Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Mart 2011 Çarşamba

Bir film Bir kitap

Siz baharın geldiğini nereden anlarsınız ben bizm karşı apt. de oturan Komşunun torunu Mert'den anlarım. Çünkü O' bahar gelince günde on posta ananeeee diye bağırır. ben de ah bahar geldi derim. Bu sabah yağmur uyandırdı beni yık tık cama vura vura...kim o dedim ...Koca anlamsız anlamsız baktı kafayı kaldırıp.Ben gözünü açınca uyanan insanlardanım. Bu sabahta aynısı oldu. Biraz oraya buraya saldırdım ev de gezeledim falan. Sonra bigisayarı açtım spamları sildim. Bir spam kovucu olsa... Mailleri okudum cevap yazacaklarıma sabahın böğründen kopmuş cevaplarımı gönderdim. Gazetelerimi okudum. Ruhum dünyaya tam adapte olunca yeşil çayımı alıp filmimi seçtim. Çoktandır elimin altında duran Mary&Max'i izledim. Film bir animasyon filmi. İlle de ille de izleyin diyeceğim filmler kategorisinden.
Adam elliot'un yeni stop motion animasyon filmi , çekimleri 13 ay sürmüş. hafta başına 2,5 dakikalık stop motion bölüm çekmişler. iki mektup arkadaşının hikayesini anlatıyor film, bir komedi filmi gibi ama , intihar, yalnızlık, alkolizm gibi konuları işlemiş. Yapım süresi beş yılı bulmuş.Adam Elliot'un tedirgin ruhlara armağanı, bipolar animasyon film..(Bipolar iki uçlu duygu bozuklu imiş. Yani sabah pür neşe iken akşama intiharaın eşiğine gelmek gibi). Filmde aynı zamanda çok merak ettiğim asperger hastalarının durumunuda gözlemlemiş oldum. Çünkü Max bir asperger.Film ayrıca teknik bakımından da ilginç.Stop notion teknikle çekilmiş,
stop notion;objelere ufak hareketler vererek kare kare fotograflamarak yapılan bir teknikmiş.Yani herbir hareketin tek tek resmi çekiliyor. Yani her akıllının yapacağı bir iş değil.Türkiyede ilk kez Akbank reklam filmi çekilirken kullanılmış.Tam 23 bin kare resim çekilmiş bu reklam filmi için. Varın siz düşünün bir sinema filmi yapmak için kaç bin resim çekilmesi ve bunların birleştirilmesi gerektiğini...
Bu gün Zuz'a bu filmi baştan sona anlattım. Hatta çekim tekniği, ve asperger hakkında da bilgilendirdim. Kızdı ama bu gün ablasından üç yeni şey öğrendi... stop notion..biopolar ve asperger. Bi de kızıyo anlatıyosun seyretmemem gerek kalmadı ,çok güzel seyret diyosun üstelik. Bakın şu kadir kıymet bilmeze:)

Zuz'la biz nerede mi? görüştük bu gün...Dün akşam Cancan aradı -Cicianne gel dedi. gerçi ilk önce Zeki Dede nerede dedi , daha açar açamaz ama olsun. Beni davet etti. İrem gelecekmiş onlara. İrem Berfu ve Zuz'un çok eski iş arkadaşları. Çok severiz kendini uzun yıllar yurt dışında yaşadığı için görüşememiştik. Bu gün Cancan ve Uras vesilesiyle görüştük. Cancan çağırır da ben gitmezmiyim. Aslında dün akşam kzılara yarın akşam kapıyı size ben açacağım demiştim. Onlar da inanalım mı? demişlerdi ama çağrı Cancan'dan gelince mecburen gittim.Gittiğimde dedesiyle gezmeye gitmişti.Geldiğinde uysuzluktan ayakta sallanıyordu. Bir 15dk görüşebildik, uyudu. Nöbeti Uras devir aldı.Evdeki yardımcılarına o kadar alışmış ki , annesi Can'ı uyuturken ben kucağıma aldım vız vızladı. Ama Sophie'nin kucağında sakinleşti o O'na birşeyler mırıldandıUras Beyde mır mırladı uyudu.Çocuk milleti uyuyunca biz Berfu'nun meşhur böreklerine dalış yaptık. Zuz , Berfu'ya börekçi açmak konusunda ısrarlı:))

Biraz da kitap konuşalım bu ara gez toz kitap işini salladık. Ben zinhar devam okumaya da yazma fırsatı olmadı.Can Kırıklarını okudum en son.Can Kırıkları , can acıtıcı bir kitap. Hani bir yerinize cam batarda yeri ince ince sızlar, bazen küçücük bir zerreciği kalır içerde de üstüne eliniz falan değdikçe bi hoplatır insanı ya işte öyle bir şey. Karin Karakaşlı başkasının derdine tercüman olabilen biri...
Bu akşamın dizisi Muhteşem Yüzyıl...Sonrası kitap okuma...

Süper bir yazı yazdım, bir film tavsiye ettim. Filmi teknik bilgilerle destekledim. Kitap ve yazarı hakkında da az buçuk bilgi verdim. E daha ne olsun.

29 Mart 2011 Salı

@Turkuazoo

Bu günün programı Lise arkadaşm Nermin ile idi. Nermin'i hatrladınız mı? Avrupa seyahatine çıkıp dönüşte bana takma kirpikler getiren Nermin:)) O yllar çok modayd yav gülmeyin:))
Nermin'e programı sen yap demiştim iyiki de demişim. Şahane bir program yapmştı.

Şimdi bi flashback yapalım sabaha dönelim. Her zaman pörtleyen ben gece alerji hapını yutunca zor kalktım. Yeşil çay ile kendime gelip saat dokuzda ev de çıktm. Programa gel arkadaş programa, sabahın köründe başladı. Üsküdardan Eminönü vapuruna bindim. Ben fırt diye Kabataş'a geçmeye alışık olduğumdan bu Eminönüne geçmek bana uzun gelir. Hemen kitabımı açtım- CAN KIRIKLARI-inene kadar 22 sayfa okumuşum. Bi de sardı kitap yolu farketmedim. Kitap hakkında uzun uzun konuşacağız bitince... İndiğimde Nermin beni arabada bekliyordu. Doğru Florya'ya gittik. Lise yıllarında okulu kırıp gezdiğimiz sahiller, Yenikapı, Samatya Kumkapı sahilllerinden geçerken bir taraftanda yaptığımız çılgınlıkları andık. Bir zamanlar bu sahillerde ki tüm öğrenci kahvelerinde şanımız yürüdü...Floryada ki Ziya Şark Sofrasındaymış kahvaltı programımız.
Şimdi oralarda yol boyu restoranlar, sosyal tesisler, parklar çarklar var yahey gidi biz oralardan denize girerdik. Dayım bana direksiyon çalıştırırdı boş alanda... Kahvaltımız süperdi, kuş sütü eksikti. Ben bi tek manzaralı bir yer seç , kapalı yer olmasın demiştim. Sohbet muhabbet denize karşı kahvaltımızı yaptık. Kahvelerimizi içtik. Nermin'in yaptığı programı takip etmeye başladık. Önve Ataköyde arabayı bıraktık metro ile Foruma geçtik. Turkuazoo ya gittik. Burayı kelimelerle anlatmak olanaksız. Dev akvaryumun içinde geziyorsunuz. Kafanızın üstünden köpek balıkları, balık sürüleri falan geçiyor.Görülecek yerler listenize koyun. Ulaşım çok kolay metro ile gelebilirsiniz.Yalnız giriş ücreti 30 lira...Çoluk tombak gidip de bi dünya para erince kulaklarımı çınlatmayın diye önceden söyleyeyim. Bir bir gidin :)))ben çocuk gibi köpek balığı kovaladım durdum. O da çok gıcık ağzını açıp açıp üstüme yürüdü. Neyseki aramızda cam vardı.resimler iyi sonuç ermedi ama fikir olsun açısından ekledim...

Turkuazodan çıktığımızda başımız döndü sanki. Forumdaki bir Cafeteryaya yıkıldık. Aaa biz geze geze cıkmışız dedik. Pizza sipariş ettik. Yedik içtik , garson çay içermisiniz derken yok yok çayımızı başka yerdec içeriz dedik:)). Metro ile geri döndük . Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezinin bahçesinde içtik çaylarımızı . Baktık akşam oldu. Trafiğe kalmayalım diye yola çıkıp sahil yolundan -bak şurayı hatırladın mı? kız bizim kahve Kervan neredeydi?, ben bu Ahırkapı Fenerini çok severim diye diye Eminönüne geldik. Ben kitabımı okuya okuya, karşımdaki kaherengili güzel e şık kadın- ama harbi öyleydi, bacak bacak sütüne attı, müzik dinlemek için kulaklığını taktı, gofret paketini yanına koydu, yuarlak şişle ördüğü mor renkli örgüsünü öre öre ben kitabımı okuya okuya Üsküdar'a geldik.

