.Diziler tam gaz başladı... Ezel izlemeyi bırakmıştım ama Kıvanç Tatlıtuğ'un hatırına tekrar dönebilirim gibi:))Ben TRT1in mahalle dizilerini izlemeye kararlıyım bu yıl bakalım...Ha bir de Deli Saraylı var... yıllar sınra yeniden Perran Kutman...
Şimdilik bu kadar hadi gittim ben.

13 Eylül 2010 Pazartesi

pazartesi yazılarından biri daha

Bayramdı, refarandumdu, basketbol şampiyonasıydı bitti... Burada refarandum sonuçları için bir şey yazmak istemiyorum. Cumhuriyet mitinglerini ve sonrasındaki refarandum sonuçlarını görmüş yaşamış biri olarak hiç ama hiiiç şaşırmadım... Bayramımız güzel geçti... bol bol misafir ağırlandı ... gezildi tozuldu... yenildi içildi. Basketbol şampiyonası boyunca bizim ev hop oturdu hop kalktı ... birlik beraberlik içinde maç izlendi... Futbol maçı izlerken ikiye bölünen ev için , tek vücut olarak tek takımı desteklemek süper eğlenceli oldu... maç izlerken bol kalorili şeylerin yenmesi dışında...

Dün sabah daha gözümü açar açmaz , -kocam- hadi gidelim oyumuzu kullanalım dedi... ben de gözüm ağrıyo dedim...karnım çok aç dedim...az daha yatıcam dedim... kahvaltı sonrası gittik netekim... Kocam , çok yağmur yağıyor kimse gitmez şimdi dedi , haklıydı ama ilginç olayların bizim kaderimiz oluşu burada da sahne aldı . Aa ne güzel çok sıra yok dedik ama önümüzdeki kadın birden evlenme cüzdanını çıkarıp , ben kocamın yerine de oy kullanıcam dedi... Olmaz hanfendi.. dolmaz hanfendi dedilerse de kadın daha yetkili kişi diye bağrınıp durdu... Bizden daha yetkilisi yokkk, kullanamzssın dediler... Vay ben ona sorarım, görün bakın ona neler yapaıcam diye söylene söylene gitti. Biz de oyumuzu kullanabildik sonunda...

Öğleden sonra ise bir nikaha katıldık... Hem çok eski dost... hem akraba... hem aile doktorumuzun kızın nikahıydı... Gamse'den çektiğini bir Allah bir O bilir:)) Nikah vesilesiyle bi sürü dost bir araya gelip, nikah dairesinin bekleme salonunda bir güzel sohbet ettik...

Eve geldiğimizde Kızlar acıktık diye bağırıştılar, bayram hazırlıklarımın son semeresi köfteler dondurucudan çıktı ve afiyetle yenildi... Ben sonra Zero'nun dünkü yazısına konu olan Sessiz Düğünü izledim... Çok ama çok beğendim... Bir ütü yapma sahnesi var , gülmekten öldürdü beni.İşte size her zamanki tavsiyelerimi bir kenara not edin derim ben... Mahallenizde bir internet cafeniz, bir berberiniz bir de kebapçınız olsun arkadaş:).Bu sayede filmi izleyebildim hemen mesela...

Sabah kızlar artık resmen okul başı yaptılar:))benimki de kader işte, okuttum okuttum , okullarını bitirdiler, yine okula gönderiyorum... Onlar gittikten sonra uyku tutmadı... Yeşil çayımı demledim ve taaa Gününçorbası yazarı Yeliz'de gördüğümden beri bir köşeye sotelediğim Marley &Me'yi izledim... Jenifer Ariston'un oynadığı bir film... bayıldım buna da... çok eğlenceli, çok romantik ve çok hüzünlüydü... Dayım bana hep- kızım başkalarının tecrübelerinden yararlan, kendi tecrübelerinden yararlanmak insana çok pahalıya gelir, ama başkalarının tecrübelerinden bedava gelir bu tecrübe derdi. Ben bunu işte Zero'nun ve Yeliz'in tavsiye ettiği filmleri izleyerek haklı olduğunu ispatladım:))

Çok güzel bir sonbahar havası var dışarda... sanırım öğleden sonra bir koru yürüyüşü yapabilirim.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Bayram bayram dedik o da gitti...

