Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

31 Mart 2012 Cumartesi

Yürüdük ey halkım unutma bizi

Başlığın nedeni yazının en altında:)

Bugüne Cancan'ımla kahvaltı yaparak başladım. Sabah aradı -Cicianne , ne zaman geleceksin dedi. Hemen dedim hemen... Giderken ona en sevdiği çorbayı yaptım götürdüm.Kapıyı bana O'açtı. Cicianne bastonlu dedenin kapısını çaldın mı? dedi. Ben anlamayınca Annesi anlattı. Geçen gün annesi tam apartman kapısını açarken, O da işgüzarlık edip , boyunun uzandığı en alttaki zili çalıvermiş. Alt katta yalnız oturan yaşlı adam da balık temizliyormuş. Otomatiğe basmadan direk kapıyı açmış. Elleri kanlı kanlıymış, onu görünce bizimki çığlığı basmış çok korkmuş. Adamcağız ellerini yıkayıp gelmiş, buna sarılmış öpmüş falan ama , defterden silinmekten kurtulamamış. Birlikte kahvaltımızı yaptık, Şirinler'in sinema filmini izlememiştim, birlikte izledik. Bana anlatacağı çok şey birikmişti. Gamse'nin hediye ettiği Dinozor parkı biletini baba oğul kullanmışlar ama dört boyutluymuş. Kanatlarını açıp gelirken, kuyruğunu çarparken çocuğun ödü kopmuş. Onu anlattı. Geçen gün ilk kez duyduğu gökgürültüsünü anlattı. Ayşe Yağmur'la yıl sonu gösterisi yapacaklarmış onu anlattı. Götürdüğüm çorbadan iki tabak içti. Bu sırada benim de çıkma saatim geldi. Gel birlikte uyuyalım dedim, bana köpek balıklarını anlatırken uyudu. Yatırdım odadan çıktım , baktım bu kez de Uras efendi benim çorbayı kaşıklıyor. Annesi valla yarım metreden ağzını açıyor çorbaya dedi.

Cancanlardan çıkıp yan komşuları Zeya'ya geçtim.Pırıl pırıl, mis gibi havada, Prens Adalarına karşı teras parti yaptık. Balığımız, beyaz şarabımız, salatalarımızı şahane sohbetimize katık oldu.Ebru blog adıyla Ebrucuk ama şimdilerde tembellik edip yazmıyor ve de Zeya'nın çocukluk arkadaşı ama çoktaaan bizim gruba katılmış olan Elçin ile çok ama çok güzel bir gün geçirdik.



Dönüşte ben biraz yürüyeyim dedim ve Bağdat Caddesi boyunca; Fenerbahçe Lisesine kadar yürüyüp, oradan dolmuşa bindim.
Bu bando takımı caddeyi baya bi neşelendirmişti.

Bu gelin gibi ağaçta, biz inanamasak da artık baharın geldiğini gözümüze sokuyordu:))

Dolmuştan Kuşdili caddesinde inmek ve Natilius'un önüne kadar yürümek zorunda kaldım. Yüce Yaradan, yürümek mi? istiyorsun al sana yürümek dedi bana. Trafik tamamen kapatılmıştı.Halk evleri şenliği varmış. Ha bire ses sistemleri ve , sahne kuruluyordu meydana. Halk perişan olmuş. Yaşlı insanlar artık yüyemiyorlar, taksi yok. Meydan da kalakaldım. Sonra Natilius'un önüne kadar yürüdüm. Bir taksi gördüm. İçinde iki yaşlı kadın vardı, binmişler ama taksici gitmiyor. Çünkü Moda yönüne gideceklermiş. O yönden geldiğim için ben de biliyorum ki, trafik kapatılmış. Neyse kadınceyizler inmek zorunda kaldı, ben hemen bindim. Adam korktu, nereye dedi. Çek kardeşim yav, korkma dedim. Bizim ora müsait. O yöne Kadıköy'den araba kalkamadığı için açık yoldan zırt diye eve geldim.

Şimdi yetkililerden bir ricam var. Haberlerden sonra sunulan hava durumu gibi bir de İstanbul'un miting durumu sunulsun. Ona göre hareket edelim. Bu kaçıncı mağduriyetim arkadaş ya. Hep mi? beni bulur.

Neyse sonunda evime kavuştum.

................................................................................................................................................................
Yarın 1-Nisan...Dünya şaka günü olabilir ama bunun yanında tarihe Lale ve Zeki'nin nişanlandığı gün diye de not düşülür:))
Geçen yıl şunları yazmışım, artık 32 yerine 33 yıl olmuş.Bundan tam 32 yıl önce Babam eve gelip- Nişan yapılacak salonun yani Aksaray Orduevinin sadece; 1-Nisanda boş olduğunu ve okeylediğini söyleyince; şaka dedim bu tarih, şaka..
Ama her şakada bir gerçek payı varmış demek ki. Neyse ki davetliler , davetiyeleri ciddiye aldılar da; biz 1-Nisan-1979'da nişanlandık. Saçlarımı yapan kuaför ; teyzemin kulağına eğilip - ay bunlar kaçtılar mı? ya da akraba evliliği falan mı? niye bu kadar küçük evleniyorlar demiş. O tarihten tam 4 yıl sonra evlendik...
Nişan töreninden aklımda üç şey kalmış..biri annemi hüzünlü gören kayınvalidemin, anneme kız veriyorum diye üzülme,sen bana Lale'yi verme , Zeki senin oğlun olsun demesi ...Ve evrene mesajın hemen gitmesi, duanın oracıkta hemen kabul olması... O tarihten sonra Zuz'un velisinin bile kocamın olması. Erkek kardeşimi askere kocamın götürmesi. Hatta , onun hemen asker dönüşüne rastlayıp, aynı yere de düşmesi nedeniyle, alayın depo bölümünün kardeşime geçmesi.
Sanki sünnet düğünüymüş gibi programa konulan palyaço gösterisi ve içkiyi kaçırıp dansözün karşısında kadın programını bitirene kadar oynayan kocamın çocukluk arkadaşı:))
Gerisi çok eskiden görülmüş ve hala hatırlanan güzel bir rüya gibi...