Ev gibisi yok...

28 Mart 2011 Pazartesi

Dün akşam motorda gelirken İlmiyem aradı. Yarın benimle doktora gelirmisin dedi. Aaa nası bi soru , tabiki de gelirim dedim. İlmiyem'i eski arkadaşlar hatırlar. Çok önemli bir ameliyat geçirmişti. Hatta doktoru ; bizi kitaplara geçirdin demişti. Ameliyat olalı beş yıl oldu. Bu günlerde kendini rahatsız hissetmiş. Bu gün saat iki buçukda buluştuk . Acıbadem Hastanesine gittik. Ameliyatını da orada olmuştu zaten.Daha önce İlmiyem'de tanıştığım Sema da geldi buluşma yerine. Üçümüz birlikte gittik. Doktorun yanına ben de girdim. Çok iyi , bence problem yok, ama bi emar alalım dedi. Moralimiz iyi hastaneden çıktık.Hadi deniz kıyısı bir yere gidelim yemek yiyelim dedik. Ama o arada İlmiyem'i Koşuyolunda bir tıp merkezine bırakıp biz tüm koşuyolu ara sokaklarında araba ile fır döndük. Amanın hayatta girmeyeceğim sokaklardan defalarca geçtik:)).

Deniz kıyısı deniz kıyısı dedik ya, hadi şöyle Kız Kulesi falan görelim Üsküdar sahiline gidelim dedik. Tam Kız Kulesinin karşısına çok güzel bir restoran açılmış. Filizler Köfetcisi adı. Adı köfteci ama biraz şaşalı bir köfteci:)) Dışarda oturduk. Aldık Kız Kulesini karşımıza yedik içtik , kendimizden geçtik. Saçlarımızı rüzgarda savurduk. Akşam ettik. Akşam olunca telefonlar zır zır etmeye başladı. Ben rahattım çünkü Gamse bu kez şarj aletimi okula götürmüş beni telefonsuz değil ama şarjsız bırakmıştı. Gerçi İlmiyemin telefonundan ulaşıp işlerini gördüler:)
Hastaneden aldığımız iyi haberden sonra eve geldiğimde bir iyi haberde beni evde bekliyordu. benim dün alamadığım festival biletini Zeya almış, mesaj bırakmıştı. Haruki Murakami^nin tek aşk romanı olan İmkansızın Şarkısının filmine gidebiliyorum yani.

Şimdi akşam vakti ... Herkese iyi akşamlar olsun...

27 Mart 2011 Pazar

pazar ola



Bloğun bu halinin hiiiç keyfi yok. Neyseki dışardan okuyanların nazik mailleri var... yaz biz okuyabiliyoruz diyen...Bundan beş yıl önce ilk bloğu açtığımda hemen pıt diye yorum düşmüş şok olmuştum. Halbuki kısacık bir merhaba yazısıydı. Viyana'dan bir blogcu arkadaşımız Kelebek ilk hoş geldin yorumunu yazmıştı. Okuyabilenler arada ceee deyin yahu:)))
Dün akşam çok yorgunum derken - yarına programın yok mu diyen Kocakişisine oracık da hemen bir program sundum. Yarın sabah kalkıyoruz , simitlerimizi neyin alıp Kuzguncuk'da deniz kıyısında kahvaltı yapmaya gidiyoruz dedim. Naziş facebookdan yaptığım anonsu duyup gece eve döndü. Yoksa Neslihan'da kalacaktım dedi.

Sabah Naziş'le biz zırt diye uyandık. Elimizden gelen gürültüyü yapıp kocamın uykusunun açılmasını sağladık ve dokuz buçuk gibi tıngır mıngır yokuş aşağı indik kendimizi Kuzguncuk'da bulduk Çengelköy börekçisinden kıymalı böreklerimizi aldık. Hatta fırındaydı çıkmasını bekledik. İstanbul'un en güzel poğaçalarını yapan Dilim Pastanesinden poğaçalarımızı aldık. Simitleri bizim mahallenin simitçisinden almıştık.Hemen İsmet Babanın yanındaki parka konuşlandık. Burası denize balkon gibi bir yer. Garson hemen portatif sehpamızı ve duble çaylarımızı koşturdu. Önümüzden vapurlar geçti, martılar uçtu. Karabataklar denize daldı çıktı, Kuzguncuk kedileri ayaklarımıza dolandı. Çok keyifli bir kahvaltının ardından ben bir de karanfilli bir sigara tüttürdüm. Zeya , Barselona seyehatinden dönerken benim sigaralarımı da unutmamıştı.


Kahvaltı bitince hadi Çengelköyde içelim kahveleri dedik ama kalabalık korkunçtu. Hadi bi Üsküdar'a doğru gidelim dedik. Üsküdar da Naziş GALATA dedi. Karaköy motoruna binip Karaköy'e geçtik. Kamondo Merdivenlerinden yukarı çıkıp Galataya geldik.

sabah kahvemizi hemen kule dibindeki kahvede içtik. Yukarı çıkmak için o kadar uzun bir kuyruk vardı ki vazgeçtik. İstanbu'u kanatlarımın altına başka bir gün alırım dedim. Galata kulesinden sağa doğru devam edin, yol kıvrılacaktır, dümdüz yürüseniz aşağı doğru inen bir sokak göreceksiniz. Ünlü Doğan apt. buradadırburada Doğan apt ile ilgili çok güzel görseller var
. Geçen yıl İZ kanalında belgeseli gösterilmişti. Çok ünlü kişilere ev sahipliği yapmıştır ve yapmaktadır. Ben buranın dış görümünü çok severim.İstanbul'u 360 derece görebilen bir konumdadır. Doğan apt.nin önünden geçip ilk yokuştan yukarı İstiklal Caddesine çıktık. Atlas Pasajıydı, Suriye Pasajıydı yok Halep çarşısıydı derken Naziş dilim damağım kurudu dedi ve Özsütte çay pasta molası verdik.Bir kaç festival filmine bilet almak için Atlas Sinemasında uğraştım ama malesef istediğim filmlere bilet kalmamıştı. Bir tek Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı kitabından uyarlanan filme Kadıköy'de bilet vardı çok şükür. Ama Barış Bıçakçı'nın kitabı Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabının filmine hiç bir yerde yer yoktu. Artık legal illegal bir yerlerden bulunacak. İnşalah vizyona girer. Bir de aradığım bir film var adı : Yeşil Papaya Kokusu... hiç bir yerde bulamadım ve kafayı takmış bulunmaktayım. Gerekirse artık Vietnam'a gidicem...
Bu gün İstiklal caddesi ve Taksim'de eylem günüydü. Hemen her zaman , mutlaka bir eyleme sahne olur ama bu gün hepsi bir araya gelmişti. Bir ara kalabalıkta sıkıştık. Kendimi kötü hissettim . Naziş - Anne şuraya gir dedi neyseki bir dükkan arasına girdik . Beş on dk bekledik ama gittikçe sıkıştı. Bir de meraklı kalabalık olayı iyice içinden çıkılmaz hale getirince - geri gidip ara sokakdan Sıra selvilere çıkalım dedim. İyi ki aklıma geldi. Zaten 10 mt falan yürüyünce Sıra Selvilere açılan sokağın başına geldik. Bambi'de biraz soluklandık , bir şeyler atıştırdık ve evin yolunu tuttuk. Ev gibisi yok valla:))

26 Mart 2011 Cumartesi

gece mırıltısı isterseniz dırıltı da diyebilirsiniz

Sabah Gamse ile erkenden uyandık...biraz fazla patırtı yapmışız ki, Nazişden zılgıtı yedik.Ondan sonra ne kadar sessiz olmaya çalıştıysak o kadar çok gürültü çıkardık.
Benim bu günle ilgili iki hafta önceden yapılmış bir programım vardı. Eve geç de dönebileceğimi düşündüğümden hemen haşlanmış kuru fasulyenin altına bir Türk usulü dip sos yolladım ocağa oturttum. Ynındaki tencerenin içine de dün akşamki tavuktan kalan salçalı baharatlı sosu döktüm , kaynayıncada içine haşlanmış nohut ve bulguru yolladım oldu sana acılı salçalı , baharatlı bir bulgur pilavı. Kocama da turşu siparişi verdim oldu da bitti maşşallah afiyet olsun inşallah.