Dün akşam saat beş gibi son misafirleri de uğurladıktan sonra; Koca yeğeniyle kaçtı dışarlara ben de düştüm Beyoğlu yollarına... Beyoğlu ekibimle buluştuk hasbıhal ettik... Kazakistan, THY de görevli kuzen ve eşi de Bayram nedeniyle Türkiye'ye gelmişler onlar da katıldı bize , gırgır şamata bir yemek yedik... Sohbetlerin içinde boğulduk... İstiklal Caddesinin , Taksim Meydanının kalabalığını sözle tarif etmenin imkanı yok... Sanki bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik , sanki o gün biz bin atl,ı dev gibi bir orduyu yenmiştik ya da İstanbul o gün fethedilmişti... anlayın gari.

Gece Kuzen Gülden ve Ben Teyzem'de kaldık.. gece üç gibi yattık ben dört gibi kalkıp sivrisinek peşine düştüm... sonra gidip teyzemin karşı yatağına yattım... Benim orada olduğumu unutan teyzem Güldeen Güldeeen diye bağırıp hem beni hem Eniştemi uyandırdı. Uykumun da canına okudu...tekrar yatağıma döndüm, güç bela uyumuşum.... Uyandığımda saat 10 olmuştu... hemen çayı koydum, kahvaltıyı hazırladım ... Teyzem Eniştemin mamasını yedirdi:((( canım Eniştem benim ya... yine gözlerimin taa içine içine baktı... tanıdın mı ? diye sordum.. evet anlamında başını salladı...

Kahvaltı sonrası ben tıkır tıkır İtalyan Yokuşundan aşağı inip , tramvaya bindim ... Kabataş'da Naziş ve Kocamla buluştum... hadiii gerisin geri tramvaya binip , Arkeoloji müzesine gittik... Çünkü dün akşam ben ev de yokken , bunlar Ayasofya ile ilgili bir program izlemişler... Ayasofyaları coşmuş yine... ama önce bir Arkeoloji müzesine girelim, bahçesinde çay içelim hem de dedik... Kocam orada kağıt bardakta, sallama çaya , bi dünya para verince , içime oturdu yav ,şuradan bi heykel mi götürsem ne yapsam dedi ve günün esprisini patlattı... Gülme anıma mı geldi bilmiyorum... valla pek güldüm... Arkeoloji ben de çok anıları olan bir müze... rahmetli Sanat Tarihi Hocamız Tuncay Hanım nedeniyle... Oraları, anlaya bile gezmemi, başka bir gözle bakmamı sağladığı için , her seferinde bin rahmetle, şükranla anıyorum kendisini... Bizans Sarayları sergisini de gezdik bu vesileyle... Türk İslam Sanatları müzesini de... Arkeoloji müzesi için tam bir gün ayırmanızı tavsiye ederim zaten... aslında yetmez bile...Tarihte ilk yazılı antlaşma olarak bilinen Kadeş Antlaşmasının orjinalini görmek istemezmisiniz mesela



ya da aşağıdaki güneş takvimine bakıp, zamanın her çağda ne kadar önemli olduğuna tanık olmanın nasıl bir duygu olduğunu...

Ya da veni Vidi Vici der durursunuz da bunu diyen İskender'in bu görkemli lahtini görmek istemezmisiniz?

Ancak filmlerde gördüğünüz , insan anatomisi şeklindeki lahitler...
ne kadar güzel bir kadın, ne kadar güzel bir heykel dedim ... iyi şanslar tanrıçasıymış... o yüzden çektik birbirimizi o yüzden çok sevdik birbirimizi...
Naziş'le Babası... çay keyfinde...

Naziş tanrı PAN'a yaslamış kafasını... tanışıklığımız Tom Robbins'in ünlü romanı Parfümün Dansından... okumadıysanız , çok şey kaçırmışsınız demektir... listenize ekleyiniz lütfen:)

Arkeoloji Müzesinden çıkıp , Sultan Ahmet 'de yemek molası verdik..Yol boyunca sıralanan dondurmacıları görünce , ahdım var bi gün bi Maraş dondurmacısını o ellerindeki uzun sopayla dövücem , dedim... Sonraaaa asıl program dahilinde olan Ayasofya'ya nail olduk... Ayasofya'ya her gidişinizde ayrı bir şey keşfedersiniz... ha ben gittim bir kaç yıl önce derseniz, çok şey kaybedersiniz... bi kere Serafinlerin yüzleri yeni açılıyor ,600 yüz yıldır ilk kez ve bir çok çini gün ışığına kavuşuyor...Ayasofya'nın bahçesinde... hem de enfes demlenmiş çaylarımızı içerken... Arkeoloji müzesindeki sallama çayı anarken...
Ayasofya'nın yolları taştan...