30 Mart 2012 Cuma

Dün akşamdan oldu gözüyle baktığım şey olmadı.Karanlıkta göremediğim şeyler gün ışıyınca görünür oldu. Umarım çok daha iyisi olacağı için olmamıştır.

Bu gün kızlar 10 günlük paskalya tatiline giriyorlar.Yani 10 gün boyunca, onlara endeksliyim. Yalnız benim, kendime ait iki özel programım var. Onun dışındaki günlerde ne derlerse he!.Zaten kendi arkadaşlarıyla programlarını da yapmışlardır çoktan.Sabaha kadar oturmaca ve öğlene kadar yatmaca da programları dahilindedir.Kitap İhsan Oktay Anar'ın Suskunları okuyorum. İhsan Oktay Anar çok sevdiğim bir yazardır. Özellikle Puslu Kıtalar Atlası bir sürü şeyi sorgulamama neden olmuştur ve benim için çok özel bir yere sahiptir.

Suskunlar İhsan Oktay Anar'ın ustalık devri eseri diye adlandırılmış. Suskunlar...Susmanın bir erdem olduğuna inanan topluluk üyelerine verilen bir ad. Kitap Mevlana'nın şu sözüyle başlıyor.
'' kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür'' hz. mevlana. Okudukça sanırım daha çok yazacak şeyim olacak. Tarihi kurguda İhsan Oktay Anar üstüne başkasını tanımam valla. Şimdi peşine takılıp, eski Galata'da, Beyazıt'da , yeraltlarında gezmenin tadına doyamayacağımı daha kitabın ilk başlarında biliyorum.

Yazı burada bitiyor. Görümcelerimin çağrısına uyarak, hem birlikte çay içmeye hem de bir kaç tur okey oynamaya gidiyorum.

29 Mart 2012 Perşembe

Düşünen Şarkılar

Bu günkü yazıya müzikle başlıyoruz efeem...



Yukarda dinlediğiniz şarkı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde yatan hastaların yazdığı şarkı sözlerinden şiirlerden yapılmış bir Albümden.
Çok sevgili Uzaklar beni bu albümden haberdar ettiğin için sana çok teşekkür ediyorum.Şarkılari dinledim hepsi çok güzel ama doğduğum, doyduğum, yaşadığım yer olan Üsküdar'a hasreti anlatan Üsküdar İskelesi adlı şarkı çok etkiledi beni.Tesadüf mü? bilemiyorum ama Üsküdar İskelesinden henüz geldim. Belki de benim hemen ulaşabileceğim bir yere duyulan hasretin anlatılması buna neden olmuştur.Geçen yıl da, yine Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bilinmeyen tarihi adlı bir kitap okumuştum.Kitap burada tedavi görmüş hastaların, çalışanların anılarından oluşuyordu.

Sözünü edeceğim kitap, çocuklara da yetişkinlere de hitap eden Ballı Çörek Kafeteryası...Yazarı Zeynep Cemali'yi 2009 yılında kaybettik. Her yıl adına düzenlenen bir öykü yarışması var. Yarışmanın 2012 yılı teması ise, Zeynep Cemali’nin Patenli Kız romanındaki,“Ona duyduğum öfke çoktan uçup gitmişti” cümlesinden yola çıkılarak “hoşgörü” olarak belirlendi. 2012 yılı seçici kurulu Necati Tosuner, Hacer Kılcıoğlu, Süleyman Bulut, Nuran Özyer ve Müren Beykan’dan oluşan yarışmanın son başvuru tarihi, 18 Mayıs 2012.Buradaki Linkten gerekli bilgileri edinebilirsiniz.



Ballı Çörek Kafeteryasına geri dönersek, annesinin ölümünden sonra onunla birlikte kurdukları hayali gerçekleştirmek için; babası ile birlikte Ballı Çörek Kafeteryasını açan Sıla'nın ve buraya gelen birbirinden ilginç müşterilerin hikayeleri. Benim çok hoşuma gitti. Dün gece Muhteşem Yüzyılı izledikten sonra keyifli keyifli okudum ve bitirdim.


Şimdi gelelim ben bu gün ne yaptım:)

Sabah biraz zor uyandım, yani kargalarla uyanamadım.Kahvaltımı yaptıktan sonra kütüphaneye gittim. Babamın okuduğu kitapları teslim ettim. 15 günde bir ödünç kitap alıyoruz ve teslim ediyoruz. Babam 15 günde kalınlı inceli 5 kitap okuyor. Bir kitap da kendim için alıyorum. Bu kez kendime İhsan Oktay Anar'ın Suskunlarını aldım. Kütüphaneden sonra sahilde yürüdüm ve herzaman ki yerimde oturup, denize doğru ayaklarımı uzattım, çayımı söyledim. Önce biraz gazete okudum. Baktım gazete çok uçuştu rüzgardan , Suskunları çıkarıp onu okudum. 32 sayfa okumuşum bir çay daha içtim, bir karanfilli tüttürdüm:) ve eve geldim. Gelirken artık onlara bir şey yapmadığım için şikayet eden ev halkına özellikle Gamse tabi bu:) ev yapımı su böreği ve fındıklı kek aldım.

Gelelim diyet nasıl gidiyor kısmına...İyi, büyüklere selam eder ellerinden öper, küçüklerin de gözlerinden.Şaka bir yana gerçekten iyi gidiyor. 12 kg falan oldu verdiğim. Temmuz ayına kadar hedefimde bir 10 kg daha vermek var. Eğer hedefime ulaşırsam breh breh, temmuzda yeğenimin düğününde indim havuz başına bir yar çıktı karşıma türküsünü söyleyebilirim.Ama siz temmuza kadar beklemeyin buradan Candan Erçetin'den dinleyebilirsiniz.Araya Rumcasını da attırmış, güzel olmuş.
Bu günün diyet yemeği...öğle yemeği olarak, yoğurtlu taze bakla ve salata yedim. Akşam iki dilim esmer ekmeğimin bir dilimi yerine bir kase mercimek çorbası içeceğim sonra ızgara edilmiş baharatlı tavuk ve yeşil salatam var. Daha ne olsun ayol.