Bu gün Balkonlu Kadında toplandık. Zuz, Nalan, Zeya , Ben, Gamse, Berfu ve Magissa. Yedik içtik bin plan , proje yaptık. Közlenmiş patlıcanlı ve kabaklı börek ve o şahane tiramusu güne damgasını vurdu. Berfu^'da bu sayede doğumdan sonra ilk gezmesini yaptı.

Akşam dönüş trafiğinin korkunçluğunu anlatmaya kelimeler yetmez. Korkunçtan daha korkunç bir kelime olsaydı onunla tanımlardım bu rezaleti. Bir ara ahyaaaaak diye falan bağıracaktım.

Bu akşam kızların ikisi de firari, Gamse daha yolda beni ekti ve Zuz'a gitti. Naziş arkadaşlarıyla Cihangir cenahlarında. Ama ikisine de söylüyorum buradan , biz yarın kahvaltıyı Kuzguncuk'ta deniz kenarında yapacağız.İsmet Baba'da ... geldiler geldiler yoksa kapı duvar. İnşallah anahtarları vardır:)

Yazı bitince kitap okuma seasım başlıyor. Kaybedenler Klübü yazıma hiç şefkat göstermediniz ama bu filmi bir kaç gün sonra duyunca o yazıyı arayacaksınız :)))ya o filmde Süleymaniye camiii ile igili çok hoş bir anekdot var ama Zeya ve Zuz gidecekleri için söyletmiyolar. Film vizyondan çıkınca hatırlatın gitmeyenlere anlatayım. Unuturum diye ödüm kopuyo valla.

İyi geceler olsunnn

25 Mart 2011 Cuma

Kaybedenler Klübü




Bu gün bizim evin temizlik günüydü saat dörde kadar ev indi bindi havalara çıktı tekrar yere indi ve gıpgıcır oldu. Bu arada bi çırpıda yemek işi halloldu. Parça tavuklar tencerede arkalı önlü kızartılıp baharatlandı, bir kaşık salça ilave edilip tekrar ters yüz edilip üç su bardağı sıcak suyla biraz daha pişti, yanına da patates püresi sallandı o pişerken. E ev gıcırdadı yemek pişti... Sıra geldi ödüle. Vizyona girmesini sabırsızlıkla beklediğim Kaybedenler Klubünün ilk günüydü bu gün. Gamse okuldan cuma günleri erken geliyor. henüz servisteyken programlaştık ve birlikte sinemaya gittik.

Kaybedenler Klübü; underground kültürün filmi. Kadıköy sokaklarına adanmış...Naziş gittiğimizi duyunca beni niye beklemediniz dedi. O'nun lise yıllarının radyo programıymış...
Tam onun Kadıköyde takıldığı yılların...Bu filmi iyi film ya da kötü film diye yargılamayın. Seversiniz ya da sevmezsiniz öyle bir film. Müstakil yaşamların...okuru olmayan kitaplar basarım, dinleyici olmayan radyo programı yaparım diyen iki radyocunun, 1994 yılında Kent Fm'de yayına başlayan ve 7-8 yıl kadar süren Kaybedenler Klübü adındaki radyo programını ve o radyo programını sunan dj'ler Kaan (Nejat İşler), Mete (Yiğit Özşener) nin hayatlarını konu alan bir film.
"Sizinle yatmış mıydık" gibi replikleriyle akıllarda yer eden radyocular Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlı'nın hikâyesini anlatan film "Ekip film tedirginlikle sunar, ?" sloganıyla cuma günü seyirciyle buluşacak. Filme içerdiği sevişme sahneleri nedeniyle 15+ yaş sınırı verildi.

Filmin yönetmeni ve aynı zamanda yapımcı ve senaristlerinden biri olan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Özden Örnek'in oğlu Tolga Örnek'in babasısının Balyoz Davası kapsamında tutuklanması nedeniyle film beklenen vizyon tarihi 11 Mart'a yetişemedi. Bu nedenle filmin vizyon tarihi 25 mart'a alındı ve Tolga Örnek babasının gelemeyecek olması nediyle film için gala düzenlenmedi.

Filme ait ayrıntılar bu kadar... Yalnız film öyle aman ailece çoluk tombak bir film izleyelim... Nejat İşler Aliye'den Yiğit Özşenerde Ezel'den tanıdık nasılsa diyebileceğiniz bir film değil. Büyükler izlesin bu filmi...

Aysel'le 2...cenaze sergisi...Frida sergsi... baştanbaşa Beyoğlu

Bu gün İstanbul'a'' bahar indi''...Bahar indi tümcesi Yaşar Kemal'den çalıntıdır. Ben bizzat kendim çaldım...ama ne yapalım çok güzel bir tanımlama...Hava pırıl pırıl şu anda.
Bu günlerde ben bilfiil gezmekteyim... Şimdi anlatmaya başlayacağım ama baştan söyleyeyim bilanço ağır:)) Yalnız bu blogger yasağından çok ama çok sıkıldım. Kalktı falan dendi ama arkadaşlar hala giremiyorlarmış bloglarına...

Şimdi çarşamba gününden başlayalım...
Çarşamba sabahı saat 11 gibi falan Aysel'le Üsküdar iskelesinde buluştuk. Kabataş motoruna bindik. Sonra fikir değiştirip indik ve koşa koşa gidip Eminönü vapuruna binip , Karaköy'e gittik.Hedef Body Words sergisi... Naziş beni , daha önce gitmekten vaz geçirmişti. Sen dayanamazsın dedi.Bilmeyenler için açıklayalım... Yaşayan insanlar , ölmeden önce bedenlerini bu çalışma için bağışlıyorlar... ölü bedenler önce asiton havuzuna batırılıp , sıvılarından arındırılıyor. Sonra da plastik havuzuna batırılıp bedenin plastiği emmesi sağlanıyormuş. Evden çıkmadan tv yi açmıştım. Tesadüfe bakın ki Kanal D'de doktorlar programında bu sergiyi anlatıyorlardı. Gitmeden ön bilgi almış oldum bu sayede... Karaköy^de motordan inince ; limanda kahvaltı yaptık. Kahvemizi içtik. Sonra acaba sergi ne tarafımızda kaldı şu büfeceiye soralım dedik. Büfecinin cevabı aynen şöyle- Cenaze sergisini mi? soruyorsunuz , dümdüz gidin...İstanbul Modernin yanındaymış meğer. Sergi çok ama çok ilginçti. Hiç rahatsız olmadım . Aysel sürekli - insanı insan ayapan ruhtur kızım, bunlarda ruh yokk ki deyip beni teskin etti. Bir tek belgeslini izlerken biraz tuhaf oldum.

Sergiden çıkınca Kabataş iskelesine kadar yürüdük bu arada deniz kıyısında ufak bir çay molası verdik. Sonra finükülerle Taksim'e çıktık. Aysel Frida sergisini görmemişti o da bu gün itibariyle bitiyordu. Odakuleye kadar yürüyeceğiz derken, Aysel; bir duraklık metro var dedi, Şişhane'ye gidiyor. Ona binersek İstiklal caddesinin ortasında ineceğiz dedi. A aaa süper, hadi ben de öğreneyim dedim. Metronun içinde yürüdük yürüdük...merdivenden indik.... yürüdük yürürdük...merdivenden indik ... yürürdük yürüdük merdivenden indik.Yürüyen bantlarda bozulmuş. Biz habire yürüyoruz. Artık Aysel benden uzak uzak kaçıyor. Ben bağırıyorum kısa yol bumuydu diye. Sonunda metroya bindik. Aysel diyoki, şimdi İstiklalin altını metroyla geçiyoruz. Neyse indik . Yürürdük yürürdük .... merdivenden çıktık ... yürüdük yürüdük ....merdivenden çıktık yürürdük yürürdük merdivenden çıktık. Merdivenlerin eğimi neredeyse 90 derece. Neyseki yürüryen merdiven . Aysel bu arada ben aşağıdayım o taaa tepede gülüyor. Kızım , biz nereyi metroyla geldik. Normal yoldan gelsek yürüyeceğimizin beş katı fazlasını metro içinde yürüdük diye bağırınıyorum ben.(benden uzaklara uzaklara kaçarken)

O kadar yürüyünce acıktık tabi. Önce Fıccın'da mükellef bir ziyafet çektik kendimize. Haluj, fıccın ve çerkez tavuğu ile. Sokak sobasını yaktırıp dışarda yedik yemeğimizi. Çaylarımızı içip kalktık ve Peranın yolunu tuttuk; Frida sergisi için. Daha önce gezmiş olmama rağmen ilk görüyormuş gibi zevkle gezdim yeniden.

