Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Nisan 2011 Cumartesi

30 Nisan TEYZELER GÜNÜ

Bizi tanıyanlar bu günün bizim için ne kadar önemli bir gün olduğunu da bilirler. 3O Nisan 1994 yılından beri teyzeler günü olarak kutlanmaktadır bizde... Gamze ilkokul 2. sınıfta bu konuda kafa yormuş, dehşete düşmüş neden teyze gibi önemli birine ait ; kutlanan özel gün yok diye ve bu günü Teyzeler Günü olarak ilan etmiştir. O gün bu gün haşa atlanmamıştır.
Zuz'un nasıl bir teyze ve kardeş olduğunu burada ve burada , anlatmışım. Bir daha tekrara düşmeyeyim...O benim kardeşimdir en kıymetlilerimden biridir.Ne yazssam az gelir....

Keşke benim teyzem olsaydın neyseki kızlarımın teyzesi oldun da seni kimselere kaptırmadık.
Nice 30 NİSAN'lara...

29 Nisan 2011 Cuma

Bir film Bir kitap

Önce film:

Sibirya Berberi...

Uzun zamandır bir Rus filmi izlememiştim. Seçimi yaparken iilk etken buydu. Bir de iyi müzikler dinleyeceğimden emindim.Çarlık Rusyasında geçmesi, filmin kostümlü bir film olacağının işaretiydi ki bu da üçüncü neden. Bir filmi izlemek için bu kadar neden fazla bile gelir. Ben bu filmi izlemezseniz küserim kategorisine koydum. Filmin uzunluğu dezavantaj olabilir bir tek. Ama iyi bir seyirci için 2 saat 50 dakika nedir ki:))).



(filmin en etkilendiğim sahnesi) (Andre'nin başı bu sahneden sonra derde girmeye başlar artık)

Film ile ilgili bir kaç detay vereyim size, Filmde Rus Çarı’nı oynayan kişi Nikita Mikhalkov, yani filmin yönetmeni...Bu adamacağız her filminde mutlaka kendine bir rol ayarlarmış:))Filmde ki berberlere de dikkat etmenizi öneririm. İki tanesini ben söyleyeyim, Jane'in Rusya'ya gelme nedeni olan makinenin adı Sibirya Berberi ki bu bir ağaç kesme makinesi, ikincisi berber ise askeri akademi öğrencilerinin çar için sahneledikleri Sevilla Berberi ve başrol oyuncusu Andrei bu operada berber rolünde... Hadi size kolay gelsin.
Ben filme 10 üzerinden 10 verdim...
Bir kıyak yapıp youtube'dan bir fragman da buldum.Filmin İdefiks de satışta olduğunu da ekleyeyim...





Not: Mine Hanım verdiğiniz linklerden filmi izlemeyi beceremedim.Daha doğrusu bu film indirme ve alt yazı yapıştırma olayını beceremiyorum. Güya kızlar bana bu konuda yardımcı olacaklar. Ama Zeya filmi üç kez izledim dediğinden beri izleme isteğim ikiye katlandı...

Sıra kitap da... Tezer Özlü'nün ; Eski Bahçe Eski Sevgi... Kitap önerirken hep düşünürüm ne kadar zor bir şey diye. Ben kendi tarzım kitaplar aldığım için , sonuç benim için genelde memnuniyet verici olur. Kendi evimde bile okumadığım ve okumayacağım en az 20-30 kitap vardır. Çünkü Naziş ve benim hatta Kocamın okuma zevkleri hiç uyuşmaz. Bazen birbirimize tavsiye ettiğimiz hatta silah zoruyla okuttuğumuz kitaplar olmuştur:) Mesela ben Uçurtma Avcısını kocama zorla okuttum ve çok beğendi. Şimdi Naziş'in bir kez daha okurum bu kitabı deyip bana tavsiye ettiği Esrarname var mesela okumam için sıra bekleyen. Tezer Özlü kitapları da böyledir. Tezer Özlü okumak için biraz onu tanımak gerektiğini de düşünmüşümdür hep. Ölümü hep yastığının altına koyan bu yazarın tüm hikayelerinde de ölüm olması kaçınılmaz bu nedenle. Ölüm yol arkadaşı gibidir onun için. Ama hep dediğim bir şey vardır. herkes bir kez olsun bir Tezer Özlü okumalıdır. Tarif ettiği yerleri, eşyaları görür gibi olurum ben. Bir tahta kapıyı tarif ederken , elinizi itip o kapıyı açacağım sanırsınız... “Kimseyle yaşlanmak istemiyorum, kendimle bile'' Diyebilen bir insandı O...

Bu günlük de bu kadar.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Çarşambanın gelişi( yeniden düzenlendi)

İstanbul!a bahar bir gün geliyor , sonra vaz geçiyor. Dün pırıl pırıl olan hava bu gün yerini kapalı bir havaya bıraktı.

Gamse dün akşamı , arkadaşında geçirince nispeten sakin bir gece geçirdik:)) Sakin sakin dizimizi izledik , çayımızı içip yatak odalarımıza geçtik.Gece 01.30 kadar kitap okudum.Marc , Lilia ve Ferda dünyanın değişik yerlerinde yaşarken bir taraftan da sufle denemeleri yapmaya devam ediyorlar....Dışarı çıkınca ilk işim çikolatalı sufle yemek. Artık en iyi sufle nasıldır biliyorum. Üstü hafif bile çökmüş olsun onlara fırını yarım buçuk saniye erken açtıkları için kızabilir ve sufle pişirmenin bir hayat dersi olduğu konusunda uzun bir nutuk atabilirim.

Sabah Naziş biraz agresif takıldı. Bir şeylere takıldı , düşürdü söylendi, kıyafetini beğenmedi... Sadece dinlemede kaldım. Dışarı çıktığında temiz hava onu kendine getirmiştir,umarım.
Naziş gidince , yeşil çayımı aldım bir komedi filmi izleyeyim dedim.Hem dünkü Yaşam Arsızından sonra iyi gider düşüncesiyle.İlki Zoraki Baba, ikincisi Zoraki Dünür üçüncüsü Zoraki Baba3 adıyla oynayan serinin,ilkini çok sevmiş , komedi filminde Robert De Niro'yu izlemeye bayılmıştım. Ama üçüncüsünde kabak tadı verdiğini Zoraki Babadan zoraki filme dönüştüğünü gördüm. Kötümüydü? hayır ama benim için; canınız isterse izleyin isterse izlemeyin kategorisinden.

Bu gün sultani bezelye pişireceğim. Biz buna yemek demeyiz, çayın yanında ikindi de falan hatta Ordu'da geç bir sabah kahvaltısında bile afffiyetle yenir. Sultani bezelyeyi bilirsiniz. Bezelyenin henüz içinde tanelenmemiş halindedir. Bir ay falan görünür ortalarda ondan sonra araki bulasın. İşte bu bezelyenin yan tarflarını kılçık ihtimaline karşı bıçakla aldım. Kılçıksız görünse bile mutlaka iki yanlarını da alın. Sonra haşlayıp süzün. Bütün bütün haşlanacak. Süzüldükten sonra iyice suyunu sıkın. Okiii. Şimdi diyelim ki yarım kg sultaniniz var. Üç , dört kaşık mısır unu, iki yumurta, tuz karabiber ile bir güzel harmanlayın... Sonra bir teflon tavaya sıvıyağ koyup, iyice bastıra bastıra tavaya döşeyin, kısık ateşte iyice içindeki un pişene kadar altlı üstlü kızartın. ben bir kapak yardımıyla alt üst ediyorum... Ama söylemeden geçemeyeceğim krepi havada çeviririm breh breh...Daha önceki sultani bezelye etiketli yazımda, Ordu'da olsam denizden gelsem, teyzemler çayın yanına bundan kızartsa, yesem demişim. Ama o tarifte bir yumurta vermişim, heheheh, siz yine de iki kırın, çevirmesi daha kolay:)

Ha bi de, iyi ki Zeki Müren sağ değil, bir de çılgın projeyi görecekti....

Çarşamba yazısı burada sona ermemiş olabilir. Gün uzun ...

düzenleme: Sultani bezelye ile ilgili bir anımız geldi aklıma... Kocam ile daha nişanlıyız. Ordu'ya gittik. Bizimkiler yarış yarış bizi yemek davetlerine çağırıyorlar...Çok küçükken evden ayrılıp yatılı okula giden kocam zaten yöresel yemek kültüründen uzak kalmış. Bir de Karadeniz usulü ağırlanınca feleği şaşmıştı. Bezelyesini pilavın üstüne isteyince bizimkiler herhalde bunun adeti böyle deyip sultani bezelye kızartmasını, pilavının üstüne koyup getirmişlerdi. Gıkını bile çıkartmadan yedi canım kocam ama biz gülmekten serildik. Nasıl ki,teyzemi üzülmesin diye hiç şeker koymadan pişirdiği sütlaçı bir tek o yemişti aynen onun gibi:))Bir de yemek seçer bu adam:))

düzenleme:2-Gün uzun, yazı burada sona ermemiş olabilir demiştim size...Beni sakin bir akşamın beklediğini düşünüyordum. Akşam yemeğimizi yedik, diziye kadar kitap okumak için odaya çekilmiştim ki Zeya aradı-hadi sinemaya dedi. Bizim Büyük Çaresizliğimizi izlemek istiyorduk zaten. İkimizde kitabını okumuştuk. Capitol'de Elçin ve Zeya ile buluşup son matineye yani 21.45 e bilet aldık. Ve filmi üçümüz izledik. Filme girerken pazarlık yaptık gösterici ile, reklamları atladı, direk filmi başlattı. Konuşa konuşa , filmi yorumlaya yorumlaya evimizin salonunda gibi izledik. Film kitabın ilk 10 sayfasını atlayarak başladı ama sonradan iyi gitti. Ama şunu söylemekte fayda var, kitabı bilmeden giden ne kadar anlar , o iki erkeğin dostluk derecesini nasıl anlamlandırır ayrı konu. Eğer filmi izleyecekseniz önce kitabı okuyun derim benn...