Eveeet bu gün yine çok faideli bir yazı okudunuz BENCE:).



Şimdilik bu ka.

28 Mart 2012 Çarşamba

Kaplumbağalar da uçar


Bu gün, son yıllarda izlediğim en etkileyici filmlerden birini izledim. Saddam yönetiminin devrilmesinden sonra çevrilen ilk film olma özelliğinin yanı sıra, oyuncularının çoğunun yerli halktan olması da ayrı bir gerçeklik katmış filme.

İsmini eski bir kürt öyküsünden alıyor. Öyküye göre uçmayı çok isteyen kaplumabağaya , kuşlar acırlar ve isterse onu uçarabileceklerini söylerler.İki kuş bir çubuğun iki yanından gagalarıyla tutarlar, kaplumbağa da ağzıyla ortadan tutunur ve uçamaya başlarlar, uçmak kaplumbağanın o kadar hoşuna gider ki, heyecanlanıp ağzını açınca ait olduğu yere düşer.

Eğer Nazım Hikmet; bana mutsuzluğun resmini çizebilirmisin Abidin deseydi, emin olun filmdeki kızın gözlerindeki mutsuzluktan daha iyi bir model bulamazdı.Filmin konusu Irak-Türkiye sınırındaki mülteci kampında ki çocukların kara mayınlarını toplayarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaları.Filmi izlemenizi çok isterim.

Evet kaplumbağalar da uçar ama onları uçuran rüzgar kesildiğinde ait oldukları yere çakılırlar.


Amerika'nın Irak'a saldırısına birkaç gün kala Irak-Türkiye sınırında bir Kürt mülteci kampı... Boş kovanların, yakılmış tankların ve bomba çukurlarının orta yerindeki köyde ailesini yitirmiş Satellite (Uydu) lakaplı bir çocuk yaşar. Satellite günlerini televizyon antenlerini tamir ederek ve üç beş kelime bildiği İngilizcesiyle uydu kanallarındaki savaş haberlerini meraklı ve tedirgin köylülere tercüme ederek geçirir. Genç adam ve köyün ona hayran diğer çocuklarının bir de gelir kaynağı vardır: Mayın toplamak... Toprak altından hayatları pahasına çıkardıkları mayınları Birleşmiş Milletler'e geri satarlar. Kaza sonucu birçoğu kollarını ve bacaklarını kaybedip sakat kalmıştır..



  1. Glass Bear', En İyi İstikbali Film ve Barış Film Ödülü, Berlin Uluslararası Film Festivali, 2005.
  2. 'Golden Seashell', En İyi Film, San Sebastián Uluslararası Film Festivali, 2004.
  3. Jüri Özel Ödülü, Chicago Uluslararası Film Festivali, 2004.
  4. Uluslararası Jüri ve İzleyci Ödülü, São Paulo Uluslararası Film Festivali, 2004.
  5. 'La Pieza' Ödülü, En İyi Film, Ciudad de Mexico Uluslararası Çağdaş Film Festivali, 2005.
  6. İzleyci Ödülü, Rotterdam Uluslararasi Film Festival, 2005.
  7. 'Golden Prometheus', En İyi Film, Tiflis Uluslararası Film Festivali, 2005.
  8. 'Aurora' Ödülü, Tromsø Uluslararası Film Festivali, 2005.
  9. 'Golden Butterfly', Isfahan Çocuk Filmleri için Uluslararası Festivali, 2004.
  10. 'Gold Dolphin', Festróia - Tróia Uluslararası Film Festival, 2005

27 Mart 2012 Salı

Kaos

Bu günün programı günler öncesinden belliydi. Fikri Mühim'in davetlisi olarak önce Etiler Hillside Clupde kahvaltı yaptık, sonra da yarın vizyona girecek olan Kaos -Örümcek Ağı filminin ilk gösterimini izledik. Bu uygulamayı geçen yıl Çağan Irmak'da yapmıştı ve Prensesin Uykusunun galasını blogcularla birlikte izlemişti...

Kahvaltıda bir çok blogcuyla tanışma fırsatım oldu.Bir buçuk saat kadar süren kahvaltı sonrası filmi izlemek üzere Wings Cinecity sinema salonuna geçtik. Hep diyorum ya;artık yerli filmleri izlerken gururla izliyorum. Kaos filmini izlerken de aynen bir Amerikan filmi izler gibi izledim. Aksiyon sahnelerinin başarısı artık yabana atılır gibi değil. Aksiyon sahnelerinde ki rap müzik de zaten tempolu olan filmin temposunu daha da artırıyordu. Rojda Demirer'i zaten çok severim bu aksiyon filmine de çok yakışmıştı. Angeline Jolie gelse havasını alırdı valla...
Kısaca filmi beğendim, test ettim onayladım.Gökhan Mumcu ve Cemal Hünal yani bizim Issız Adamımız da aksiyon sahnelerinde süperdiler.






Film çıkışı, Beşiktaş'a inince acaba Ortaköy'e geçsek mi? dedik ama sonra vaz geçip eve döndük.Kocam, klübüne yollandı ben eve döndüm. Yolda bu kargaya rastladım, ağzındaki yaprağı ne yapacaktı anlamadım. Ama görünüşü çok şaşkındı, bir o tarafa bir bu tarafa bakıyordu.

Eve geldiğimde öğle yemeği saatimi neredeyse bir saat geçmişti. Şimdi ızagarayla falan uğraşmayayım dedim ve kendime bu tabağı hazırladım. Yumurtaları kaynayan suya kırdım beyaz kısmı tamamen pişince , kevgir yardımıyla çıkardım. Üstüne baharat ve birer damla sızma yağ damlattım.