Sergiyi gezip bitirince bu kez kahve molası için Markiz'in yolunu tuttuk. Ama mönü bi saatte geldi. Bi saat de sipariş almaya gelmediler. Yan masadan gelen beğendili kebabın kokusu beni allak bullak etti. Markiz ve kebap kelimesi yanyana düşünemiyorum bile. Güya yemek klubüymüş peeeh dedik, kalktık sipariş bile vermeden . Hemen çaprazındaki Özsüte gittik. Cam kenarına oturduk, geleni geçeni izleye izleye kahvelerimizi içip sakızlı markizlerimizi, çikolatalı pastalarımızı bölüşe bölüşe yedik.. Çıktığımızda artık akşam iyice çökmüş , insanlar alemlere akmaya başlamışlardı. Sokak çalgıcıları süperdi. Hepsini dinledik. Hele bunlara bayıldık ve cdlerini satın aldık.Çingene şarkıları söylüyorlardı. Sen Antuanın kapısınıda ittik, içeri girdik. Ayin hazırlıkları vardı galiba.. içerde bir faaliyet vardı.

Artık evlere dönüş yoluna girmek için Taksim'e doğru ilerlerken Libya'ya destek yürüyüşü yapan gençlere rastladık. İkimizde bir hoş olduk. .İnandığımız şeyler için birlikte yürüdük mücadele ettik. o kanlı 1 Mayıs 'da birbirimizi kaybedip az endişelenmedik. Öğrenci halimizle yapabildiğimiz kadarını yaptık inanmadıklarımıza karşı çıkıp sokaklarda birlikte bağırdık koştuk... O gençleri görünce aralarına karışmak istedik yeniden....

Aysel ile Taksim'de ayrıldık, bir daha ki programa kadar:))

Gelelelim düne... Dün Cancan'a kahvaltıya davetliydik. Zuz'la da orada buluştuk. Şahane bir kahvaltı yaptık. Kimse kıymalı böreği Berfu gibi yapamıyor. Mimarlığı bırakıp , börekçi açması için ikna etmeye çalışıyoruz O'nu:)). Biz kahvaltımızı bitirdikten sonra Cancan2ın dedesi geldi. Onu gezmeye götürmek için...hava soook dedi.... cicianne var dedi. Sonra cicianne üstünü giysin berabere gidelim dedi. Canım ya nasıl özlemişiz birbirimizi. Minik Uras'ı bakıcı abla ve Babaanne , dede nezaretinde bıraktık eve nasılsa dondurucu da anne sütü stoğu var:)) Biz pazara çıktık. Perşembe günleri Erenköy'ün çok güzel bir pazarı var. Ben Viskoncu İbodan bu kez baharlık eşofman aldım. İki hafta sonra kot formunda olanlar 10 haziranda da yazlıklar geliyo dedi. Olabilir pazarın en pahalı eşofmanını satıyor olabilir ama en iyisini sattığının kuşkusu yok...Asla diz yapmıyor ve yıkandıkça bozulmuyor. Reklam parası alcam zaten ondan:).
E kahvaltıyı ettik, pazar alışverişinide yaptık cümbürcemaat. Hatta Cancan bile vardı. Baktım saat daha iki... İki durak ötede de İlmiyem var. Telefon açtım- hemen atla gel dedi. Berfu ve Zuz'dan ayrılmıştım bu arada. Ben minübüse bindim onlar hala bana telefon açıp, şurda çok güzel şeyler var, bu tarafa gel diyorlar:)))İlmiyemle akşam çayımı içtim eve geldim , kapıda Gamse ile karşılaştık. Dolaptaki yemekler ısındı ev halkı doyuruldu... Mazi Kalbimde Yaradır, Fatmagül ve yarım Türkan izlendi... gerisini bilmiyorum sabah olmuş:)

not: okuyabilenler, bloğa girebilenler lütfen bi not bıraksın çünkü artık bu yasağın boyutları değişti. Kiminde mahkeme kararı çıkıyor benim gibi bir kaç kişide ise hiç bir şey yok. Blogcu olmayıpda dışardan okuyanlar artık okuyabiliyorlar mı onu merak ediyorum. Blogcular nasılsa yarlarını falan halledip girmeye başladılar...

.

23 Mart 2011 Çarşamba

Dünden başlayayım yazıya...İlk bölüm; ev toplama , yemek yapma , çamaşır yıka , as gibi ev işleriyle geçti. İkinci bölüm keyif bölümüydü. Çoktandır izlemek istediğim bir filmi izledim. Mavianne 'de tavsiye ederim deyince dün izledim nihayet.
Filmin adı;Siyah Beyaz....konusu barda geçtiği için bir çok bölgede gösterime girememiş...Siyah Beyaz filmini konusu ise bir ressamın, bir doktorun, bir avukatın ve bir iş kadının farklı hikayeler ile tek sığınabildikleri yer bir bardır. Yanlız bu bar onların hayatlarının tek rahat nefes aldıkları yer gibidir.Kadro muhteşem... Tuncel Kurtiz, Nejat İşler, Erkan Can , Şevval Sam. Film farklı bir örnek... Zengin kız fakir oğlan ya da zengin oğlan fakir kız aşkı konulu filmlerden sonra dialoğa dayalı filmlerde de nasıl başarılı olunabileceğinin en güzel örneği bence...Millet diyaloğa dayalı film yapıp Oscara oynuyor ve de alıyor. Bu yıl Kralın Konuşması filminde gördük bunu.

Akşam kızlarla Capitolde buluştuk. Bir şeyler yedik dolaştık ve dizimize yetiştik. Dün akşam ki kahramanım Aylin ve Balıkçı idi. İkisi de sevdikleri için neler yapabileceklerini gösterdiler. Mete zaten her zaman adamım.

Gece TNT de Hours'u izledim. Nicole Kidman'a Oscar getirmişti yanlış hatırlamıyorsam.
Gelelim bu güne; nihayet tüm gücümü topladım ve Body Words sergisine gidiyorum. İşin tuhafı şu anda kanal D de Doktorlar programı bu sergiyi konu almış.Yani bu kadar olur.Bu ön bilgi iyi olacak...Bu sergide sergilenen bedenler, insanların yaşarken gidip bedenlerini buraya bağışlayan, öldüklerinde plastinazasyon denilen bir işleme tabi tutulmasına izin veren insanların bedenleri.Naziş daha ilk günlerde gidip görmüş- Anne , sen gitme , kaldıramazsın demişti ama Aysel cesaret verdi. Birlikte gidiyoruz.Önce Pera'da Frida ve Çağdaş Rus ressamları sergisine gideceğiz. Ben daha önce gitmiştim ama birlikte bir kez daha gezelim dedik. Sonrası çok yüklü bir programımız var...
Şimdi , yeşil çayımı içtim ama kahvaltı babında bir şeyler atıştırıp çıkmam gerek. Aysel'le Kabataş' da buluşacağız...
İyi bir gün olsun, hava güzel olsun, dizim ağrımasın...sizin gününüz de gönlünüzce olsun.

21 Mart 2011 Pazartesi

pazar günü



Pazar gününün programı; cumartesi gece saat gece yarısını geçtikten sonra belirlendi. Aysel uyuduğumu düşünerek mesaj atıp , kahvaltıya çağırmıştı... Bize davete icabet etmek yaraşırdı haliyle:)
Sabah 10.30 gibi kızlarla evden çıktığımızda koca kişisi hala uyuyordu... Havada ki hafif çişe ve güzel serinlik ten hem hoşlandık hem de kendimize gelip sabah rehavetini attık. Pazar sabah trafik falan olmadığından yarım saatte Suadiye'de olduk. Kahvaltıyı Aysellerin binanın cafeteryasında yaptık. Menemenlere sucuklu yumurtalara gömüldük. Yetmezmiş gibi Mustafa börekler de getirtti. Sanırım üç gün acıkmayız dedim. Uzun uzun kahvaltı ettik. Kahvelerimizi içtik. Mustafa^yı da nasıl özlemişim. Hasret giderdik. Mustafa ; Aysel'in en küçük kardeşi. Biz tanıştığımızda henüz beş yaşındaydı. O zamanlar mumy blue şarkısı dillerdeydi O ' bu şarkıyı tornistan eder- aman aman bıktım ben bu yaye den diye söylerdi. Yaye ben oluyorum haliyle. Mustafa kahvaltıdan sonra bizden ayrıldı. Biz Aysel'in evine çıkıp Babama kitap seçtik. Babama kitap yetişmiyor çünkü. Bizim evdekileri okuduk , satın aldık, Gamse okulun kütüphanesinden de getiriyor ama yetişmiyor.kafede kahvaltıdaAYSEL'in mutfağında çilekli turtaya yumulmuşken...