26 Nisan 2011 Salı

Yaşam Arsızı

Bir günde iki yazı yazmam için çok ekstra nedenler olması gerekir. İzlediğim bu film yani Yaşam Arsızı ekstra bir neden oldu..
İzlemezseniz küserim kategorisinden... Bir film değil aslında bir belge film...

Bir gerçek hikaye...Aynı noktadan yola çıkmış iki kadının birbirine benzemez hikâyesi. Yasemin Alkaya'nın dokuz yaşındayken Ankara'da aynı apt de karşılıklı dairelerde oturdukları , arkadaşının hikayesi... Bir belgesel gibi çekilmiş. Oyuncular gerçek kişiler...
Benim anlatmama gerek yok ... buraya bir tık... filmin sitesi... fragmanda var... film hakkında bilgiler de... Bir düşüşün hikayesini yapıyorum sandım ama bir direniş öyküsü bu demiş Yasemin Alkaya...

Film mart ayında vizyona girdi ... dvd si D&R lar da satışda...

SUFLE

Dün temizlik aşkına tüm pencereler açılınca, ben de aldırmayıp din din ortalarda gezince çarpıldım. Oy anam lı uy anamlı bir akşam geçirdim. Gece içtiğim ağrı kesici ile uyumuşum. O yüzden bu gün sadece ve sadece oturup tv izleyip, kitap okuyacağım. Mesela şimdi Marta Stewart izliyorum bir tarftan da bu yazıyı yazıyorum.Naziş'in mousepadini aldım, bileğe gelen yerinde silikon yastık var. Hınzır kız hep böyle şeyler bulur. Süper bişi ya...Kapmalıyım bunu:))
Sabah böyle bir program yapmaya karar verince,dün akşam Atalet'in söylediği bir filmi arama tarama çalışmaları sonuç vermeyince sus payı olarak gelen iki filmi izlemeye karar verdim. Biri Yaşam Arsızı diğeri daha önce kitabını okuduğum ama filmini izlemediğim Var Olmanın Dayanılmaz hafifliği...Filmlerden birini bu yazıdan sonra izleyeceğim...Aradığım filmin Türkçe adı; Amerikan Yorganı.. Orjinal adı;How To Make An Amercan Qulit.

Kitapda Sufle'ye devam. Okudukça çok hoşuma gidiyor. Ferda'nın hikayesi o kadar tanıdık ki... Bir arkadaşım bunu birebir yaşadı..Kitabın adının Sufle olması bir metafor. Sufle pişiriken çok dikaktli olmak gerekir. Fırından çıktığında aniden ortası çökebilir. Tatlı olarak da yapabilirsiniz. Bir akşam yemeği için de yemek olarak da... Çikolatalı Sufle ya da ıspanaklı sufle gibi...Gerçektende yaşam bir mutfak gibi. ..‘‘Dünyanın merkezi bilim adamlarının dediği gibi dev bir demir küre değil, her evin mutfağı.''
Arada gelen yemek hikayeleri ve yemek tarifleri de cabası kitapı okurken,
mesela gerdan tatlısını duymuştum fakat gerçekten de kuzu gerdan etinden yapıldığını bilmediğim gibi asla düşünemezdim bile... Sanırım asla deneyeceğimi düşünmediğim bir tatlı gibi... Tavuk göğsünün içinde gerçek tavuk göğsü olduğunu öğrendiğimden beri yalancı tavuk gögsü dışında bu tatlıyı yemediğim gibi...Olur da merak edenler varsa diye işte size gerdan tatlısı tarifi... Ya da daha önce yemiş olanlar varsa merak ediyorum düşüncelerini...Sanırım çok yöresel bir damak tadı...

Gerdan Tatlısı ..

Kurban Bayramlarında özellikle kurban etinden yapılan baharatlı bir et tatlısıdır. Kurbanın boyun kısmı önce çok az bir tuzla haşlanır. Sonra pişmiş et lifleri didiklenerek, kemiklerden ayrılır. Üzerine et suyu, şeker, tarçın, karanfil gibi baharatlar atılarak, ağdalı bir hal alıncaya kadar pişirilir. Pişmeden biraz önce içine kayısı ve kara erik kurusu ile kavrulmuş badem veya çam fıstığı ilave edilir, yemek üzerine sıcak olarak yenir.

Gerdan tatlısı
Isıtılmış yağda ve hızlı ateşte etleri kahverengi oluncaya kadar kızartın. Salçayı 3 çorba kaşığı su ile açıp, etlerin üzerine salçalı su, su ve nohutu ilave edip, kısık ateşte yaklaşık 1 saat pişirin. Üzerine pekmezi gezdirip, 5 dakika daha pişirin ve sıcak olarak servis yapın.

6 kişilik
* 1 kg. boyun eti
* 2 çorba kaşığı tereyağı
* 1 çorba kaşığı salça
* 1,5 su bardağı (kaynar)
* 1 su bardağı nohut (ıslatılmış)
* 5 çorba kaşığı pekmez

İnnaılmaz ama Marta Steweart da şimdi kocaman kızarmış bir domuzu aldı, kayısılı erikli bir sos yaptı...İlginç olan gerdan tatlısı tarifindeki gibi kayısılı erikli bir sos yaptı... Etin üzerine dökecekmiş...Etin üzerine baklava dilimi gibi çizikler yaptı bıçakla. Fırından çıktığındaki görüntüsü süperdi. Fırında et ya da tavuk yaparken denenebilir bu çizik işi.

Şimdi film ve kahve saati...

25 Nisan 2011 Pazartesi

Pazartesi yazısı

Haftaya başlarken haftasonunun kapanışını yapalım. Cumartesi günü akşamı yaptığımız Boğaz gezisini yazmıştım. Akşam programı kitap okumak demiştim ama gece 11.30 da program Zuz'a yönlendi... Kız kıza oturduk gece yarısına kadar...Ben yatarken saat . sabahın üçüydü ama Gamse ve Zuz beşe kadar oturmuşlar... Tabi kahvaltıyı öğle üzeri yaptık.
Sonra Gamse ile ben Cancan'ı görmeye gittik. Pek tatlı , pek yakışıklıydı yine...Bize elleriyle börekler yaptı. Evet yanlış duymadınız, Annesi Uras ağlayıp içeri gidince taburayi çekip, üstüne çıktı, yufkaları parçalayıp parçalayıp tepsiye yaydı, üstüne sos bile koydu:)) korkumuzdan Uras ile hiç ilgilenemedik bile...

Akşam eve dönüşte Gamse arabada uyudu, yorgunluk ve uykusuzluktan...


Bu gün evci çıktım... Temizlik ve yemek programı var......Arka taraftan pazarcıların sesleri geliyor. Bahar sebzesi meyvesi artık tezgahlarda... Pencereyi açınca çilek kokusu geliyor...Bir ara pazarı dolaşırım ...

Yemek olarak ilk önce etli taze fasulye pşirdim... Yıkayıp, temizledikten sonra içinden bir avuç aldım, bir patlıcan, bir pataes, bir kabak doğradım içine , buz dulabı poşetine koyup dondurucuta attım. İleriki zamanlarda , türlü olarak piyasaya sürülecekler... Bu da bir tüyo olsun benden size...Ve bu işlem yapılırken Ata Demirer'li Avrupa Yakası izlendi... Selinle yeni tanıştığı bölüm:)

Sufleyi okuyorum... Zeya ve leylak Dalı çok eğlenceli demişlerdi... Dün akşam 35 sayfa okudum... Bir ağlamadığım kaldı , nasıl hüzünlü... Sanırım eğlenceli kısmı henüz başlamadı...