Şimdilik bu kadar diyelim...

26 Mart 2012 Pazartesi

foto-pazar eki

Pazar gününün programsızlığı aniden şahane bir güne dönüştü.Naziş arkadaşlarıyla Kuzguncuk' da kahvaltı yapmak için, biz de karı koca -hadi bari koruda birer kahve içelim diye çıkmak üzereyken Gamse aradı.Arkadaşlarla program yapmıyoruz, Beylerbeyi'nde buluşalım dedi. Biz kapıdan çıkmak üzereydik O' daha Şaşkınbakkal'daydı. Eş zamanlı buluşabilmek hem de yürüyüş yapmış olmak için Kuzguncuk'a yürüdük.Oradan minübüse atlayıp Beylerbeyi'ne geçtik

.Beş dakika geçti, geçmedi Gamsegamse çıka geldi.Açım dedi baktık saat zaten bir olmuştu. Arkadaşlarımla gittiğim balıkçıya götürücem sizi dedi ve kıyıda ki, Tarihi Beylerbeyi Balıkçısına gittik.

Benim şok diyetimin son günüydü, öğle yemeğinde beyaz veya kırmızı et ve salata var, ama ekmek yok.O yüzden en büyük balığı sipariş ettim:)Onların karides güveçinin sadece çatal ucuyla tadına baktım.Balıklarımız, manzaramız süperdi. Bizim sohbete, arka masadaki grubun, önce Maldiv anıları sonra gidecekleri Brezilya turu heycanı karıştı. Yaş ortalamaları kocamın deyimiyle ununu elemiş ,eleklerini artık duvara asmış civarlardaydı. Valla kendilerini içimizden tebrik ettik ve grubun en konuşkan hanımının tiyatro anılarına geldiğinde kalktık.



Bir yerlerde oturalım çay kahve içelim , gazetelerimizi okuyalım dedik. Öneri yine pazar gününün organizatörü Gamse'den geldi. Hadi Beylerbeyi Sarayının bahçesinde okuyalım, çayımızı neyin içelim dedi. Valla , kızları da analarına çekmiş dedim, program yapmakta üstlerine yok. Saraya gittik. Bahçesi yine efil efildi. Burası zaten Abdülaziz'in yazlık sarayıymış, ısıtma sistemi yok. Yazın en sıcak aylarında bile içerisi çok serin.Beylerbeyi Sarayına gidince , öyle kendi başınıza gezmek yok. Diğer müzeler gibi:)) Grup grup içeri alınıyorsunuz ve rehber gezdiriyor.Müze kart saraylarda geçmiyor haberiniz olsun.Pazartesi ve perşembe günleri hariç hergün açık. Giriş 20 lira biliyordum ama 15 lira aldılar . Gamse zaten ücretsiz giriyor. O yüzden demek ki zırtada pırtta da Beylerbeyi Sarayına geliyorlar:)) İçeri girdik, önce baktık rehberli turun başlamasına 15 dk. var daha, bahçede gezindik , resimler çektik. Sonra zil çaldı içeri girdik. Bizim grupta İranlı bir çift vardı. Çok sevimlilerdi. Rehber Şah Rıza Pehlevi'nin Cumhuriyet döneminde misafir olarak, sarayda kaldığını söyleyince; Has Şah , has şah dedi. Bizim grupta bir de öpüşgen çift vardı:)) öpüşe öpüşe sarayı gezdiler:))Saray, Dolmabahçe Sarayı tarzında. Özellikle tavan süslemeleri beni çarpar buranın. Abdülaziz denizciliğe çok meraklıymış o yüzden tavanlarda, Yelkenlilerin bolca olduğu
denizli tablolar var.Bu taraflara yolunuz düşerse ve de burayı gezmesseniz, hayatınıdan bir rengi esirgemiş olursunuz.



Bu salonda ki masanın üstünde gördüğünüz saat; tersanede yapılmış, saat başlarında mehter marşı çalıyormuş.



























Saray gezisi bitince, arka bahçesindeki kafeterya bölümüne geçip, çaylarımızı içip gazete okuduk. Hava ve ortam o kadar güzeldi ki akşam olunca zor ayrıldık oradan.Hemen , Sarayın önünden de taksiye atlayıp eve geldik.

Akşam hep birlikte Survivor izledik. Gece kitap okumadım, gözüme çay banyosu yaptık. Çay poşetlerini gözümün üstüne koyup 20 dk yattım. Biraz iyi geldi. Gözüm ağrımıyor ama hani bir yerinizi çarparsınız da günlerce orası sızlar ya öyle bir duygu vardı. Bu sabah kalktığımda da artık hiç bir şey yoktu.

Bu sabah kızlar gittikten sonra, şok diyetimin bitişini simitçi fırınından alınmış çıtır çıtır simitve peynirle kutladım...Ve de bir film izledim. Bu ara yerli filmlere ağırlık verdim farkındaysanız. Çok seviniyorum artık iyi oyunculukları izledikçe, film platolarının doğal platolar oluşunu gördükçe.
Bu günkü filmim BENİ UNUTMA''adlı filmdi. Aşkın kavuşamama hali değildi bu kez, kavuştuktuktan sonra ki haliydi. Birinin yanında ne zamana kadar durabilirsiniz haliydi.Unutulmanın bazen ölümden bile korkutucu olma haliydi. Biraz da çok sevdiğim unutma beni çiçeğinin hikayesiydi. Benim bildiğim hikayeden çok farklı bir hikayeydi ama bu da güzeldi. Olabilirdi, o hikaye de bu çiçeğin isim hikayesi olabilirdi.

Bu gün zinhar evdeyim, genel temizlik günü, evi haftaya hazırlama günü...