Sonra oturup bir de çilekli turta yedik...neremize yedik bilinmez ama süperdi neme lazım. Sonra oyuncak müzesine gidelim dedik. İkimiz de görmemişiz. Yollamdık oraya... Valla çocukluğumuza geri döndük. Hatta Aysel, bi oyuncak tavuğu benim diye tuturdu. Babam Çin'den getirmişti diye tavuğun etrafında kendi ismini , ve kendinden bir iz aradı durdu. Yüz yıllar önce bile Avrupada ki oyuncak kültürü ne kadar ileriymiş. Biz savaş vermekten, bağımsızlık mücadelesi vermekten oynamaya vakit bulamamış bir milletiz. Ben bu müzeyi gezerken sadece Sunay Akın adına değil Türkiye'de böyle bir yer olduğu için kendi adıma da gurur duydum. Çok da güzel bir kafeteryası var. Orada kahve molası adı altında bitki çayı molası verdik. Otlardan hemen kendileri yapıyorlar... hibuskuslu, tarçınlı, zencefilli bir çay içtim ki enfesti. Çaylarımızı içerken karşımızdaki ekranda ünlü ressamların , çocuklu tabloları aktı. Naziş İstanbul şekerlemesi almıştı, tarçınlı ağzımızı hem tatlandırdı hem yaktı... Aynı hayat gibi dedim... Aysel bu tanımımı çok beğendi o yüzden yazdım:))Gamse'nin olduğu resmi koymayı unutunca uyarı aldık bu resim sonradan ilave edildi:))
Aysel'in benim diye tutturduğu tavuk:)
biz kendi zamanımızın uzay kahramanlarının önündeyiz... Kaptan Kirk....Mr Sapak...MayaNuhun GemisiBu arada oyuncak ayılara neden Teddy Bear dendiğini bilmiyordum. Tedy Rosewelt bir av sırasında hiç bir şey vuramamış. Yanındakiler , jest olarak bir ayı yavrusunu ağaca bağlayıp vurmasını istemişler.Kesinlikle reddetmiş. Bir oyuncak fabrikası da onun anısına Tedy adını verdiği oyuncak ayılar çıkartmış piyasaya...Bu müze ile ilgili Naziş'in bir anısı var. Musevi okulunda çaılışırken öğrencilerini bu müzeye hetirmişler , bir arkadaşı Nazi askeri ve Hitlerin figürü olan oyuncakların önünde çocukların resmini çekmiş. Çeken arkadaşları da musevi üstelik. Hiç. dikkat etmemiş. Resimler velilere gidince , okula büyük tepki göstermişlerdi...Müze anlatısını Sunay Akın'ın bir sözü ile bitirelim. Buranın kapısından içeri girerken bir elinizle çocuğunuzun elini tutarsınız , çıkarken diğer elinizden çocukluğunuz tutar. Gerçekten de öyle oldu... Karma karış oldum ... Çocuklarımın çocukluğuna kendi çocukluğum karıştı...
Müze gezimiz bitince caddeye kadar yürüdük ve biz eve doğru yollandık. Meğer ben öyle biliyormuşum . Naziş eve devam etti ama biz Gamse ile Bahariye'de bir tur attık. Kotona uğradık.

Eve dilim bi karış dışarda düştüm. Çok Güzel Hareketler Bunları izleyip yattım. Sızmışım telefona uyandım. Kuzen Fatma arıyormuş. Beyoğlu ekibinden bin sitem etti. Uykum açıldı. Kalktım, Nuri'yi izledim ...Dün akşam hiç kitap okumadım...Kitabı elimde tutacak mecalim kalmamıştı.

Bu günü eve ayırdım . Çünkü 31 Mart akşamına kadar program kapalı...

Şimdi bir kaç selam...
İlk selam Dilber'e
Uzun zamandır görüşelim görüşelim diye konuştuğumuz, çocukluk arkadaşımın kızı Dilber'in evinin önünde poz poz resim çektirmişiz... Sunay Akın'ın kiracısıymış meğer. Dilbercim bu kez teğet geçtik ama bir dahaki sefer kahve molası sende...

İkinci selam
Bir yıl giydiği elbiseyi , bu kendi kendine sökülüyo diye geri götüren Gamse'yi tüketici bilincinden dolayı... elbiseti yeni elbise ile değiştiren Kotonunu da üretici sorumluluğundan dolayı biner kez kutlarım.
üçüncü selam
Yakın mesafeye gittiğimiz için surat sana taksici... e senin hatırın için Maltepeye mi gideydik...

Dördüncü selam
O şahane portakal ve nar kokteylini yapan Cafe çalışamnlarına
beşinci selam
Acaba bu bitki çayının içinde ne var diye merak ettiğim duyup, gelip binbir nezaketle anlatan, müze kafeteryası çalışanı bayana...
bi selam da kendime dizine kuvvet Laluş...

19 Mart 2011 Cumartesi

cumartesi...cumartesi

E hani yasak kalkmıştı... Naziş'in bilgisayarından deneme yaptım kapı gibi mahkeme kararı ile karşılaştım.Sanırım burada kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz.
Dün geceyi yarı uyanık geçirince sabah saate bakınca gözlerime inanamadım , gözlüğümü taktım, baktım ki gerçekten de saat 11.40 dı. Kızlarda uyuyorlardı. Yatakta biraz tv keyfi yapıp öyler kalktım.Sonra uzun kahvaltı etkinliği... kahvaltı ederken çocuklar duymasın izledik. Tekrarlarına rastladıkça izliyorum. Gülfidan Hala ve Seyyar Tayyar tiplemeleri müthiş. Gülfidan hala, Denizlili bir ev kadını , eşinden ayrılmış ...evlenmek istiyor ama koca adayında aradığı şartlar var. Şartlarından biri ; kocasıyla Aristo ve Platondan sohbetler edebilmek . Bayılıyorum Denizli şivesiyle konuşmasına.

Kahvaltıdan sonra benin fikrim sinemaydı.Kızlar okeylemedi.Onun yerine o dükkan bu dükkan peşlerinde sürüklendim... Kendime bahar hazırlığı olarak yürüyüş ayakkabısı aldım. Daha doğrususu Naziş hediye aldı.Anam bi yürüyüş ayakkabısı deyip geçmeyin. Bununda bi teknolocisi var. Yok dizi çalıştıranı, yok kalça kaslarını çalıştıranı. Yok yere basınca alttan yaylananı. Az kala vaz geçecektim. Yerlerde paltformlar var, yok önce ona basın, sonra ayakkkabıyı giyin, farkı farkedin....Eve dilim dışarda düştüm.Naziş arkadaşlarıyla buluşmak için bizden ayrıldı. Bizde donutlarımızı aldık, dizi keyfi yapmaya evimize koştuk.. .

Bu yağmurlu hava bir kaç gün devam edecek ve ısı biraz daha düşecekmiş.
Yarının programı Aysel ve bizim kızlarla kahvaltı yapacağız... Yarın ki güzergahımız Suadiye cenahları:))
Yazı bitince kitabıma devam etmek üzere odama yollanacağımdır...

Aysel'le

Saat gecenin yarısı ...dışarıda sağanak yağmur var...cama öyle bir vurdu ki tıp tıp diye kan uykulardan uyandırdı beni. Uyanınca alerjim başladı...kalktım ilacımı içtim...uykum gitti.

Kaldığımız yerden devam edelim. En son çarşamba günü yazmışım. Perşembe günü okey grubumla bizim evde toplandık. İlmiyem de geldi...koca bir tepsi revaniyle:))Ben de elimden geleni ardıma komadım.Ağırlama işini itina ile yaptım.Akşamda Fatmagül'dü Türkan'dı dizi şenliği yaptım.

Kitabım aynı...Sen Dünyaya Gelmeden... İtalya'dan , Saraybosna'ya döndük yeniden...Savaşın ayak sesleri başladı.Başçarşı'yı görme isteğim hala doruklarda...