Sabah ; Annemin Yeni, Sevgilisini, izledim ... Bir Meg Ryn filmi. Melekler şehrinden beri pek bi severim... Bir de şu yüzyıllar öncesinden gelen sevgilili bir filmi vardı adını hatırlayamadım... Meg Ryn filmin başında 250 kiloydu sonra bir fıstık oldu. Yani ben her an bir kabuklu fıstığa dönüşebilirim:)) Film de kısa boylu Don Juan Antonio Banderas var erkek oyuncu olarak.Valla eğlenceli bir film...izleyin... hep sanat, hep dram, hep romantizm nereye kadar :))

23 Nisan 2011 Cumartesi

ne şaaaane bir gün



Sabah güneşinin, perdenin altından süzülüp , gözüme girmesinden belliydi, çok güzel bir gün olacağı...
Saat 10.30 da ; Zeya, Ebrucuk ve Elçin gelip beni evden aldılar...Hüüüp diye Kuzguncuğa inip, Boğaz yoluna vurduk. Kahvaltı için bir yer saptamadık. Gözümüze bir yer kestiririz nasılsa dedik. Ha bura ha şura diye diye Anadolu Hisarına geldik. Marinaların olduğu bölüme döndük. Acaba kahvaltı servisi varmıdır derken, kapıdaki görevli var tabi dedi... Burası meğer Fatmagül'ün çalıştığı yermiş. Göksu nehri kıyısında küçük küçük marinalar var. Servis , ambians süperdi. Hemen nehir kıyısına, güneşli bir yer ayarladılar. Bu arada garsonumuz, herhalde bu hafta Fatmagül işten çıkacak, çünkü kavga sahnesi çekildi, tabaklar falan havada uçtu diye kulağımıza fısladı... Buranın adı Göksu Marina... Sokağın adı; Kızıl Serçe sokak... Çaylar porselen demliklerde sıcak sıcak, yumurtalı ekmek kızartmasından kızarmış hellim peynirine, su böreğine varana kadar herşey enfesti. Bir de menemen yaptılar bize Allaaaa biz artık akşama kadar acıkmayız dedik. Üstüne kahvelerimizi içtik. Birer de karanfilli telledik. Yola çıktık yeniden. Artık gidiyoruz boğaz yolunda... Gelmişken bir de Yuşa Tepesine çıkıp Yuşa Peygamberin türbesini ziyaret edelim dedik.Tepete kırdı direksiyonu Zeya... Yukarısı baua bir kalabalıktı. Türbeye uğradık. Tepeden manzara seyrettik...Tekrar aşağı indik. ve kendimizi Poyraz Köye attık. nasıl güzel bir yer burası. Mevsim dolayısıyla tenhaydı da... Burada bir çay bahçesinde oturduk. Denize, teknelere baktık,,, birşeyler içtik. hadi ne tepeden bakıyoruz dedik bu kez kumasala indik:))

Biz bunlar yaparken saat dört olmuş ve acıkmışız. Hadiii Anadolu Kavağına gidip balık yiyelim dedik. Şoföre kola içirdik biz üçümüz bira içtik:))Anadaolu Kavağı sokaklarında dolaştık. Ben hamsili mısır ekmeği aldım. O kadar enfesti ki, eve gelip tadına baktığımız da bir tane daha almadığıma pişman oldum. Vafflelarımızı da yedikten sonra dönüş yoluna koyulduk. Arabada şarkılar söyleye söyleye, Boğazın tadını çıkara çıkara dönüş yolunu tamamladık...( Waffle arasına konacak malzemeleri seçerken...

Eve geldiğimde kimsecikler yoktu. Yokluğumdan istifade Zuz , Kızları kapmış:)) Ben bu gece biraz survivor izlerim, sonra güzel bir film izleme niyetineyim. Henüz seçmedim, bakalım Koca ile seçeriz. Sonra güzel bir kitaba başlayacağım. Zeya önermişti, Leylak Dalıcım da beğendiğini söylemişti. Onu okuyacağım. Sufle kitabın adı... Üç kadının yemek dolu hikayeleriymiş. Daha şimdiden sevdim...

23 NİSAN'DA BU BLOG BENİM...YANİ ÇOCUKLARIN


UNICEF ve TOHUM OTİZM sponsorluğunda, H&M ve TÜRK TELEKOM katkılarıyla bu yıl üçücüsü düzenlenen ;23 Nisan'da Bloglar Çocukların" projesi etkinliği için, bu gün bloğumu sekiz yaşındaki Emre Kurtuluş'a bıraktım.

Emre ile hiç tanışmadık. Resmi bana UNİCEF tarafından gönderildi.
Emre benimle ve de tabi ki bizimle; UNİCEF yararına Roche tarafından düzenlenen ''Geleceğin Yıldızı Sensin! Ne Olmak İstersin?' konulu resim yarışmasına katıldığı resmi paylaştı...
Emre Sporcu olmak istiyormuş. Umarım dileği gerçekleşir ve adını başarılı milli sporcularımız arasında görürüz...Ve Büyük Ata'nın; Spor yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlâk da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler , zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben Sporcunun zeki çevik aynı zamanda ahlâklısını severim.Sözlerini kendine ilke edinir.



Bayramımız kutlu olsun...Dilerim,Kurtuluş Savaşında gücünün son damlasına kadar , savaşarak atalarımızın geri aldığı bu toprakları ve neredeyse yoktan yaratılan bu ülkeyi bir gecede satmaya kalkanlara karşı uyanık olup gerektiği gibi davranırız. Bir sakız uğruna kaç yıllık kurumların kapatılmaya kalkıldığı günleri de gördük sonunda...

23 Nisan kutlu mutlu umutlu olsun...

22 Nisan 2011 Cuma

Gavur Mahallesi,tık tık öksürmece, ordan burdan


Boğazımda garip bir gıcık var... tık tık öksürüyorum...çok sinir... gece karabiberli süt içtim, zıp diye uyumuşum...
Dün akşam Fatmagül , Mustafa 'nın üzeine nasıl atladı öyle... gülmekten yere düşecektim...

Gavur Mahallesini okyorum... Yazarı bir zamanlar bizim maalledeki Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesinde müdürlük ve felsefe öğretmenliği yapmış. Yaşamlar bir yerden birbirine değince, okuduğum kitaplar benim gittiğim mekanlarda, dolaştığım sokaklarda geçiyorsa daha bir seviyorum onları... Gavur mahallesinde geçen isimler Ordu'da bizim mahalle komşularımızın ismleri... hep aklıma o günleri getiriyor. Bir öykü kitabı...Yazarı ; Mıgırdiç Margosyan... Sevgili Zero'nun hediyesi. Bu kitap da bitince , şöyle hafiiifff , eğlenceliii, aşlı meşkli, çiçek böcük bir kitap okuyacağım. Serenad ve Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir beni çok yordu. Not ala ala , yok bu şiir nasıldı, ay tabloyu merak ettim bakayım nasıl birşeymiş. Bu olay neydi araştırayım bakayım. Sözü geçen şarkı nasıl bir şey acaba derken kitap mı okudum, araştırmacı gazetecilik mi yaptım bilemedim.Yıldızlı mıldızlı adı olan bir kitap hazırladım, Meave Beanchy'den. Benim taktığım adıyla; İrlandalıların kerime Nadir'i.

Sonra, karalahana çorbası pişirdim... Yanına da mısır ekmeği....

Yeni bir dizim var, adı Başrolde Aşk... Mustafa Sandal, Vildan Atasever, Dolunay Soysert, Nevra Serezli ve Bülent Kayabaş baş rollerde... Bülent Kayabaş bu diziyi izleme sebebim olabilir...eğlenceli bir sitcom.

Yarına şaaane bir programım var işallah maşallah... Tüm boğaza yayılacağız,kavaklara kadar... öyle karar verdik. Zeya, Ebrucuk ve Ben ve de aramıza yeni katılan Elçin ile. Olaya kahvaltıdan başlayacağız...

Akşam Türkmax de Kösem Sultan oynayacak. Bu sezonun filmi... Digitürk kullanıcılarına duyurulur....

İşte bu kadar bu günlük de...İyi bir hafta sonu olsun... hava güzel olsun, erguvanlar açsın...

21 Nisan 2011 Perşembe

Bu gün sabah okuduğum bir haber beni benden etti. Tüm günümü etkiledi. Gazeteyi okurkenki yüz ifademi kocam bile farketmiş ki ne olduğunu sordu. Sabahtan beri kalbimde bir acı, omuzlarım titriyor. Elime ne alsam düşürdüm. Sanki ellerim tutmaz oldu. Ben buraya yazmasam unutsam, o işkenceye uğramış henüz üç yaşındaki beden bunu unutur mu...Keşke onu sarmalayabilsem, bir silici olsa beyninden , bedeninden silse yaşadıklarını...

gece yarısından

Yüksek Sadakat dinliyorum... Pınar getirdi aklıma...Belki üzerimizden bir kuş geçer , kanadından bir tüy düşer diyor...Ne güzel bir bir şarkı...
Gece yarısı oldu, karşımdaki televizyonda maç var. Çok önemli bir maçmış... iyi ki şu kulaklıklar var...
Bu gün bir film izledim, zeytinyağlı pırasa pişirdim... Okey grubumla buluşup okey oynadım. Allah sizi inandırsın topu topu iki kez açtım.Eve gelince beyin salata yaptım. Kimi sevmez ama biz severiz. Biz zaten nerede bi muzurluk var onu severiz . 10 dk kadar tuzlu suda bekletip. Öyle pişiriyorum. Bunun bi sürü aşaması var ama gecenin bu saatinde kanlı eylemlerden söz etmek istemiyorum...
Eve gelince, Koca kişisi bir kahve içelim deyince ; Gamse ben yapıcam diye bağırdı . Naziş'in arkadaşı ; daha önce Balıkesir'den getirdiği Yemen usulü, çifte kavrulmuş kahveyi , beğendiğimi duyunca bu kez 1o paket getirmiş.Mis gibi...
Akşam yemeğinden sonra , Muhteşem Yüzyıl başlayana kadar, kitabımı okudum. Birazdan yine devam edeceğim ve bitecek. Bu kitabın hediyesi ise anlatıcının hayatımın şairi dediği Loise Glück. Şiirleri Güven Turan tarafından Türkçeye çevrilip YKY den çıkmış. Ama şu anda stoklarda tükendi görünüyor.İnternetten satış yapan bütün yayınevlerinde ya tükendi ya da satış dışı görünüyor. Ama ben hiç bir fedakarlıktan ve masraftan kaçınmayarak bir şiirini sizin için buraya aldım.