25 Mart 2012 Pazar

pazar söylencesi...rüyalarda buluşuruz




Şok diyetimin üçüncü günündeyim. Fena gitmedi ama biraz gerginmişim:))
Hafta Sonuna iki film bir kitap sığdı. Daha önce elime aldığım ama araya nedense başka kitaplar girince bu günlere sarkan; Arıza Babaların Çatlak Kızları-Ayten Kaya Görgün'ün. Bir göç hikayesi ile başladı ama sonrada gerçekten de arıza babalarla çatlak kızların hikayesine dönüştü. Ha şimdi ne yapacak bu kızlar diye elimden bırakamadım gece. Zaman zaman sanki Sıdıka'dan, zaman zaman Sevgili Arsız Ölüm'den sahneler getirdi aklıma. Bir bölümünde başına gelen için çok acı ama anlatılınca komik olan bir yerinde çok güldüm.Bir yerlerde yaşayanların, başka hayatların ama yanıbaşımızda da olabilenlerin hayatları...ben sevdim kitabı.Leylak Dalıcım, Madeni Cesaretim sağolasınız var olasınız.Hayatıma her gün katacak, renk verecek bir şey çıkıyor valla sizden...

İlk film üye olduğum bir siteden geldi.Devrimden Sonra...Türkiye'de sosyalizm olsaydı ne olurdu filmin konusu...Bu yaklaşıma futurizm deniyor. Yani futiristik film, modern bir yaklaşımla, gelecek hakkında öngörüyü işleyen bir film oluyor. Umarım açıklayabilmişimdir. Üşendim şimdi googleye bak, araştır yaz :)Film kadrosu çok güçlü, şaşırdım izledikçe.Biz cumartesi günü kahvaltı yaparken karı koca izledik. Filmin öyle çok güçlü bir yapısı yok, sanatsal yanı yok, aksiyon yok, romantizm yok , biraz belgesel havasında çekilmiş gibi... ama izlemenizi öneririm.Bu nasıl iş demeyin.Son bölümde Cezmi Baskın çok komikti. Ben zaten Cezmi Baskın'ı görünce izlemeye karar vermiştim.























İkinci film ise her hafta yapmaya çalıştığımız aile sinema etkinliği idi.Capitol 4 nolu salonda izledik. Yatar koltuklara yattık, keyif yaptık. Gitmeden önce fragmanlarını izlemiş çok beğenmiştik ama izlerken o kadar beğenmedik. Aslında filmin cümlesi güzeldi.- ''Herkesin veremediği bir mektubu vardır'' -ben düşerim bu cümlenin peşine dedim:))Oyuncu kadrosu süper, film platosu görevini yapan Bolu'nun Göynük kasabası harika. Tabi biz hadi Göynük'e gidelim demeye başladık bile. O çınarların altında yürümezsem, o merdivenlerden kule'nin olduğu tepeye çıkmazssam, o minicik fırından ekmek almazssam, ağaçlar altındaki o banklarda oturmassam olmaz. Hikaye güzeldi, müzik güzeldi, oyuncu kadrosu süperdi. Filmde bir zorlama vardı , çözemedim.

Saatlerimiz ileri aldık. Bundan böyle böyleymiş. Bir daha geri almayacakmışız. Şimdi ilk bu saatlerle oynandığında kalsaydık, saat kaç olurdu meselesine taktım. hepimizin bir biyolojik saati var. Ben erken kalkmaya kurgulanmışım. Abi şimdi ben bir saat geç mi? kalkıyorum, yoksa zaten erken kalkan bu bünyeyi siz bir de bir saat daha mı? erken uyandırıyorsunuz.



Gamse derse gitti, Naziş henüz yatıyor. Biz kendimize Göksel Baktagir ziyafeti veriyoruz. Bu şok diyet yüzünden sabah kahvaltılarını ailece yapamadık bu hafta sonu. Çayımla eşlik ediyorum onlara. Onlar'da Allah versin, daha ziyade etsin. Benim yediğimde içtiğimde gözleri kalır ama simitleri, zeytinli açmaları, yumurtaları , caaanım peynirleri löp löp götürdüler gözümün önünde.
Neyse bu gün son gün, yarın normal yaşantıma yani normal diyetime dönüyorum.

Ah! bi de de dün gece uykumdan gözümün ağrısıyla uyandım. Ama ağrıyı tarif edemem sanırsınız Arıza baba Hıdır, çatlak kızı Eylem yerine benim gözüme yumruk attı. Kalbim sanki, gözümde attı ve oyulur gibi ağrıdı. Kalktım buzdolabından , şu içi jelli gözlüklerden aldım taktım, bir tane parol aldım, lavanta yağı ile şakaklarıma masaj yaptım. Dalmışım sonrasında. Sabah kocam bana rüyasını anlatıyor, rüyasında göz doktoruna gitmiş. Doktor tek gözünü 24 saatliğine kapatmış. Hey yavrum hey dedim, karın azap içinde kıvrandı, sen rüyalarında doktora git. Bir de demez mi? kapatalım gözünü, doktor öyle söyledi. Biz tasaaruf ediyoruz böylelikle, birimiz hastalanıyor, öbürü rüyasında doktora gidip , reçete yazdırıyor.


Hava çok güzel ama şimdilik bir programımız yok. Naziş, biraz kırgın gibiydi, dinlenerek geçirmek isteyebilir günü...Gamse zaten dışarda.Yani kocamın deyimiyle; ne gele gele diyorum, bu gün için.

İyi pazarlar olsunnn

düzenleme:)) ben yazıyı yazarken program yapıldı. Naziş arkadaşlarıyla Kuzguncuk'a kahvaltıya gidiyor. Biz de koruya kahve içmeye. Belki Gamse dönüşte bize katılır.

23 Mart 2012 Cuma

Bu günün ilk güzelliği, sabah maillerimi açtığımda;Elma Kokulu Ev'in yazarı Mustafa Uysal'dan gelen maildi.Mustafa Bey , Tavşanlı'ya seyehat düşünürsek , kitapta adı geçen yerler için bize rehberlik edeceğini yazmış:) Bir kaç defadır yazarların bu tür geri dönüşlerini yaşadım ve çok memnunum. Okuyucu yazar iletişiminin bu boyutlara ulaşması her iki taraf açısından da çok olumlu oluyor çünkü.Kendisine teşekkür ediyorum nezaketinden dolayı.