Koca terleyen sütunda dilek dileme dersi verirken:))
Yine Koca bana Ayasofya'nın planını anlatırken... benim kaç sınavda bunu çizdiğimi bilmezken:)))
Daha önceki Ayasofya gezisinde İmparatoriçe locasından, Serafinlerden ve daha bi çok şeyden söz ettiğimden, resimlerini kara kare hiiiç üşenmeden eklediğimden ve burada tekrara düşmekten hiç hoşlanmadığımdan))) koymadım... anam bayramda giydiği kadife jileyi portakal rengi bluzu burada her bayram ben çocukken diye başlayıp anlatan kimdiiii:)))

Sonunda evimize vasıl olduk... yemeğimzi yedik kahvelerimizi içtik... Türkiye - Sırbistan Basket maçı bitsin, Yahşi Cazibe'yi izleyip, kitap okuma seansı yapacağım:))

Bu bayramı da böyle geçirdik gitti şimdi önümüzdeki bayramlara bakalım...

Yarın referandum... benim oyum teee başından beri belliydi... boşuna kafamı ütülediler günlerdir tv de...

9 Eylül 2010 Perşembe

BİZDE BAYRAM HAVASI


ilk gün çoook CAN'lı ve çok kalabalık geçirdik... hatta bir ara, bir grup yeni gelenlere yer açılsın diye kalktı...

Cancan'ın Annesi şantiyedeki ustaya kızıp duvara tekme atınca baş parmağını da kırınca... Baba'da ... ilk gün de öğleden sonra bile olsa işe gitmek zorunda kalınca Cancan Bize transfer oluverdi... Ne danslar etti bilseniz bize gelince... Kalabalıktan tedirgin olur mu? acaba derken abilerle gol muhabbetine sardırınca , onlar giderken de cozutunca biz de dışarı çıktık mecburen... Birlikte iki ziyaret yaptık. Pek hoşlandı yollarda şarkılar söyledi... yol seçimi yaptı şudan yok budan gidelim diye...

Akşam Yedi Kocalı Hürmüzü izledik... Nişanlı nişanlı izlemiştik, Harbiye Açık Hava'da... Ayten Gökçer'lisini ve teee küçükken izlemiştim Ordu Millet Sinemasında Türkan Şoray'lısını.. Yarın bir grup misafirimiz daha var... sonra yolumu dört gözle bekleyen Beyoğlu ekibimle buluşmak üzere bendeniz pırrr...

Donutlar ve likörler Naziş'den, çok yoruldu Annesi diye...

Ordu bayramlarımı anlatmışım burada bir zamanlar...

8 Eylül 2010 Çarşamba

mis gibi tertemiz evimle,
ütülemeye üşendiğim kırışık tüllerimle( belki sabah ütülerim, belki de sabaha kadar açılır dimii)
etli nohut yahnimle
düğün çorbamla
tavuklu pilavımla
mercimek salatamla
patlıcan ezmemle
hazır kuvvet dondurucuda bekleyen köftelerimle
zeytinyağlı barbunyamla ve yedi mahalleye yetecek kadar güllacımla
ve yeni boyanmış saçlarımla
acıyan serçe parmağımla
kızlarımın , misafirler gelene kadar bitirmeyeceğini umduğum çikolatalarımla,
ben hazırım bayram, gelebilirsin artık...

BAYRAM YAZISI

Dün gece yatmadan önce Ataletin yazısını okudum... yorum bile yazamadım.. yattım. Yattım da bu sefer benim bayramlar resmi geçit eyledi gözümün önünden... uyudum uyandım onlar.

Önce Ordu bayramları var... Sini sini baklavaların fırına gittiği... Behice Teyzenin muz likörü... Lacivert kadife Jile... içine annemim ördüğü portakal rengi ajurlu bluz... jilenin yaka cebi; bluzun örüldüğü iple çiçek işlenmiş... Nenenin yastığının altında çıkarıp verdiği sarı yirmibeşlik... Dedenin verdiği demir iki buçuk lira... o zaman bozuk paraya demir para dermişiz mesela biz çocuklar...
Sonra İstanbul bayramları... Kumburgaz... demek ki bayramlar yaza gelmeye başlamış. Hoş Annem kışında ne çok severdi orayı... Sahilde yürümeyi, dalgaları .. gelen tek tük komşularla yaz dışında buluşmayı ben de severdim.

Sonra sonra bizim Niksar bayramları var... Evin önünün otoparka döndüğü... komşuların şaşkınlıkla izlediği... Günler öncesi iki buzdolabının ağzına kadar yiyecekle dolduğu... İstanbul'dan arkadaşlarımızın... Bursa'dan Zuz'un ne kadar arkadaşı varsa toplayıp geldiği... Ordu'dan erkek kardeşim Metin ve ailesinin geldiği... ev de iğne atsan yere düşmeyecek günlerin yaşandığı..