Dün Aysel'le buluştuk Kadıköy'de...Çok eskiden beri beni okuyanlar tanışma hikayemizi bilirler.Biz Aysel'le birbirimizi görmeden bir yıl mektuplaştık. Arada telefonda konuştuk. Yani şimdinin internet arkadaşlığı gibi... Ben henüz ortaokuldaydım o zaman. Biz Ordu'daydık O İstanbul'da. Benim dedemle Aysel'in babası arkadaşmış. Dayımda Üniv. öğrencisi o zaman. Aysellerin evine kiracı olmuş. Senin yaşlarında yeğenim var tanıştırayım demiş. O deyiş bu güne geldik.Kalamış'da sandalla gezinilebilen...Fenerbahçe'de denize girilebilen Bağdat caddesinin çift yönlü olduğu yılların ...yazlığa Kumburgaza gidilen...yazlık sinemaların...tren geçerken koşup , köprü altında dilek dilediğimiz yılların anıları var dağarcığımızda...O zamanlar Uludağ'da iki otel vardı biz kendimiz daha lisede kardeşlerimizi alıp Uludağ'a gittik. Kar; diz boyu, biz hiç basılmamış yerlere basacağız diye göle düştük ve kendin pişir kendin ye usulü bir ocakbaşı salaş lokantanın ateşinin başında kuruduk. Kimin annesi babası seyehatte ise onun evinde deli gibi partiler verdik. Sabahlara kadar sohbetler ettik. Bir köy evinde kalıp geceleri çok korkup gündüzleri çok eğlendik.Bir koçun boynuzlarından kurtulmak için deliler gibi koştuk. Birlikte çok ağladık çok güldük.En keyifli anımda da en üzüntülü anımda da hep yanıbaşımda olmuştur.Annemin son dakikalarını birlikte yaşadık ve birlikte uğurladık.İstanbul'dan uzak kalığımız yıllarda da yaşadığımız yere ailesiyle bizi ziyarete geldi . Orada olduğum yıllarda kolilerle ulaştırdı bana yeni çıkan kitapları..Kısaca Aysel bu dünyada ki en eski tanıdığım en kadim dostum.İlerlyen günlerde macera dolu resimlerimi koyarım buraya...
Dün Hümeyra'da buluştuk...biralarımızı , bira tabağımızı söyledik zaman zaman gözlerimiz dola dola zaman zaman güle güle uzun sohbetle yaptık. Akşam olunca Gamse ve Meral'le Bağdat caddesinde buluştuk. Cafe Crown da oturduk. Bi sürü pasta çeşidi söyledik paylaşa paylaşa çayla yedik:))Bi sürü program yapıp ayrıldık. Eve dönüş yolunda bi baktım Zeya kaldırımda telefonla konuşuyor. Arabanın camına vurdum ama görmedi...Eve gelince salona hiiç uğramadan direk yatak odalarına geçtik. Cuma akşamları sadece kitap okuyorum çünkü...

Yağmur son hızıyla devam ediyor. Henüz hiç bir programım yok ama Nejat İşler ve Yiğit Özşener'in iki radyocuyu canlardıkları Kaybedenler Klubünü izlemek istiyorum.Kaybedenler Klubü programlarının ismi. Ama bu satırları yazarken bir taraftan da baktım ki 25 Mart da gösterime giriyormuş. Ama yine görmek sitediğim Nurgül Yeşilçay'lı Çaınar Ağacı gösterime girmiş. Sanırım yarın ona gideriz. Bu havalar son sinema havaları çünkü. Gerçi ben, yazın sıcağını, serin sinema salonlarında geçirmeye de bayılırım. Hele bir keresinde öyle üşümüştük ki; ben fularıma sarınmaya çalışmıştım. Sinema REKS'de...

Ben bu gece yarısı programını burada bitirip biraz uyumaya çalışayım. Hazır alerjimde sakinleşmişken. Doktorum buna baskılamak diyor)) yani alerjimi baskıladım şimdi . Ortadan kaldıramıyorum namussuzu...

16 Mart 2011 Çarşamba

Blogger yasağı kalkmış deniyor...kimler girebiliyor, kimler okuyabiliyor bilemiyorum...Ben hiç sorun yaşamadığım için yazdım durdum bu arada yine :))Ama okuyabilenler bi not bırakabilse hiç fena olmazdı...

İstanbul'da bahar bacağını salladı artık...gün ışığı perdenin altından sızıp gözlerime ulaştı da gelmesin diye perdeyi sıkıştırdım bile :)))Gün ışığı ne kadar kanıma girmeye çalışsa da bu gün ve yarın evdeyim... Yarın okey grubumla bizde toplanacağız. Bu günde azcık hazırlık falan yapalım dimi. Dün de evdeydim valla, Gamse'nin yemekten sonraki yürüyüş teklifini önce kabul ettim ama yemekten sonra ikimiz de vaz geçtik.Bir yorgunluk çöktü üstüme anlatamam... Dizmi bile yatakta izledim. Gamse'de yatağa atladı tabi elinde laptopla... tepişe tepişe televizyon izledik. Telefonu sürekli çaldı, konuşması bitince ne oldu diye sordu, aklına bişe geldi anlattı...bilgisayardan bir şey gösterdi... Neyse ki yatağa likör servisi yaptı bana da dırdırımdan kurtuldu...

Dün bi sürü zeytinyağlı yemek yapıp dolaba attım. Mevsimin ilk baklasını , zeytinyağlı yer elması, zeytinyağlı pırasa pişirdim. Ana yemeklerin ardına düşüp düşüp masaya gelecekler artık. Yer elmasına bayılıyoruz... Hemencecik tarif edeyim. Soğanaları pembeleştirn yağda... ben riviera tipi kullandım... Hatta tavla zarı gibi doğradığınız havuçları soğanla birlikte atın iyice pişsinler, sonra küp küp doğranmış pataesleri atın , en son iri iri doğranmış yer elmalarını atın, yer elmasını ilave eder etmez yarım fincan da pirinç koyun. Tuzunu şekerini, ve yarım limon suyunuda ilave edip pişirin gari. Yer elması çok çabuk pişiyor o yüzden pirinçle aynı zamanda ilave edin. Sıcak su i ekleyebilirsiniz pişirirken. Benden öyle gramdı , ölçüydü gibi şeylerin beklenmeyeceğini beş yıldır biliyorsunuz zaten.

Şimdilik bu kadar iyi bir gün olsun, keyifli olsun... bol kazançlı bereketli olsun...

14 Mart 2011 Pazartesi

Kuzguncuk havası



İstanbul'a bahar geldi galiba... yine de temkinli konuşayım...Anneannem - kork abrulun beşinden öküzü ayırır eşinden derdi:)) bu abrul nisan oluyor...April yani ...inşalah bundan yola çıkarak ananemi bir ingiliz leydisi filan sanmazsınız...hakaret telakki ederdi.
Neyse konumuza dönelim bu gün kahvaltıdan sonra karıkoca karıkoca koru yolundan aşağı pıt pıt Kuzguncuğa indik. Özlemişim nasılll...Bu arada Kuzguncuklular şahane bir protesto eylemi içindeler...protestonun yapılışıda şahane, konusu da .Kuzguncukluların çoluk çocuk, el emeği, göz nuru ile yaptıkları kırk korkuluk semtin caddelerini süslüyor.Semtlerini betonlaşmaya karşı koruyorlar...
Kuzguncuklular bostan korkulukları değillerdir, semtlerini beton yapılaşmaya karşı korurlar mesajı veriyorlar...Caddenin iki yanı boyunca sıralanan ağaçlarda bu korkuluklar var.
Resimlerini çeke çeke , güzelim havanın tadını çıkara çıkara deniz kıyısına indik. İsmet Baba'nın yanındaki çınar ağaçlarının altına oturduk. Çayımızı söyledik...hemen portatif sehpalarımız önümüze kondu çaylarımızı denize baka baka içtik...


O sırada görümcem aradı öğleden sonra çaya çağırdı...Yine yürüye yürüye ama bu kez sahil boyunca üsküdar'a gittik. Koca ile orada ayrıldık.Ben eve uğradım , eve ilk gelen tavuğu haşlanmaya koysun diye not yazdım...Bizim bu eve ilk gelen şunu yapsın mesajlarımız meşhurdur hatta sülalede meşhurdur. Benim kuzen İstanbul'da mimarlık okumaya gelmişti. Lale Abla ev dedi. Ben de O'nu en büyük görümceme kiracı ettim. Bizim mahallede...O sıra biz de iki üç sokak ötede aile apt de oturuyoruz zaten...Kuzen de anne tarafından kendi kuzenlerini ev arkadaşı aldı. Onlar da çok sevdiğimiz çocuklardı zaten ... Bunların evlerinin anahtarı hepimizde vardı...onlar okuldayken biri uğrar yemek bırakır, gerekli bir şey varsa yapar , tamirci götürür mesela. Bu üç oğlana hepimiz vasi olduk neredeyse.Ama onlarda at gibi koştular ne desek.Büyük görümcem bir gün yemek bırakmak için kapılarını açmış, mutfağa girmiş ki bir not; ilk gelen pilav tenceresini yıkasın...Pilavı yakmışlar tencereyide ıslatıp bırakmışlar. Görümcem ne yapayım demişti; eve ilk gelen yıkasın yazıyodu,,, eve de ilk ben girdim :))
Bu hikayeyi de araya sokuşturduktan sonra asıl konuya dönelim. Ben de notumu yazdım evden çıktım. Baktım bizim okey grubu konuşlanmış beni beklemekteler. Görümcem de bi döktürmüş dolmaları neyin yedik içtik okeyin başına çöndük. Akşam eve geldiğimde Babam gelmiş meğer:))) tavuğu ocağa koymuş... ben de suyuna çorba suyuna pilav... tavuğu da yanına servis ettim bir de akdeniz salatası yaptım ... tulum peynirli falan breh breh ...