Kahvaltı sonrası koruya yürüdük karı koca, çayımızı içtik şu manzaraya karşı.
Dönüşde bir kaç emlakçıya uğradık. Evimiz artık bize küçük geliyor o nedenle , biraz daha büyük bir eve çıkmak istiyoruz. Ama bir hendikapımız var ki, o da buraya bağlılığımız.Üsküdar ikimizin de vatanı. Benim doğduğum Kocamın da ilkokuldan itibaren basmadık taş bırakmadığı bir yer. Fakat çok yerleşik bir semt olduğu için insanlar burada kolay kolay yer değiştirmiyor, yani ev bulma olasılığı çok kısıtlı. Emlakçılarda aynısını söylediler. Boşalan evler de çok eski en az 30-40 yıllık.Olmadı Kadıköy tarafına doğru düşüneceğiz. Bu günlerde sırf bu yüzden biraz huzursuzum.Neyse işte , emlakçılarla sohbet muhabbet ettik bu minvalde. Sonra koca klübüne ben eve döndüm.

Eve geldikten sonra yemeğimi yedim , Gamse aradı, servisten inince eve gelene kadar ya babasıyla ya benimle sohbet edecek böyle bir alışkanlığı var. Bu kez önce babasıyla sohbet ettiği için, tüm haberleri almış olarak eve geldi:)) ve bana ilk sözü AÇIM oldu. Ben adamımı bilmezmiyim, hazırlığımı yapmıştım zaten. Hemen köftelerini ızagara yaptım, tahıllı ekmeğin üzerine dizdim. Hardallı sosu bızıızızt gezdirdim üstüne, domates ve roka eşliğinde sundum. Gözlerini dört değil sekiz açtı bu neeee diye.Yemeğini bitirmişti ki Meral uğradı, hadi onlarla sohbet muhabbet derken , dışarı çıkalım dediler. Gelmem dedim, şimdi yiyip içeceksiniz, gözüm kalacak:)Ben onlara katılmayınca, alışveriş karışık program yaptılar ve gittiler.Naziş eve geldiğinde , onları aramadan eve geldiğine pişman oldu:))

Kızları evden gönderince hemen kendime çay yaptım ve bir film koydum.Tom Hanks ve Julia Robert's in baş rolde olduğu LARRY CROWNE adlı filmi izledim. Son derece keyifli, hiç bir iddası olmayan, samimi bir film. Çok keyifle izledim. Zaten iki oyuncuyu da çok severim.


Bu günlük de bu kadar.

22 Mart 2012 Perşembe

Şok şok şok

Bu gün diyetisyen kontrolüm vardı. Evet kilo vermeye devam etmişim ama o kadar yürüyüşe istenilen düzeyde değil. O yüzden üç günlük bir şok şok şok yapacağız. Bu üç günün sonunda yine normal programa döneceğim. Şook şoook şok dediysem , ölüm orucuna girmeyeceğim tabi. Kahvaltı dışında ki ekmeklere üç günlük bir veda ve üç ara öğünümde de meyva var... Sadece bir ara öğün meyva+süt.Ne yapalım girdik bir yola artık. Ne icap ediyorsa yapacağız(mı).

Aslında bu gün başlayacaktım şok programına ama hadi ödül yemeğini bu gün yiyelimde öyle başlayayım dedik. Şaşırdınız dimi biz ödül yemeklerini ailece yiyoruz da:)))Diyet yemeklerime sulanırlar, ödül yemeklerine benden önce koşarlar:)). Ben oyumu pideden yana kullandım. Bir tek aklıma o düşüyo çünkü. Izgara et, tavuk zaten yiyorum. Daha önce size ballandıra ballandıra anlatıp, ağzınızın suyunun akmasına neden olduğum pidecimize gittik. Ama ve de ammaaaa ben yine kocamın; gel seni değişik bir yoldan götüreyim tufasına yine düştüm. Yani ucunda pide olmasa sokakta saracaktım, yine mi aynı şey diye. Doğancılar, Musahipzade Celal tiyatrosunun yanındaki pideciye gitmek için İmrahor'un bütün sokaklarını yürüdük. Bir de hangi yönden geliyoruz onu söyleyeyim size...Koşuyolu'ndan...Amma velakin , sokak isimlerine bayıldım. Gelin Alayı sokak ve Tunus Bağı aklımda kalmış.Bir de orada ki bir lisenin dağılma saatine rastlamışız. Ben liseli kızların bu kadar gürültücü olduklarını bilirdim de bu kadar bilmezdim. Tüm semt çın çındı...çok hoşlardı...Sonunda ,pideciye oturduk, pidelerimizi yedik, eve de paket yaptırdık , geldik. Geldik ama iş bitmedi. Öğleden sonra da babamın randevusu vardı.Ona da gittik, geldik. Şükür ...iyi...ilaçlara devam...Ben orada doktorla konuşuyorum, babam oceral derdinde hay Allahım ya o ne diyorum , mantar ilacıymış.Onu da yazsın diyormuş:)))Böylece nöroloji doktorumuza mantar ilacı da yazdırıp bir taşla iki kuş vurduk:)))

Bu gün film , kitap söyleşisi yapamıyoruz valla, olsa dükkan sizin de. Bu gün ne kitap okuyabildim ne film izleyebildim.

Bu yazı bitince yemeğimizin yanına erişte haşlayıp, salatayı da hazırladım mı? Arıza Babaların Çatlak Kızlarına devam.