Sonunda tekrar İstanbul Bayramları... Karı-Koca ikimizinde tüm ailesi burada olunca yine kalabalık bayramlar... çalan ziller ... telefonlar... Hatırlıyorum da bir kez bayramda tatile gittik biz... Kocam telefon açıp bi yer seç bu bayram bi yere gidelim demişti de kapodokya demiştim..O bayram çok güzel bir Kapodokya gezisi yapmış, gezinin içine Kayseri'yi de katmıştık hatta... Onun dışında tabii, -Ordu'ya gidişler hariç-bayramlarımızı evimizde geçirmeyi tercih ettik hep.

Bir bayram daha geldi, referandum havasında geçecek biraz ama... daha nice bayramlar olsun... mutlu sağlıklı ... hep sevdikler arasında...

Mutlu Bayramlar hepinize hepimize
Yazacak bişey olmasa... zaten yazasım da olmasa...

6 Eylül 2010 Pazartesi

gecelerden bu gece

Beş gündür yazı yazmamışım... beş gündür de hayatımızda değişen bir şey yok:)) Alerji işi devam... Böyle diken diken yaşıyorum işte... Ne kadar ialaç alırsam alayım, o kendi canı istediği zaman gidecek...

Kızlar cuma günü itibariyle 10 günlük tatile girdiler... Artık öğrencilerle birlikte çalacak onların ders zili de... Geçen yılı stajyer öğretmen olarak geçiren Gamsegamse artık tam bir öğretmen olarak devam edecek hayatına... Üç Eylülde başlayıp üç gün süren oryantasyon döneminde öğrencileri O'nu, O öğrencilerini pek sevdi... Dilerim hep böyle gider... Naziş zaten artık mesleğinin 6. yılında deneyimli bir öğretmen... O^nun da bu yıl yeni öğrencileri var ve Onlar da birbirlerini çok sevmişler...

Lolipop Pabuçları okumaya devam... ramazan da okuma hızım çok yavaşladı ama okuma isteğim daha da arttı:)) Listeme yeni giren bir çok kitap var ve en başta da Zero'da okuduğum bir kitap var ki çok merak ettim....Hemen ulaşmalıyım o kitaba... Adı '' Sonsuzluk İçin yedi Gün'' yazarı Marc Levy... ve de Hala bir Ursula L. Guin okumamış olmanın ezikliği içindeyim... Sanırım Yerdeniz serisi ile başlayacağım...

Şu referandum olayı bir an önce bitse... partilerin bunu sidik yarışı haline getirmelerinden son derece rahatsızım... O meydanlardaki seviyenin dibe inmesi ne dibi , çukura inmesi... Süleyman Nazif'e : rüşvet yiyen, yalancı dolandırıcı bir adam için, bu adam çok alçak demişler de; O da alçak bir seviyedir demiş, Ona ancak çukur denir... yani bunların söylemleri seviyesizlikte çukuru buldu artık... Aynı ilkokul çocuklarına benzetiyorum, sanki bir müsamereye hazırlanıyorlar adı da referandum...

Hadi gideyim ben gece gece siyasette yaptım valla...

1 Eylül 2010 Çarşamba

En soğuk havalarda bile yorgana sıkıca sarınıp ama tek ayağını çaktırmadan dışarı çıkarıp duvara dayayanlardanım ben... hafif üşümeyi severim... Rüzgar sırtımı hafifçe ürpertmeli... yüzümü serin serin yalamalı...Şükür kavuştuk sabaha karşı... Kocama -gözünaydın Lale dedi. Balkona çıktım... Şükür dedim... şükür kavuşturana... Bakarmısınız kaç tane şükürlü cümle kurmuşum.

Bu gün 1 Eylül çarşamba 2010... bu gün itibariyle İstanbul'a sonbahar geldi...Hafiften yağmur atıştırıyor... hava serin mii serin... artık oflayıp poflamadan sokaklarda yürüme... sinemalar... tiyatrolar ... sıkı okey karşılaşmaları... daha çok Beyoğlu... Kadıköy.... Koruda başına yapraklar yağa yağa... Kuzguncukda hışır hışır yaprakların üstüne basa basa yürüme zamanı... yeni yeni sokakları keşfetme... yeni tatlar bulma zamanı... tahtakale yokuşunu keyifle çıkma...Mısır Çsrşısında baharatları koklama zamanı...erkenden kalkıp balkonda kahve ... izlenmedik film kalmasın etkinliğini yeniden başlatma zamanı...

Hoş geldin Sonbahar... sefalar getirdin... seni hiç ama hiç bu kadar beklememiştim.