“acımın sonunda bir kapı var.
duy beni: senin ölüm dediğini hatırlıyorum ben.
korkunç bir şey kalmak
bir bilinç olarak
kara toprağın altında.
herşey biter sonra:
korktuğun, bir ruh oluşun ve
beceremeyişin konuşmayı,
ansızın biter, katı toprak
bükülür azıcık.
ve benim
kuş sandıklarım dalar çalılar arasına.
sen ki hatırlamazsın
öteki dünyadan geçişini.
sana yeniden anlatırım derim:
kim ki döner gelir unutuluştan,
döndüğünde bulur kendi sesini:
hayatımın tam ortasından
görkemli bir kaynak fışkırır,
koyu mavi gölgeler
gökrengi denizde.”

İzlediğim film ise Türkçe adı... Sabah Neseşi olan Harrison Ford ve Diane Keton'un oynadığı bir film. Dün akşam ki, Geçmiş Zaman Olur ki den sonra iyi geldi.




Bir de bir güzellik yaşandı bu arada... Telefon çaldı, açtım. Lale dedi , hiç tanımadığım ses. Evet dedim... Sen beni tanımazssın şimdi, sen de beni arasan tanımazdım sesini, dedi.İlkokuldan arkadaşınım dedi, Ordu'dan... Ya Neşe ya Jale dedim. Neşe'ymiş.Hem mahalle hem sınıf hem sıra arkadaşım... Emekli oldum, Kocamı'da alıp Ordu'ya döndüm dedi... Mutlaka beklerim dedi. .Bir sürü resmimiz var, ben eteğimin bir kenarından tutup yelpaze gibi açıp poz vermişim... Başımızda çiçeklerden taçllar, beyaz elbiselerimiz var. Sanırım bir müsamere sonrası çekilmiş.İçimi sıttı... gönlümü şen etti.

Hadi bakalımmm bu yazı da burada bittiii

20 Nisan 2011 Çarşamba

Yalnızlık Gittiğin Yoldan gelir


Bir kaç gündür ev kuşuyum. Ev halkı pek memnun... Tepsi tepsi börekler yaptım onlara... En sevdikleri yemekler pişti. Geldiklerinde önce bir çay saati yaptık. Yemeği daha geç yedik. Dizi saatine kadar bizim yatağın üstüne doluşup sohbetler edip , kitaplar okuduk. Perşembe gününe kadar evdeyim. Perşembeden sonra hava biraz düzelecekmiş...
Sernaddan sonra Selçuk Altan'ın '' yalnızlık gittiğin yoldan gelir'' adlı kitabına başladım. Kitabı okumak dev bir kütüphanede dolaşmak gibi...Binlerce kitapın arasında dolaşıyor, inanılmaz müzikler dinliyorum... Okuduğum kitaplardan, sevdiğim yazarlardan söz edilince seviniyorum. İstanbul'da bildiğim mekanlara gidilince , gözümde canlanıveriyor o sahne... Mesela Çela'yı görmeye giden Sina; Ankara Palas apartmanını ararken , tarif edesim geldi. Gümüşsuyunda , sığınak gibi girişi olan Rus Lokantasının üstünde diyecektim ki, o da aynı tanımlamayı kullandı... Sığınak gibi girişi olan diye...Kocamın o lokantada verilen bir yemeğe katılıp, aç gelip, gece geç saate bizi uyandırmadan , mutfakda soğuk pilava talim edişi vardır. Tenecerenin tıngırtısına uyanmıştım.Oldum olsaı karışık şeyleri yiyemez. Borç çorbasında olayı bitmiş zaten:)
Kitabın adı ; Oktay Rifat'ın bir şiirinin son dizesi.Şiiri sizin için aldım buraya, okumayanlar okusun, bilenler bir daha okusun diye

sofalar seninle serin
odalar seninle ferah
günüm sevinçle uzun
yatağında kalktığım sabah

elmanın yarısı sen yarısı ben
günümüz gecemiz, evimiz barkımız bir
mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
yalnızlık gittiğin yoldan gelir
OKTAY RİFAT

Bu akşam , Öyle Bir Geçer Zaman ki izlerken çok gerildim.Hatta sıkıldım. Sürekli olumsuzluk, hiç bir şeyin yolunda gitmemesi , bu kadar umutsuzluk aşılaması artık beni sinir etmeye başladı.Tamam hayat güllük gülistanlık değil. Zaten bir sürü geri zekalıca şeye tanık oluyoruz reel hayatta... Bedri Baykam'ın bıçaklanması ve insanların sadece izlemesi... o adamın sağa sola koşturması beni bi acaip yaptı.

İşte bu kadar ya

18 Nisan 2011 Pazartesi

Yağmurda evde olmak, Serenad'ın notları, film falan filan

Demiştim dimi size; Kork abrulun beşinden , öküzü ayırı eşinden diye. Abrulun beşi 17 Nisan oluyor. Hava buz gibi neredeyse kar yağacak...Yarın yapacağımız Haliç gezisi programını güzel havalı bir güne erteledik.
Sabah yağmur sesine uyandım. Gece geç saatlere kitap okudum ve Serenad'ı bitirdim. Aldığım notlarla ilgili araştırmalarımı da yapıp, artık rafa kaldıracağım. Notlarım arasında, Schubert'in serenadını dinlemek, Paul Valery'nin Deniz Mezarlığı şiirini okumak , Genç Werter'in Acılarını yeniden hatırlamak, İlyas-ı Habır'ın kayınvalidemin uyarlamasıyla hatırlayıp kızlara yeniden anlatmak var. Çünkü benim evhamlılığımı bu hikaye ile anlatırdı. yani olmamış bir olaya olmuş gibi düşünüp üzülmek...
Deniz Mezarlığı - Paul Valery Şiirleri Deniz Mezarlığı

Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın
Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın
Şaşmaz öğle zamanı ateşlerle yaratır
Denizi, denizi, hep yeni baştan denizi
Tanrıların sükunu çeker gözlerimizi
Bir düşünceden sonra, ah o ne mükafattır

İnce pırıltıların o ne saf hüneridir
Bir seçilmez köpükte nice elmas eritir
Nasıl bi sükun sanki peyda olur o demde
Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur
Ebedi bir davanın saf marifeti budur
Zaman kıvılcım, hülya bilmek olur âlemde

Basit Minerva mabedi tükenmeyen hazine
Yığın halinde sükun, göz önünde define
Kaşlarını çatan su, bi alev perde altı
Kendine nice uyku saklayan göz, ey bana
Mukadder olan sükut... Ruhta yükselen bina
Fakat bin kiremidi yaldızlı dam, ey çatı.

Bir tek ahın içinde belli zaman mabedi
Etrafımda denize bakışlarımın bendi
Çıkarım o saf yere artık bütün bütüne
Ve bütün tanrılara son adağım olarak
Asude bir meneviş dağıtır kucak kucak
Şahane bir istihkar irtifalar üstüne

Nasıl ağızda yemiş zevk olup da erirse
O yokluğunu nasıl lezzete çevirirse
Varsın şekli mahvolsun, orda içime siner
Benliğimin ilerde duman olacak özü
Eriyen ruha söyler bir şarkıyla gökyüzü
Nasıl değişmededir ulu sahiller...
Çeviri: Sabri Esat Siyavuşgil

Schubert- Serenade

.

Hep derim ya , okuduğum kitap beni zorlamalı, düşündürmeli, araştırmaya sevk etmeli diye. İşte Serenad tam dişime göre bir kitaptı...

Yeni kitabım Selçuk Altun'un...Yalnızlık Gittiği Yoldan Gelir... Henüz bir kaç sayfa okudum. Sanıyorum ki bu kitap üzerinde de uzun uzun hasbıhaller edeceğiz.


Yağmurlu hava bana bir de güzel bir film izleme fırsatı verdi. Sabah yatağımda, dışarıda şakır şakır yağmnur yağarken izledim çok keyifli oldu. Filmi beğendim ve izlemenizi önereceğim. Özellikle Julienne Moor severlere..
.

Filmin adı:
İki Kadın, Bir Erkek (The Kids Are All Right)

Lezbiyen bir çift olan Nic ve Jules, yapay döllenme ile çocuk sahibi olmuşlardır, hem de iki kere. Çocuklar ergenliğe girdiklerinde gerçek babaları ile tanışmak isterler. Paul adındaki donör onların babalarıdır ve çocuklar Paul’ü anneleri ile tanıştırmak ister. Paul’ün gelmesi aile düzenini değiştirecek ve yepyeni bir aile tanımının yapılmasına yol açacaktır.


Evveeet bu günlük bu kadar şimdi akşam yemeği hazırlama vakti. Günün mönüsü tam kışa yakısacak şekilde düzenlendi. Kuru fasulye, pilav , kelek turşusu ve portakallı kereviz. Bundan iyisi Şamda kaysı.



not: Dün yazdığım Emily Dickinson şiiri de Serenad'ın notları arasına koyulacak...