21 Mart 2012 Çarşamba

Çarşamba notları


Bu günün en keyifli tarafı Mavianne'yi TRT1 de konuk olduğu radyo programında dinleyip selamlarını almaktı...Bizi sayfalarımızdan takip edenler, sesimizi de duydular böylece... Program öncesi heyecandan dolayı endişeleri vardı ama bunu sesine hiç yansıtmadı ve söylemek istediği herşeyi söyledi, soruları da tüm samimiyetiyle cevapladı.Bence çok güzel bir program oldu. Buradan dda kutluyorum kankimi...

Bu güne iki filmden söz edeceğim size biri bence bu yılın en iyi filmi olduğunu almış olduğu Altın portakal ile de kanıtlayan ''ZENNE''ve eşcinsel bir oğlu olan başka bir babanın başka bir bakış açısını filmin bütününe yaymadan, satır aralarında vermeye çalışan Every Day... Bilinçli olarak arka arkaya gelmedi bu iki film ama eğer izlemediyseniz arka arkaya izlemenizi tavsiye
ederim.Bana bu filmi seçtiren Helen Hunt'un baş rolde oluşuydu. Severiz gacıyı ve takdir ederiz.
Zenne için söyleyebileceğim çok şey yok. İzlemek için geç kaldığım bir film. Senaryo, görsellik hepsi hepsi o kadar iyi ki.Dansın estetiğinin bu kadar yansıtılmış olması harikulade olmuş. Cancan'ın anne ve babasının düğününün sürprizi erkek oryantaldi. O zaman ki dans yarışmalarından birinde de göz doldurmuş biriydi ve çok güzeldi. İlk o zaman izlemiştim bir erkekten oryantali. Ama filmdeki mukayese kabul etmez. Son son derece estetikti. Ve gerçek bir hikaye olduğunu, hatta gazetelere yansıdığı hikayeyi bilerek izlemek filme daha farklı bir gözle bakmamı sağladı.



.

















Dün akşam Seksenleri izledik ama yemekten sonra başlayana kadar, özeti bitene kadar Elma Kokulu Ev'i okudum.Dünkü yazımda , Üsküdar'da sahaflardan aldığımı yazmıştım.Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinde doğan yazarın-Mustafa Uysal-Tavşanlı hikayeleri. Tüm hikayeler Tavşanlı'da geçiyor. Ben hikayede filmde başrolde olan şehirleri çok severim. Bu kitaptaki kısa kısa hikayeleri pıt pıt hemen okudum bitirdim... Ben bir Tavşanlı seyehati planlarım sanırım. E boşuna mı? öğrendik , o kadar cadde, dükkan,pastane ismini...Ben hikaye kitabını okurken , önce kitaba ismini veren hikayeden başlarım. Elma Kokulu Ev; kitabın 94.sayfasındaydı.Bana sorarsanız en güzel hikayesi değil kitabın ama en güzel isimli hikayesi...

Filmimizi izledik, Mavianne'yi dinledik sonra güzel havanın çağrısına uyduk. Önce her zamanki istikamet doğru sahile indik. Yine ayaklarımızı uzattık karşı kıyılara, çayımızı içtik, çantama attığım light karper peynirlerle simit yedik. Hafta da iki gün simit iznim var. İki dilim ekmek yerine simit yiyorum kahvaltıda veya bir ara öğünümde... Bu gün sis vardı, öyle bir sisti ki, tarihi yarımada'da mesela ancak Topkapı Sarayının kulesi ve caminelerin minareleri zor seçiliyordu. Başka bir hava vermişti İstanbul'a bu görüntü. Fotoğraf çekmediğime pişman oldum.

Dönüşte yine Üsküdar'a kadar yürüdük. Arabadan Bağlarbaşında inip Nakkaştepe'ye yürüdük bu kez. Nakkaştepe yürüyüşünün asıl nedeni ; dün gelip de beni ben evde olmayınca geri giden kargoyu teslim almaktı.Nakkaştepe'de İstanbul boğazına bakan , İstanbul'un seyir teraslarından biridir.

Eh!artık eve dönelim dimi. Eve gelince önce çayımın altını yaktım, çayımı içtim, sulu köfte pişirdim.Yarına hazırlık yaptım biraz. yarın hem benim diyetisyen randevum var hem de Babamın rutin kontrolü.

Bitsin bu yazı, yeter bu kadar yav...

20 Mart 2012 Salı

Bu günün özeti

Sabah kahvaltısına Altın Koza'lı Celal Tan ve Ailesin Asırı Acıklı Hikayesi eşlik etti. Bu aile sizin öyle bildiğiniz ailelerden değil:))Yürüyüş molası Kuzguncuk' da verildi...
Yürüyüşün Üsküdar sahaflar çarşısı bölümünden torbaya bu kitaplar girdi...


















Günün öğleden sonrası bölümünde okeycilerle buluşuldu, diyerik diyetik yendi içildi:)) Bu oyunun kitabını yazarım diye masadakiler gıcık edildi.

Bu akşamın dizisi; Seksenler...

İyiakşamlar olsun. Yarın gündönümü yani ekinoks olduğunun bilgisi verilsin ve bu yazı bitirilsin.

19 Mart 2012 Pazartesi

haftabaşı

Pırıl pırıl bir haftaya başlamış bulunuyoruz. Ama hafta ortası sıcaklıklar düşecekmiş, oyüzden hemen sevinmeyelim.

Hadi başlayalım:)

Film izledim...Vizyondayken izleyememiştim, bu sabahın kısmetiymiş. Şöyle eğlenceli bir şey izleyeyim, hem kahvaltımı şen etsin hem de şu pırıl pırıl başlayan haftaya yakışsın dedim. Film güzel, artık olmayan hoşgörü üzerine yapılmış bir komedi filmi... Sonu açık bıraklımış ki belki devam filmi gelebilir diye. Yani devam filmi çekilse kızla oğlan evlenir eee sonra başka ne olur bilemem!!