Çok eksikliği varmış gibi bu akşam bir dizi daha edindim:)) ATV de başladı... Her Şeye Rağmen...bir dönem dizisi... 1946 yılından başladık... Oynayanların çoğu Hatırla Sevgiliden tanıdık.

Evde yüzlerce kitap var, Gamse okumak için seçe seçe benim okuduğum kitabı seçti. Her akşam önce ben okuyayım, uykum gelince sana vereyim teranesindeyiz...

Yeter artık gece gece bu kadar gittim ben artık...

13 Mart 2011 Pazar

Hafta sonu




Yine çok yoğun bir hafta sonuna imza attık... Cumartesi günü bizim ev de Eceninbalkonu, Zeya, Ebrucuk, Kedili cadı,benim için hala Desertwind yeni adı masal yaratım atölyesi ve Zuz ve sırasıyla bizim kızlar toplandık... Sırasıyla , çünkü kızların biri içeri girerken diğeri dışarı çıktı. Naziş sabahın köründe kongreye gitmişti... Uluslar arası okul öncesi çocul eğitim kongresi... Üniversitedeki hocaları ve okul arkadaşlarıyla da karşılaşmış. Yorgun ama çok memnun geldi, nöbeti Gamse'den devir aldı... Gamse'de arkadaşlarıyla buluşmak için çıktı. Oturuldu, sohbetler edildi , yenildi içildi... Aynı doom günümmüş gibi hediyeler geldi. Hediye paketi açmak gibi hoş bişi var mı?Çok çok keyifli bir gün oldu...

Gamse ile akşam için en son matineye sinema programı yapmıştık ama sonra vaz geçtik.
Bu gün Cancanlara davetliydik. Sabah telefon açtı... cicianne çabuk gel, bana paket getir dedi. Uras'a gelem hediyeler ona diye geliyor ya:))Ama bu gün onu gerçekten abi gibi gördüm.Ara ara falsolar yaptı ama o kadar olur artık. Yardımcıları Sophie ile de arası çok iyi artık.Sophie henüz Türk yemeklerini yapamıyor. Ben gitmişken onlara bir tencere zeytinyağlı dolma sarıp birazını buzluğa attım birazını pişirdim. Bir de kocaman mozaik pasta yaptım ... Yani yine işleyen demir ışıldadı:))Gerçi ben sararken Cancan; cicianne , ben dolma yemeyecemmm dedi durmadan:)(burada çikolata reklamı yaparken görülüyorlar günün en azgın ikilisi)

Gamse ile Naziş dün gece çok geç yattıkları için bir ara karşılıklı yatıp uyudular. Cancan gidip Gamse'yi uyandırmış -Gamse, üstüne örtü getirim mi? Naslı'ya örtmedim demiş. Ama o Nazlı bütün gün onun için çocuk şarkıları kaydı yaptı. Çıkışta da benim çantamı almış eline - cicianne çantasını burada unutsun diyo. Neyse doymadan doyamadan akşam oldu... Biz caddeye indik... Biraz yürüdük biraz mağaza dolaştık derken akşam dokuzda eve zor geldik. Şimdi Naziş kendi işlerine daldı, Gamse takı kutusunu alıp bizim yatağın üstüne yayıldı onları düzeltiyor bir taraftanda güya televizyon izliyormuşuz Bu güya kısmı koca kişisine ait.
Kitapda hala aynı kitapdayım. Dün akşam hiç okumadım zaten.
Hafta sonunun son saatlerinden hepinize tüm iyi dileklerimi gönderdim...

11 Mart 2011 Cuma

Ala Dana

Dün gece tam bir dizimania yaşadım... Mazi Kalbimde Yaradır, Fatmagül üstüne de Türkan'la bi cila atttım. İşte böle dizimi seyrettin hakkını verecen... Pazartesi ve Cuma gününü boşalttım asla tv izlemiyorum sadece kitap okuyorum. O yüzden perşembe de yığılma oldu:))

Gece bi ara uyandım bi dolandım evde mutfağa gittim su içtim, tuvalete gittim o sırada aynada kendimi gördüm . Aynı yengemin ala danası Firdevse benziyordum. Alerji tavan yapıştı. Bi kocamı uyandırıp göstereyim dedim sonra gece gece adam neye uğradığını şaşırmasın dedim. İlacımı içtim yatttım. Alerji ilaçlarının en büyük yan etkisi uyku... Saat 11.30 olmuş millet gitmiş... Cancanım telefon açıp da ciciannesiii diye bağırmasa sanırım ev halkı beni bıraktıkları gibi bulacaklardı akşam eve dönüşte...Yalnız bi ara Gamse uyandırıp, iki siyah hırka gösterdi biri uzundu biri kısa. Kıyafetinin üstüne hangisinin güzel olduğunu sordu. Hangisini dediğimi ancak O gelince anlayacağız:)
)Ama ya şu ala dana hikayesini anlatmam lazım. Yengeme yani , Daymın eşine dana gelmiş hediye heheheh hediye dana. Neyse yengem danayı köydeki bekçi,ye emanet etmiş, yaz kış köydeki evlerin ve bahçelerin başında duran bir aile var. Kahya denir aslında ama Ordu'da bekçi diyoruz. Güya onlar danaya bakacak ... ama Yengem her boşlukta soluğu dananın yanında alıyo. Çocuklar aradığında - Anne nerdesin dediklerinde - evdeyim diyrmuş, ama arkadan da danaın çanınının sesi gelince ; sen yine öz kızının yanına gittin dimiii diyorlarmış. Bir yaz Ordu'ya gittik, fındık zamanı olmadığı halde yengem köye biz de arkasından dana peşinde gezdik. Büyünce az sütünü içip , tereyağını , kaymağını yemedik... az sütünden yapılan yoğutlara mısır ekmeği doğramadık ama yine de bize yaranamadı. Çünkü yengemi bizden çaldı. E biz de onsuz nere gitsek zevk almadık. Sonunda O gitti.Yengem'de hadi köye gidelim okey masasını harmana kuralım diye güya bize bir hoşluk yapma adı altında danasına gitme manevraları düzenlemekten kurtuldu:))Dana gitti hikayesi kaldı.

Yarın konuklarım var hepsini de çok yakından tanıyorsunuz:)) Şimdi gieyim biraz hazırlık yapayım..

9 Mart 2011 Çarşamba

şu tül meselesi

Bu günkü mevzu çok derindi... metrelerce tülleri , ütülemek gibi...Semoş beni görseydi senin içine yine hizmetçi kaçtı derdi:)) neyse konuşmaya değmez ütülendi bitti.
Kızlar tüm gece tatil sayıklaya sayıklaya kar seyrettiler sabah size sucuklu yumurta yapıcam, karda yürüye yürüye sinemaya gideceğiz dedim ama hep birlikte havamızı aldık. Torbadan tül ütülemek çıktı.Bakın nası dertliyim ki konu yine tüle gelmiş farketmeden.
Bu gün hep çalıştım hep nazarlara geldim ... Öyle tozlu mobilyalara kalpler çizmekle olmuyo. Millet aş istiyo iş istiyo. Naziş, ciğerin yanına minik minik kızarmış patatesler istiyo... koca dışardan gelince ıscak bi çorba istiyo ... Halbuki ben likörümü koyup perdeleri açıp kar seyretmek istiyorum...kem küm aklımda kaldığı kadarıyla Elhan-ı şita okumak istiyorum.
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.

Bu şiir Atalet'le bizim şiirimiz.Her kar yağdığında bu şiiri okuruz biz.




Okuduğum kitap biliyorsunuz - Sen Dünyaya Gelmeden-Gözlerinde gökyüzü olan bir adamla cennet yemiş kadar gğzel bir kadının Bosna'da savaş içinde geçen aşk hikayeleri.Bir adam ki hatta çocuk adam, çocukluğunda kullandığı plastik tabureyi hediye ediyor kadına...kadın nedenini sorduğunda , çünkü, çocukluğumdan kalan , tek kırmadığım şey bu diyor. İkisi de İtalyan Bosna'da karşılaşıyorlar. . Öyle şırıl şırıl akan, yüreğinizin üstüne elini koyan bir kitap ki...sanırım sonuna geldiğimde ille de okuyun diyeceğim bir kitap olacak. Filme alınırsa hiç şaşmam. Bazı sahneleri sanki bir film izler gibi okuyorum. Başçarşı'da dolaşıyorum onlarla, Bosna sokaklarında...İçimde gidip Başçarşı'yı görmek için dayanılmaz bir arzu oluştu.