17 Nisan 2011 Pazar

filmler, kitaplar

Hafta sonunun bilançosu bir film bir kitap.
Kitap Serenad... yakın tarihimizde bilmediğimiz ne çok şey var. Ne acılar yaşanmış bu Coğrafyada... İbni Haldun'a ait bir söz var; ''Coğrafya Kaderdir '' diye. .. ne doğru bir söz.Resmi olmayan tarih en acı tarih... Unutulsun istenip derinlere itilen tarih. Aynı Mavi Alay gibi... Eğer Serenad'ı okumasaydım. Hiç bilemeyeceğim bir şey olarak kalacaktı.Ama araştırınca gördüm ki, Türkü, Yahudisi, Ermenisi , Rumu hep aynı kaderi yaşamış.MAVİ ALAY (2. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla birlikte çarpışmış Kırım Türkleri’nden oluşmuş alaydır.)Ankara'nın yüreklendirmesiyle Almanlara katılan.Almanya savaşı kaybedince, Alman orduları geri çekilirken onlarla birlikte göçmen olarak Avrupa'ya gelen; savaş sonunda yerleştirildikleri topraklarda müttefiklere esir düşüp Rus infaz birliklerine teslim edilen 7000'i aşkın insan Kur'an ve mevlid okunarak anılıyor.Kapsamlı bilgi burada Canım Mavianne sana çok teşekkür ediyorum, bu kitabı hediye edip okumama vesile olduğun için..

Film ise sıradan ama izlenilebilir kıvamda...Amerikalıların bıkıp usanmadıklar konu... yanıbaşındaki kadını farketmeyip, daldan dala konup... sonrada aslında ona aşık olduğunu anlama diye özetleyebiliriz. Jenifer Ariston her zamanki gibi yine çok iyi.
Filmin adı ''Hayatım Yalan''. Vizyona bu hafta girdi.
Asıl izlemek istediğim film; Barış Bıçakçı'nın kitabından Film Festivalinde gösterilmek üzere filme alınan; Bizim Büyük Çaresizliğimiz. Gamse , kitabı bitireyim öyle gidelim dedi. Ben kitabı çok beğenmiştim , filmi merak ediyorum. Festivalde biletler hemen bitmişti.


Bu gün mevsimin son portakallı kerevzini pişirip vedasını yaptım.
Oki kitap dedik film dedik, portakallı ördek olmasa da portakallı kereviz dedik. Daha ne olsun.İyi bir pazar akşamı olsun

16 Nisan 2011 Cumartesi

Bugün


Hava ne kadar soğuk... Evde olmayı seçtim bu gün...Öyle uzun uzun hafta sonu kahvaltısı yapmadık. Herkes ayrı takıldı...Gamze'nin toplantısı olduğu için ona bir tabağa bir şeyler hazırlayıp odasına verdim. Kendime de ufak bir şeyler hazırlayıp , yatak tepsime koyup, yatağa döndüm.Hem Serenad okudum hem çayımı içtim. Annem çok kızardı , yatakta yeme içme işine ama artık bu tür keyifler için hazırlanmış argümanlar var. Yatak tepsisi, çayı dökmeni imkansızlaştıran bardaklar. Ben mesela Sturbuck'dan aldığımız küçük termos bardakları kullanıyorum. Ama kalkınca mutlaka ince belli cam bardakta gerçek çayımı içiyorum.Üf ya ne yapalım, hayatı güzel ve kolay kılan böyle şeyleri seviyorum ötesi yok...

Serenad sular gibi akıyor bana hediyesi; Emily Dickinson'un '' Bir Başka Gökyüzü' adlı şiiri oldu. Hah şiir bu kitapta var sanırsanız aldanırsınız. Maya her gece yatmadan önce dua gibi bu şiiri okuduğunu söyledi... Ben de hemen notumu aldım ve sonra aradım , buldum okudum. Ve bilmeyenler içinde buraya aldım:))
There is another sky / Başka bir sema var / E.Dickinson

Daima açık ve durgun
Farklı bir sema,
Ve karanlığa rağmen
...Değişik bir günışığı var orada;
Solgun ormanlar dert değil,
Sessiz tarlalara etme aldırış,
Yaprakları yeşil
Bir küçük orman var yaz kış-
Ve parlak bir bahçe var, kırağı
Ve donun asla uğramadığı;
Solmayan çiçeklerinin içinde
Arıların canlı vızıltısını işitirim:
Gel gir, bahçeme
Yalvarırım, kardeşim!
Çeviren...Osman Tuğlu



Kitap okuma dışında yemek yaptım. Uydurdum, kabaklı patatesli, kıymalı türlü gibi bir şey yaptım. Domatesli , sarımsaklı, taze soğanlı, yeşil biberli ve de acılı umarım güzel olmuştur.

Bu hafta sonu hiç bir programım yok şimdilik...Kocamın dediği gibi ne gele , gele






15 Nisan 2011 Cuma

İmkansızın şarkısı

Çok sevdiğim yazarın çok sevdiğim kitabı filme alındı ve Uluslar Arası İstanbul Film Festivaline konuk oldu. İzlemezmiyim...izledim.
Haruki Murakami'nin tek aşk romanı İmkansızın Şarkısı... İzleyenlerin çoğu kitap daha güzeldi demiş. Bense çok beğendim. Kitapta ki hiçbirşey atlanmamıştı... Anlatılmak istenen duygu bana geçti. Belki kitabı okumuş olduğum için olabilir. Kitabı okurken Vantabe ile Nakao ormanda uzun uzun yürürken onlarla birlikte bende yürümek istediğimi hatırlıyorum.Görsellik çok iyiydi.Ornanlar, o yoğun yeşillik, fırtınalı deniz, hiç durmadan yağan kar çok çok iyiydi. Yalnız şöyle bir olumsuzluk yaşadık. Biz 10 yıldır falan cep sinemalarına alışmışız. Filmi beşinci sıradan hem de o kadar büyük bir sinemada ve dev bir perdede izlemek biraz gözlerimizi rahatsız etti. Vantabe yemek yerken ağzını açınca, Ebru kulağıma eğilip- korkuyorum beni de yutacak diye dedi:))Ben bu filmi yeniden izlemek isterim açıkçası...

Film öncesi, Zeya , Ebrucuk , Zuz , Ben ve Zeya'nın Murakami sever arkadaşı Elçin ile Hümeyrada buluştuk. Filme kadar kitap sohbetleri yaptık. saat 21.30 gibi de Sinema Rex'e geçtik.

Film bitince Ebru ve Ben onlardan ayrıldık meydana doğru yürüdük , taksiye binmek için. Saat tabi gece yarısı olmuştu. Bir kaç barın çıkışında kavga vardı biz zıp zıp zıplaya zıplaya kaçtık oralardan:))

Bu gün Cancanlar bizdeydi. Uras Bey ilk kez geldi evimize. Nasıl özlemiş Cancan bizim evi Ordan oraya koştu. Yemeğini hep ben yedirdim. Annesine sen işe git, ben burada kalacağım dedi.

Şimdi Gamse'den bir haber bekliyorum, eğer işini zamanında bitirebilirse çok güzel bir programımız var. Yoksa bu gece sadece yatıp kitap okuyacağım...

14 Nisan 2011 Perşembe

sinema günü

Akşamı , iple çekiyorum... Zeya, Zuz, Ebrucuk , ben ve Zeya'nın Murakami sever bir arkadaşı ile buluşup önce Hümeyra'da kitap , film konuşacağız sonra da İmkansızın Şarkısını izleyeceğiz.Kitabı okurken duyduğum hazzı , görsel olarak da yaşayacak olmanın beklentisi içindeyim.

Sabah yağmurun cama vurmasıyla uyandım. Öyle güzel geldi ki, anlatamam.
Bloglar yavaş yavaş açılıyor... yok blogspot yerine blogsport yazılmışta ondan uzamış da... gülüyorum artık.

Bu zaman zarfında blog dışından izleyenler mailleriyle yorum yaptılar o kadar hoşuma gidiyor ki bu durum. Mesela Işın Hanım , dün başlayacağını sandığım serginin bu gün başlayacağını haber verip oraya boş yere gitmemi sağladı. Yazmaya devam etmemmi, gezilerini yazdıklarıma göre düzenlediklerini söyleyenler, gittiğim yerlerin adreslerini isteyenler...Kızlarımı kendi kardeşleri gibi sevdiklerini söyleyenler... nasıl hoşuma gidiyor bu durum anlatamam. Sizlere ayrıca buradan da teşekkür ediyorum.

Bu gün çok keyifli başlayan bir film izledim. Bir profosyönel mutfak da geçiyordu. Ama sonrası keyifsiz gitti.

Bu kadar bu günlük..

Gecenin bi yarısı...sakarcalı yazı



Bu gün şunu anladım ki, dizim benden kurtulmak istiyor. Free takılmak istiyor artık. Bense ona hiç aldırmadan , onu ardım sıra sürüklüyorum.
Bu gün Zuz'la Taksim'de tramvay durağında buluştuk. Hiç gelmeyeceksin sandım dedi...epi topu beş dk beklemiştir ama o daha çok beklediğini iddia etti.Simit sarayının karşısında aynı fiata simit satan simitçiye kızdı.O da ben de buraya beş yüz lira kira veriyorum dedi. Bir yerde bir simitçinin ayda en az ikibin lira kazandığını okuyunca atmışlar demiştim ama bu gün ilk ağızdan doğruluğunu öğrendim.İyi ya kazansın adamcağızlar... Bu gün kuzenlerle teyzemde buluştuk.Teyzem bize sakarca kızarttı heheheh. Ay o ne dersiniz şimdi. Sakarca Ordu ve çevresinde yetişen yenilebilir endemik bitki...Endemik bilmeyenler için ....sadece o yörede yetişen demek... Sakarca soğansı bir bitki. Taze soğana benzeyen bir başı ve ahtapota benzeyen yeşil saçakları var.Bu çok zor toplanan ve pişirilmeye hazırlanan bir diğer adı da beslek kaçırandır:)) Beslek de hizmetçi demek...Ben tabi hiç bir zaman yapmayı denemedim. Teyzem Ordu'dan getirmiş. Dondurucuya atmış, pişirmek için bizi beklemiş. Bu sakarca önce temizlenir, haşlanır ve suyu iyice sıkılır. Mısır unu ve bir iki yumurtayla harmanlanıp, tavada aynen mücver gibi altlı üstlü kızartılıp sirke ve sarımsakla mezeye de dönüştürülür mücver gibi de yenir. Biz çayın yanında mücver gibi yedik.
Bu kadar sakarca bilgisi yeterli olmuştur sanırım. Akşam olunca Zuz , Aylin^'i aradı üçümüz kız kıza Asmalımescitte takılalım biraz dedi. İyi dedim. Evi aradım. Tamam tamam dediler ama Kocanın sesi hasta gibi, grip olmuş, Gamse çok yorgunmuş sesi ondan öyleymiş. Naziş aradı sonra , gözlerine bir şey alerji yapmış, okulun doktoru damla vermiş. Çok akıyormuş, kötüymüş. Ay benim içim rahat etmez eve gideyim ben dedim. Yolda bin kez aradılar. Geliyorum içim rahat etmedi dedim. Eve geldiğimde ki manzarayı anlatayım, kocam yatakta ama maç izliyor, Naziş kucağında laptop kulağında müzik... Gamse anne çabuk koş koş sana bir şey göstereceğim diyor.Kocam eve gelirken kocaman bir Trabzon ekmeği almış, babam gelirken kocaman bir esmer undan yapılan ev ekmeği almış.Eve kıtlık var gibi bir çuval ekmek doldurmuşlar. Halbuki ev de yokum diye, bir tencere kabak ve biber dolması, makarna, çorba ve enginar pişirmiştim. Üstelik her zaman açlıktan kırılan insanlar saat yedi buçuk olmuş henüz yemek bile yememişlerdi.Neyse Gamse ile hemen yemekleri ısttık masayı hazırladık , Naziş'in göz damlasını damlattık.Sonra da oturup Muhteşem Yüzyılı izledik.

Yeni kitabım Serenad... Zülfü Livanelli'nin... Mavianne'nin Ankara hediyesi.Bu gece başlıyorum. Okudukça üzerinde konuşuruz her zamanki gibi...
Yarın akşam için çok heyecanlıyım...Zeya büyük bir sürpriz yapıp benim bulamadığım biletleri buldu ve İstanbul Film Festivali kapsamında oynayan ; Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı kitabının filmine gidiyoruz. Bu kitabın filme alınmasını Murakami istemiş. O sözler, o görüntüler filme nasıl yansıyacak çok merak ediyorum. En güzel yanı da benim gibi Murakami severlerle izleyecek olmamız...
gece yarısı sohbetimiz burada sona erdi... Şimdi birazcık da okuma vakti.

12 Nisan 2011 Salı

şarkını söylediğin zaman


Ankaradan geldiğimden beri evdeyim.....rutin ev işleri dışında kitap okuyorum , film izliyorum.Biraz hırpalanan dizime tatil verdim.Ama yarın çıkıyorum. Zuz'la buluşup önce Balık pazarı içindeki Üç Horon Kilisesinde ki fotoğraf sergisine gideceğiz. Sergi konusu; İstanbul'da Nisan. Kocam söylemeseydi haberim olmayacaktı. Kendiasine sizlerin huzurunda teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu sabah Dayanılmaz Zulüm'ü izledim. George Colony'nin dişlerini göstere göstere oynadığı bu filmi ister izleyin ister izlemeyin. Nasıl derseniz eğlenceli derim.

Okuduğıum kitap; adıma imzalanmış , Leylak Dalı sponsorlu:))İnci Aral'ın'' Şarkını Söylediğin Zaman'' Kitabın en başta , kapak tasarımı insanı çarpıyor.Bizim öğrencilik yıllarımız ve bu günde geçiyor , dönüşümlü olarak. Bizim yaşlarımızdakiler okurken daha bir etkilenecektir.Fonda ülkenin o sancılı zamanları ve bir hüzünlü şarkıyı çağrıştıran aşk.Ne devrimden ne aşkdan vazgeçemeyen iki gencin yaşadığı ya da yaşayamadığı aşk...İnci Aral hep yazmalı dediğim yazarlardan. Leylak Dalıcım çok güzel bir benzetme yapmış...alış veriş listesi bile yazssa okurum demiş. Aynen öyle. Bir yeri betimlerken , ora gözümde canlanıyor ya onu seviyorum. Bir havuz, içinde kuru yapraklar derken... gözümün önüne hemen o manzara geliveriyor. Yani bu demek oluyor ki ; Lale bu kitabı sevdi.

Bu akşamın dizisi Öyle Bir Geçer Ki Zaman. Geçen bölümü yolda olduğumuz için izleyememiştik.

Haydii gittim ben...iyi akşamlar olsun...keyifli olsun

düzenleme: Sanırım sergi 14 nisanda başlayacak... kocam yanlış alarm vermiş olabilir. Biz yine de oralardayız yarın zaten , gidip bir bakarız.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Bir film Bir kitap

Artık rutinimize dönelim:)) Kaç gündür Ankara belgeseli ile idik...

Önce film daha doğrusu, Jane Austen'in Emma adlı romanının dört bölümlük dizisinin dvd si. Zeynebimin hediyesi. Jane Austen'i ne kadar sevdiğimi bildiği için almış bana. Gelir gelmez izledik.İki cd halinde 240 dk sürüyor. Biz önce iki bölümünü izledik. Yemek molası verip devam ettik. Çok başarılı bir uygulama...çok iyi senaryolaştırılmış.
Romola Garai’nın başrolünde oynadığı dört bölümlük BBC yapımı dizi-film Emma’da etkileyici ve ayrıcalıklı bir kadın olan Emma’nın babası ve çocukluk arkadaşı Bay Knightley’in onaylamayan bakışları altında çöpçatanlığa soyunmasını izliyoruz. Kendisinden daha az ayrıcaklı olan Harriet Smith ile tanışan Emma, ona dengi bir adam bulmaya çalışırken bu sefer işler planladığı gibi gitmeyecek. Zira asla evlenmeyi düşünmeyen, ama burnunu başkalarının aşk hayatlarına sokmaktan büyük keyif duyan Emma kendi tuzağına düşüp aşık olacak, daha önce tecrübe etmediği aşk hakkında aslında hiçbir fikri olmadığını görecektir. Emma’nın bu eğlenceli uyarlamasında Bay Knightley rolünde Dexter’da son sezonun kötüsünü canlandıran İngiliz aktör Jonny Lee Miller’ı izliyoruz.

Kitabım ; Yekta Kopan'ın yazdığı'' Bir de Baktım Yoksun'' Leylak Dalı patentli:)) Atıverdi çantaya oku çok güzel diye sonrada Nazlı Eray'ın Tozlu Altın Kafes'ini de attı arkasından... Asıl sürprizi ise adıma imzalatılmış İnci Aral'ın son kitabıydı... bunlar okundukça paylaşılacak. Mavianne'nin hediyesi Zülfü Livanelli'nin Serenad'ı ise sabırsızlıkla okumayı beklediklerim arasında. Anlayacağınız Ankara'dan da bi sürü kitapla döndüm.

Bir de Baktım Yoksun; Yekta Kopan'ın babasının ölümünden sonra yazdığı bir hikaye kitabı. Yunus Nadi Ödüllü... Bir ağıt gibi okudum ben. Dilimin ucunda hep Cemal Süreya'nın ''Sizin hiç babanız öldümü, benim bir kez öldü, kör oldum dizeleriyle... Cemal Süreya; Süreyya diye yazılan soyadında ki ikinci y harfini mahkeme kararı ile attırmıştır. Savurganlığa gerek yok diye. Bazı yerlerde Süreyya diye yazıldığını görüp kızıyorum...Kitaba dönersek , ben çok beğendim ve bir buçuk gecede bitirdim...Tavsiye ettiğim kitaplar arasına koyabilirsiniz.