Kitap demişken , dün sabah zil çaldı Naziş'e kargo gelmiş. Lens solüsyonları falan gelecekti, bak dedim Kocama.Elinde iki paketle geldi.Naziş'in yatağının üstüne koyduk. Bir saat kadar sonra falan, başka bir şey gelecek dememişti , acaba diğeri ne dedim. Elimle yokladım , kitap gibi.. gözümde gözlükte yok. Üstündeki simi okuyamıyorum. Dayanamadım açtım, Mephisto kitap evinin paketi çıktı içinden. Daha da meraklandım , gittim gözlüğümü taktım-aaa Zero'nun ismi ve soyadı var pakette zaten bana gelmiş)))Heyecanla açtım ki çok çok istediğim iki kitap.Nasıl sabırsızlanıyorum okumak için anlatamam.Gavur Mahallesi ve Can Kırıkları. Elimdeki kitabın arasına sokmak istemedim. Sıkıştırarak değil rahat rahat sindire sindire okumak istiyorum. Önümüzdeki haftanın kitapları bunlar. Gamse zaten Can Kırıklarını kaptı hemen , önce okumak için. Çok merak ediyordum dedi.
Kitap dedik devam edelim bari...geçen akşam Tezer Özlü'nün ilk kitabını okudum. Pazar günü Alkım'a gittiğimde almıştım iki kitabını... dayanamadım birini o gece okuyup bitirdim. Zaten 50-60 sayfalık bir şey.''Çocukluğun Soğuk Geceleri'' kitabın adı. Okurken hep '' Sana Gül Bahçesi Vaad Etmedim''i hatırladım.Yürek burkar, yürürken birden duvara çarpmış gibi hissettirir insana kendini Tezer Özlü'nün yazdıkları...Edebiyatımızın nostaljik, gamlı prensesidir' O'. Hiç okumadıysanız bile bir tane okuyun çünkü , herkes bir Tezer Özlü kitabı okumalıdır bence...
Bir de film vardı sözünü edeceğim ama o da bir sonraki yazıya kalsın artık. Şimdi biraz okuma vakti.

bi de şarkı...günün mana ve ehemniyetine uygun burada


8 Mart 2011 Salı

Reçete:))



Bir yorumunda Tülay yani Parpali - Lale Abla , seni tanımadan önce böyle şeyler çizgi filmlerde olur sanırdım. Yedim , okudum, izledim, pişirdim , gezdim, tozdum geldim , gittim derken, seni okuyunca gerçekten olabilebileceğini anladım demişti:))). Bir kaç kişi daha buna benzer yorumlar yapınca nası nası deyince... Devlet sırrı değil ya açıklayalım reçeteyi dedim:)

İşin sırrı olinde iki kere rafine diye bir reklam var ya benim sırrımda öncelik ; bizim evde günün erken başlamasında. Erken dedikse harbi erken yani... Saatimiz 0.5.30 da çalar.Bir çokları için daha gecenin yarısı sayılan saattte biz de gün başlar. Kızların okulda kahvaltı çıkması nedeniyle kahvaltı yapmazlar.Ben şu nası olmuş Anneee, bunun altına bu gitmiş miii sorularına cevap veririm yataktan ve uyku neyin kalmaz. Onlara cevap yetiştiriken sabah haberlerini izlerim bir taraftan. Onlar gidince yeşil çayımı alırım, bilgisayarı açarım, mailleri okurum silerim, gazetelere bakarım... Sonra kahveye gelir sıra sütlü ama şekersiz kahvemi alır, stoktan bir film seçer izlerim. Film arasında belki bi kurabiye yerim kahve yanında. Sonra yazı yazacaksam yazımı yazarım. Bloglarda gezinirim. O sırada saat taş çatlasa dokuz olur. Kocam , zaten Gamse'yi bi alt caddeye servise bırkmıştır, karanlık oluyor ve köpekler sürü halinde geziyor. Sabahın ayazını yiyince o da zıp diye ayılmıştır. Birlikte şahane bi kahvaltı ederiz. Saat daha henüz 1o.3o bile olmamıştır.Ve salon zaten akşamdan toplanıp öyle yatılmıştır. Ev işinde elde var birdir:)) Eğer programım varsa yemek işini erkene alırım. Akşam döndüğümüzde sadece yemekler ısınıp masaya gelecektir. Akşam yemeği en geç 18.30 da biter. Çünkü kızlar aç kurtlar olarak yuvaya dönmüşlerdir. Haberlere bakarım, gün içinde zaten son dakika haberlerini takip ettiğim için, bana aa şu olmuş deseler biliyom biliyom derim:)) Dizi izleyeceksem dizi saatine kadar kendi odamda kitap okurum. Dizi başlamasına yakın çayımı koyar salona geçerim. Zaten içerden bağırırlar başlıyoooo başlıyooo diye. . Yatmadan önce mutlaka iki saat kadar okurum yine. yani her gün bir film izleme ve günde en az üç saat kitap okuma zamanım ayarlıdır.Kitap ve film işlerini nasıl hallettiğimi anlattım. En büyük etken erken kalkmamda.

Yemek işine gelince,diyelim ki ıspanak aldım, bir kilo ıspanağı yıkamakla bir buçuk kilo ıspanağı yıkamak doğramak arasında büyük bir fark yoktur. Bu ıspanaklar yıkanır doğranır ikiye bölünür. Yarısı pişer yarısı torbalanıp dondurucuya atılır. Bazen de kavurup , saklama kabına koyup kaldırırım bu da ıspanaklı yumurtaya dönüşür ya da azcık pirinç ve salça ilavesiyle beş dakika da sulu yemeğe dönüşür.( tüm sebzelerde aynı işlemi yaparım..karnabahr, lahana aklınıza ne gelirse) o pişerken hemencecik bi de makarna haşlarsanız alın size akşam yemeği. Yanına da yoğurt ooh. Bir akşam dizi başlayana kadar köfte yoğurun şekil verin tepsiye dizin bir saat falan dondurun , sonra donmuş köfteleri buz dolabı poşetine koyun, artık hem yapışmazlar hem yer kaplamazlar. yemek olmadığı bir zamanda siz pilav yaparken iki dakikada da onlar kızarır. Çözmeye gerek yoktur. Dondurucuda mutlaka haşlamış kuru fasulye ve nohut vardır, ayrıca kavrululmuş soğanla sotelenmiş et mutlaka bulundururum, türk yemeklerinin dip malzemesi olarak.Yemek işini fazla dert etmeyin işte böyle kendinizce pratik şeyler geliştirerek. Bir kase pilav hemen yayla çorbasına ya da içine doğrayacağınız maydonoz ve taze soğanla ve bir kaç yumurta ile çırparak bir mücvere dönüşebilir. Buna Çin usulü omlet diye bir isim bile uydurdum. Bir gün önceden kalan tavuk da , biraz patates ve salça ilavesiyle , patatesli tavuklu bir yemeğe dönüşebilir.
..

Sabah yüzümü yıkarken bir taraftan da lavobaları yıkar, havluları makineye atarım. Her iş bitti mobilyaların tozunu alamadıysanız onlara da parmağınızla kalpler çizin sevgilerimle yazın gezmenize gidin...
şurada kızlarım için hazırladığım notlar var..


Şimdi biziç çay saatimiz müsadenizle

7 Mart 2011 Pazartesi

Pazartesi güzelleri






Bu gün çok ama çok güzel bir gündü... Henüz yataktayken aldık Uras'ın geliş haberini...

Bu manzaraya karşı yemek yedik Zuz'la ve bir martıyla göz göze geldik... Tık tık vurdu cama ,alışık demek ki dedik:))Zuz; hiç bu kadar yakından bakışmamıştım bir martıyla dedi...

ve Baylan'da akşam çayı... makaronlar ve çocukluğumun fare şeklindeki kestaneli pastasıyla ... yeni demlenmiş, demini tam kıvamında almış bir çay eşliğinde ve hayat ağacımın dallarıyla yani kızlarımla...
Nasıl dememişmiydim çok güzel bir gündü diye... Daha ne olsun her gün böyle olsun diyerek bitirelim ...

not:Anneciğim kelimelerinin birinde harf hatası vardı.Onu düzelttim =)Seni çok seviyorum... Hayat Ağacının en dallı budaklısı Gamze =)