Kamera arkasına eklemeler,
Zerrin Tekindor sergisine gittiğimiz gün başımıza gelen bir olay var. Sergi Siyah Beyaz filminin çekildiği barın olduğu mekandaydı.Sergi saat 12 de açılıyormuş ama biz saat 11 de kapıya dayandık.Zili çaldık açan yok. Leylak Dalıcım- geçen gelişimde , aşağı kattan girmiştik, durun bakayım dedi.Aşağı inmesiyle bir köpek havlaması geldi, aklınız durur. Bizim Leylak anında bizim kata ışınlandı.Köpeği üstüne atladı sanmış. Az kaldı köpekle kan kardeş olacaktın dedim.Meğer köpek içerden havlıyormuş:)) Ama sergi bizim için saat 11 de açıldı:)) rahat rahat gezdik, kendi kendimize...

Liva 'da yemek yerken , arka masamızda Jinekoloji öğrencileri vardı. Biz yemek yerken midemizi alt üst ettiler... Ama onlar için o kadar doğal şeylerden konuşuyorlardı ki, hiç keyiflerini bozmadık. Kalkarken başarılar diledik. Hatta sınava girebilecek kadar bilgilendiğimizi söyledik. Hep birlikte gülüştük. Çok tatlıydılar.

Bir de Sevilla restoranda sandviç olayımız var. Sevilla Atakule'de anlı şanlı bi restoran. Cafe hizmetide veriyor aynı yerde yemek de yiyebiliyorsunuz. Yani sandviç yiyin sonra balık ve karides sipariş edin bizim gibi:).Biz gittiğimizde henüz kahve saatimizdi. Gamse ben bir sosisli sandviç yiyeyim dedi. Rus salatalı bir sosisli sipariş etti. Birazdan geldi. Bizimkilerin bir huyu vardır, yiyecekleri şeyin ille de bi içine bakarlar. Mesela böreği, tostu. Gamse içini açtı ki, sandviçin içindeki sosis, paketi açılmış pişirilmeden direk konmuş . Rus salatasıda yok ayrıca. Doldurmuşlar domates dilimlerini. Pabuç kadar şeyin içinede bir tane küçücük pişmemiş sosis koymuşlar. Afilli şef garsonu çağırdık. Bu arada güzel güzel kızlar garson en az altmış yaşında oranın sahibi gibi dolaşan adam da şef garson. Kızlar masaya kadar getiriyor, altmışlık kahveyi masaya bırakıyor. Afilli geldi , içine baktı, hiç bir şey demeden tabağı aldı gitti. Yarım saat sonra pişirilmiş, içine rus salatası konmuş sandviç geldi.

Leylak Dalıcım bunları unutmuşsun yaz dedi... ben de yazdım.Kimbilir yazmayı unuttuğum ne çok şey kalmıştır:)

10 Nisan 2011 Pazar

KAMERA ARKASI

Ankara'da yedik içtik gezdik ama bunların bir de kamera arkası var.Onlarda bu üç günün neşesi oldu.İşte şimdi sıra onlarda

Otobüste gelirken bir ara ama bir ara dalmışım, gözümü açtığımda Ankara ovasına yayılan ; Ankara ışıklarını gördüm. Tuhaf dedim, uzaktan bakınca, Ankara göründü diyebiliyor insan. Ama İstanbul için bu söz konusu olamaz. Ankara'nın ova oluşu bunu mümkün kılıyor.
Terminale gelince ilk önce AŞTİ servislerinin nereden kalktığını sorduk. Çünkü Melih Gökçek firmaların servis kaldırmasını yasaklamış. Bir sürü servis sırayla bekliyor ama iyice dolmadan hatta tışış etıkış ayakta yolcu almadan kalkmıyor. Biz ayakta binmeyelim diye servisi beklemeye başladık. O sırada boş servisler hizmete sokulmuyor ama. GAMSE, bana Anne sen şu bankta otur ben bekleyeyim dedi. Bankta otururken etrafta kalabalıklaşmaya başladı. O sırada Gamse'nin sesini duydum- buranın amiri kim, buranın amiri nerede diye bağırınıyor. Ben panikledim tabi, bu kız amiri memuru niye arıyor diye. Ben ona ulaşana kadar amir ona ulaşmıştı. Bizimki- ne yani hizmet bu mu, boş servisler beklerken insanlar ellerinde bavullarla ayakta gidiyorlar , diyor. Amir ne yaptı dersiniz. Hemen boş servisi hizmete sokup, bizi oturttu:))Yani ağlamayana meme yok sözü , doğruymuş.

Bir başka kamera arkası olay, Leylak Dalı ve Gamse'nin takside ön tarafı kapma yarışıydı... Taksiciler şaştılar bu işe ama onlarınki öne oturan parayı daha çabuk verebiliyordu da ondandı. ben rahattım. Çünkü Gamse'ye baştan toplu ödeme yapmıştım:))

Leylak Dalıcım'ın kuaförünün kocamın memleketlisi yani Niksar'lı olması ayrı bir muhabbet konusu oldu. Biraz da peltek konuşan bu genç çocuk çok özendi saçımıza başımıza hem de konuşmalarıyla bize espri kaynağı oldu:)Anlattıklarının yarısını anladıksa da yarısını anlamadık. Köylerinin adını on kez söylettim kocama söyleyeyim diye ama nafile, anlamadım.Ankara'da başımıza yani benim başıma gelen en komik olay, Balkahve ve Gümüşay ile birlikte yemek yediğimiz gecede oldu. Balkahvecim biz Ankara'ya gitmeden önce yemek davetini yapmıştı. Bende sırf o gece için yanıma bir elbise ve en sevdiğim takıyı aldım. Yemek öncesi bir güzel giyindim , takımı taktım. Kuaföre gidip saçlarımızı fönlettik. Hatta evden çıkarken , Leylak Hanım - ne kadar güzel bir kolye demişti. Neyse buluşacağımız resterona gittik. Gamsegamse'de arkadaşıyla buluşmuştu , o yüzden bizden ayrı gitmişti. Gittiğimizde O'da balkahve ve Gümüşayda gelmişlerdi. Sazlı sözlü yemeklerimizi yedik, şarap kadehlerimizi tokuşturduk. Bir ara Balkahve ve ben lavaboya yukarı kata çıktık. Aynada kendimi görünce ağzım bir karış açık kaldı. Gündüz kıyafetimle taktığım kocaman kolye de boynumda duruyor. Bakın ne kadar çok kolyem var der gibi üstüne de bir tane daha takmışım. Nasıl komik duruyorum şaşarsınız. Gamse hanım görmüşte beni tarz yaptım sanmış da, gülmekten ben gelir gelmez o yüzden tuvalete gitmiş de. Leylak Dalıcım restoranda farketmiş de:))Alttaki resimde komedi halimi görmektesiniz.Tiyatroya gittiğimiz gecede ayrı bir kamera arkası hikayesine konu oldu. Tiyatroya fotoğraf makinesi sokulması yasakmış. Cep telefonlarının fotoğraf çektiğini unutmuşlar zahir. Leylak Dalıcımın da fotoğraf makinesi çantasında kalmış gündüzden. Durun şunu ön göze koyayım dedi. İçeri girer girmez sanki öyle bir şey denilmemiş gibi ben, meyve tabağını andıran tavan süslemelerini görünce ay ne güzel fotoğrafını çekelim diye bağırdım. Tabi gamse ve Leylak Bacı bana tuhaf tuhaf baktılar.(resim netten buldum...tiyatronun kendi sitesinden yani:)
Yine tiyatroda bir gerilim sahnesi o kadar başarılıydı ki, arka sıradaki kadıncağız ayy diye bağırınca tüm salon güldü, gerilim sahnesi komedi sahnesine döndü. Sanırım oyuncular da şaşırmıştır.Tam çıkışta da o kadıncağızın kocası basamağı farketmeyerek boylu boyunca yere uzandı. Onlar için kötü bir geceydi yani.

Coccinella pastanesinde bir baktık ki benim pardesü elden ele geziyor. Gamse- anne senin değil mi o dedi... Bir erkek müşterinin sanmışlar , yakasındaki koca kırmızı çiçeğe rağmen:))

Son olaylarımız döndüğümüz gün oldu. Bindiğimiz taksiye ; terminale dedik. Taksici ; hangi yolan gideyim deyince , Gamse biz yabancıyız bilemeyiz dedi. Taksici o zaman saat kaçta otobüsünüz dedi . Gamse'de İstanbullu taksiciler gibi, yabancı diye bizi gezdirmesin diye saat yedi buçukta kalkacak otobüsü saat yedide kalkıyor dedi. Adam imkanı yok, çok trafik var dedi. Bir ambulansın peşine takıldı, güçbela bizi saat yediye beş kala terminale getirdi. Çok mücadele verdim ama dedi. Ne yapalım İstanbullu meslektaşlarının ecrini o çekti:)))

İstanbula geldiğimizde saat gece yarısını geçmişti.Gece bir buçuk falandı. Srviste en son biz kaldık. Servis şöförü nerelisiniz dedi. O da Orduluymuş meğer. Bizi eve kadar getirmeye kalktı:)) Ama biz Üsküdarda inip taksiyle gelmeyi tercih ettik yine de.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Ankara Belgeseli4

Üçüncü günün sabahı uyandım...Yine deliksiz bir uyku çekmişim. Leylak Dalıcım yaseminli yeşil çayımı hemen tutuşturdu elime ve kahvaltıyı hazırladı. Simitli tulum peynirli cevizli kahvaltımızı yaptık. Eşinin kendi elleriyle çizdiği yeşil zeytinleri lüp lüp yuttuk. Ve üçüncü günün programını gerçekleştirmek için evden çıktık.

İstikamet Çankaya... Atakule.... Ben Atakule'nin altındaki Sevilla Resteuranta konuşlandırılıp Zeynep'le buluşacağım. Gamsegamse ve Leylak Hanfendi, botanik parkı gezecekler. Çünkü artık benim diz isyanları oynuyordu.Sen bizi oturduğun yerden izle dediler. Sevillaya yerleştikten kısa bir süre sonra Zeynep geldi. Son görüştüğümüzde ortaokul öğrencisi olan Zeynep ; artık evli barklı üstelik de dört buçuk yaşında bir kız çocuğu sahibiydi. Zeynep; Semra'nın kızı. Emre ve Naziş'in kavgalarında hep tampon olmuştur. Gamsegamse peşini bırakmazdı Zeynep Abla Zeynep Abla diye... Öyle muck muckdular ki Zeynep sarılık olunca karga tulumba Gamse'de hastaneye götürülüp aşı yaptırılmıştı.Biz Zeynomla oturduk sohbetler ettik, çayımızı kahvemizi içtik. Gamse ve Leylak'da pür neşe geldiler. Aşağıda çiçekler açmış, kuşlar cıvıldıyormuş. Yemeğimizi yedik onlar gelince. Ben bir alabalık tavayı götürdüm.Eğer yolunuz Atakule'de ki Sevilla resteuranta düşerse tavsiyemdir. Yalnız bu Ankara dizisi bitince bir kamera arkası yapacağım. Orada yazacağım bir sosisli sandviç hikayesi var buraya ait..( Sevilla Resteurantta...Botanik parkı manzarasına ve başka bir açıdan Ankara'ya karşı yaptığımız kahve keyfi)Gamsegamse botanik parkda böyle yayılmış çiçekler arasına

Yemekten sonra yine Atakulenin altındaki Hacı Bekir'e uğrayıp damla sakızlı şekerlemeler , badem ezmaleri ve Beyoğlu çikolataları aldık.

Şimdi artık her pasta yediğimde her uğur böceği gördüğümde aklıma gelecek olan COCCINELLA pasta evi ve Cafesine gitmeye sıra gelmişti.Coccinella , İtalyancada uğur böceği demekmiş.Pastaneye girdiğinizde zaten bunu anlıyorsunuz tüm dekor hatta çay tabaklarına varana kadar uğur böcekli. Oturduğunuz kanepede arkanıza aldığınız yastık uğur böcekli. Pastanızı paket yaptırmak isterseniz, pasta kutuları boy boy uğur böceği şeklinde. Bir de zarif hanımefendi sahibi var. Biz sanki bir pastaneye değilde o hanıma ev oturmasına gittik.
İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince masamıza siparişlerimizin dışında ikramlar getirdi.Yani diyeceğim o ki, Ankara'ya gidip de COCCİNELLA'da pasta yemeden o şıklığı görmeden dönerseniz çok şey kaçırmış olacaksınız.Çıkıştaeği bir de içinde kalpli kurabiyeler olan bir uğur böceği hediye ettiler. Yani mekan kadar işletmecininde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım.Leylak Dalıcımın yediği limonlu tartta hepimizin aklı kaldı:)) Ama artık bir şey daha yiyecek halimiz kalmamıştı.Cocinelalla iletişim ve adres bilgileri buraya tık
Canım Zeynep, pastanede elimi saçıma götürdüğünde, bana baktığını farkkettim... saçımda bir şey mi var dedim.Yok Lale Teyze, ben senin her hareketine bakıyorum , inceliyorum dedin ya,kendimi zor tuttum ağlamamak için. Umarım yeniden komşu olabiliriz. Çok sevdiğin İstanbul'da yaşama şansını bulabilirsin.

Zeynep^le Çankaya'da vedalaşıp ayrıldık. O hayır hayır dedi ama bizim artık İstanbul dönüş yoluna girmemiz gerekiyordu. Bir taksiye atlayıp eve döndük. Dinlendik, sohbetler ettik. Resimlerimizi bilgisayara yükledik. Leylak Dalıcım bu kez Beğendik Kayseri Mutfağından seçkilerle ağırladı bizi ve Ankara Maceramız sona erdi. Şimdilik sona erdi. Çok eksiğimiz var daha. Mesela Müze Köşkü gezmek için önceden yazılı izin almayı unutmayacağız. Bizim aklımıza Anıtkabirde geldi. Telefon açtığımızda , ilgili bayan hemen bir fax çekersek , randevu ayarlayabileceğini söyledi ama fax çekebileceğimiz bir yer yoktu o anda ne yazık ki. Hem ben botanik parka yukarıdan baktım:))

Her şey için , başta sadece biz kapalı mekanlardayken yağmur yağıp dışarı çıktığımızda bize güneşle karşılayan Ankara^ya
Bizi evine davet edip, kendi evimizdeymişcesine bir ortam sunup, her sabah elime yeşil açyımı tutuşturan, gerçek bir Ankara uzmanı, gerçek bir dost , hem gönlümüzü hem gözlerimizi şen eden Leylak Dalıcıma... Enfes çaylar ve zeytinler için Eşine... gürültümüze katlanan oğluna... İşten izin alıp öğleden sonrasını bizimle paylaşan ,, kale ve yahudi mahallesi, Cermodern gezilerimize renk katan Mavianne^ye.Tüm gününü bize ayıran Semsama... Bize şahane bir Ankara Gecesi yaşatan Balkahve ve Gümüşaya... Çocuğunu okulda unutacak kadar bize dalan Zeynoma çok ama çok teşekkür ederiz. Telaş etmeyin, Zeynep'in eşi soğukkanlı bir İngiliz. Zeynep hemen arayınca - no problem dedi ve kızlarını okuldan aldı:))

Ankara yzıları burada bitti... bir de kamera arkası yapacağım. Çünkü bu görülenlerin ardında yaşananlar var daha:)

8 Nisan 2011 Cuma

Ankara Belgeseli 3

İkinci günün öğleden sonrasının programında; Ata'yı ziyaret vardı. Taksiye atladığımız gibi soluğu Anıt Kabirde aldık. Servislerle Aslanlı Yola kadar getirildik ve hemen nöbet değişimi törenine rastladık. Burada olsun Dolmabahçe'de olsun bu tören , benim tüylerimi diken diken eder.Çoluk çocuk herkes yine oradaydı. Afyonlu öğrenci grubu rehber eşliğinde geziyordu. Rehberleri profösyöneldi ve izci kıyafetindeydi. Bir süre onlara takıldık. Son ziyaretimden sonra yapılan değişikliklerde çok güzel olmuştu. Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı canlandırmaları çok başarılıydı. Hendekler, kum torbaları, yaralı askerler hepsi gerçek gibi olmuş.

Anıtkabir gezimizi sürdürürken Hüznün Tadı da bize katıldı. Kendisi İstanbul'lu bir blogcu ama tanışmak Ankara'ya kısmet oldu. Anıtkabrin Cafesinde çay molası verdik.Biz çaylarımızı içerken korkunç bir sağnak başladı Ankara'da ... biz çay , pasta merasimini bitirince de yağmur dindi ve çok güzel bir güneş açtı... Hemen servisi yakaladık, daha doğrusu bizi aynadan görüp bekledi asker şoförümüz...

(Anıtkabir servisinde...Leylak Dalı ve Hüznün tadı ile
Biz çaylarımızı içerken korkunç bir sağnak başladı Ankara'da ... biz çay , pasta merasimini bitirince de yağmur dindi ve çok güzel bir güneş açtı... Hemen servisi yakaladık, daha doğrusu bizi aynadan görüp bekledi asker şoförümüz..yukardaki.Yukardaki resimler Aslanlı Yola çıkan yoldan...

Anıtkabir çıkışı Hüznün tadı bizden ayrıldı biz Kızılaya gittik. Ankara'ya gelip ünlü Dost kitabevine uğramadan olmazdı...Güven Parkda kafama pike yapan kuşa ne demeli...peki bu anı yakalayan Leylak hanfendüye ne demeli...
Artık eve dönmeli ve Tiyatro akşamına hazırlanmalıydık. Ankara simitleri aldık. Eve gelip çayımızı demledik. Leylak'ın eşi birkaç çeşit çayı alıp harman yapıp, kavanoza dolduruyormuş.Sonra kavanozun kapağını üç ay açmıyormuş ki araomaları birbirine iyice geçsin. İçmelere doyamadığım bir içimi vardı.Orhan Veli ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın evlerinin olduğu tarihi Evkaf Apartmanının önündeyim...Bu bina da bulunan Küçük Tiyatro'da Soğuk Bir Berlin Gecesi adlı oyunu izledik ve çok beğendik. Biletlerimiz Leylak Dalı hanım tarafından önceden alınmıştı bize jest olarak.Oyunu çoook beğendik... Gerilim sahnelerinde baya bi gerildik. Hatta arkamızdaki kadın ufak bir çığlık attı...
Tiyatro çıkışı eve geldik. Çayımızı koyduk. Resimlerimize baktık derken bir de baktık ki saat gece yarısı ikiyi geçmiş...Hemen yattık.Çünkü ertesi gün bizi yine dopdolu bir gün bekliyordu...