Kahvaltı sonrası, hayda bre dedim ve önce hafta sonunda el değmemiş evi cıncık gibi yaptım.Sonra da Zeytinyağlı, portakalı kereviz, Pazı diblesi, biber dolması ve domatesli arpa şehriye çorbası pişirdim.Üstüne üstlük, sulu köfte yapmak için , misket köfteler hazırlayıp dondurucuya attım. Sonra da dönüp, helal kızım sana bu yollar dedim.

Dün akşam Survivor izledik ailecek. Pek eğleniyoruz biz bu yarışmada. Önce ayrılmayız, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için diyenlerin sonra aç kalınca nasıl birbirlerine düşman kesildiklerini görüp, vay be anneanne diyorum vay sana vaylar sana. Hep derdi ki, aç koma arsız edersin yok deme hırsız edersin. Bir de aç köpek fırın yıkar derdi.Acun bu arada malı götürüyormuş bana ne... Siz yapın siz götürün :))))


Yeni kitabım; Arıza Babaların Çatlak Kızları... film sponsorum Madeni Cesaretim'in önce bir Antalya'yı dolanıp bana gelen kitabı..

Bu kadar yav, bu pırıl pırıl hava ev meşgalesiyle heba edilmiş olabilir ama yarına çetin bir okey partisine gidiyorum.

18 Mart 2012 Pazar

Hafta sonu yine hızla geldi geçti. Havanın güzelliği ile yürüyüşleri sıklaştırdık ve bu ara her gün yürüdük.

Cumartesi günü yürüyüş sonrası çok eski dostları konuk ettik evde. Kimi zaman hüzünlü kimi zaman neşeli saatler geçirdik.Her hafta anneme taze çiçekler gönderen ünlülerin çiçekçisi Necati Abi,artık ne yazık ki aramızda değil ama oğlu Şafak yokluğunu aratmamaya çalıştı. Necati Abi, her yılbaşı öncesi, hepimize milli piyango biletleri alır, numaralarını telefonla yazdırırdı bize...

Pazar günü; sabah kahvaltı sonrası, karı koca dışarı çıktık ve sahile indik. Artık buraların tadına doyulmuyor.Evden çıkıp yine herzamanki gibi Kız Kulesi'ne kadar yürüdük.Sonra da burada ki teraslara oturup deniz karşı çayımızı içtik, lafladık, kitap , gazete okuduk. Ve böylece Buket Uzuner'in SU kitabını, ayaklarımı suya karşı uzatıp öyle bitirmiş oldum. Planlı değildi ama şık oldu:)




(gözlüklerim can Asisin hediyesi. Tatilde okuma gözlüğümün üstüne taktığım güneş gözlüğünü görünce, beni o ilkellikten çekip aldı hehhe...Artıkın hem okuma gözlüğüm hem güneş gözlüğüm bir arada.)

Eve dönerken biraz da alış veriş yaptık. Kızlar evde olunca, küçüklüklerinde olduğu gibi insanın eline bakıyorlar valla... Gider gitmez açız diyeceklerini bildiğim için, dürüm yapmak için lavaş ve kızarmış tavuk da aldık. Lavaşların arasına, baharatladığım tavukları ufak ufak parçalara bölüp dürüm yaptım, ellerine verdim. Dün kü misafire hazırlanan su börekleri, kurabiyeler ve kekle de çay saati yaptım onlara...

Bu akşam sanırım biz Survivor izleriz. onrasında yeni bir kitaba başlarım ama henüz seçmedim.

Buket Uzuner kitabı hakkında ki notlarıma gelince...

Öncelikle bu kitapla Kadıköy'ü adım adım geziyorsunuz.Tüm mekanlar, benim için tanıdık olması benim için ayrı bir güzellikti. Mesela Beşiktaş iskelesinin üstündeki Denizatı-Cafe^yi gerçekten de çok severim. Manzarası hiç bir yerde yoktur. Fiyat açısından diğer Kadıköy cafelerinden farklı da olsa ambiansına değer. Ama hafta sonu gitmek gafletinde bulunursanız Zeya, Ebru ve benim gibi kafanız ambale olur. Kiatabı okurken içinizden Kumral Ada ve Mavi Tuna'yı yeniden okumak istiyorsunuz. Baylan'da bir Cup Griye'nin tadını bilenler için de mesela gidip hem cupunuzu yemek hem kitabı okumak süper olur.
Şaman(lık) ve Kam(lık)üzerine, otacılık üzerine ilginç enekdotlar ve kıssalar var. Ama Buket Uzuner gibi biri böyle bir yanılgıya düşer mi? bilemiyorum, yoksa ben mi yanlış biliyorum. Fare düşşe kafası yarılır deyimini iki kez Sahaf Semahat'in dağınık masası için kullandı. benim bildiğim, o kadar boştu ki fare düşse kafası yarılırdı şeklinde kullanılır. Örneğin, dolap o kadar boştu ki, fare düşşe kafası yarılırdı. Çok kalabalık derken, iğne kaybolsa yere düşmezdi demek gibi....

Kitap;Su,toprak,hava ,ateş dörtlemesinin ilk kitabıydı...Diğer üç kitabı da okurum. Fakat sanırım hiç biri beni Kumral Ada Mavi Tuna gibi etkileyemez. O candır.
Ayrıca kitap okuyan kız^da da Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları-Su ile ilgili notlar var...


Bazen ,artık bu ülkede yaşanmaz, bu ülkeye yatırım yapmamak gerek , gitmeli gibi söylemler duyuyorum da kızıyorum,gülüyorum çokça da... Kadını , erkeği böyle çalışmış burayı vatan yapmak için...kolay mı iki patırtıya tası tarağı toplamak.Buradan başka vatan yok bize.

Bu gün dünya masal anlatma günü aynı zamanda, anlatın masal yerine Çanakkale Zaferini. Çünkü ancak masallardaki büyücülerin, devlerin insanüstü güçlerle başaracağı işleri, yukardaki resimde ki kadınlar, erkekler başardı.

17 Mart 2012 Cumartesi

CUMA

Bu gün düne inat ne kadar güzel bir hava vardı. Sanki dün yağan o lapa lapa kar buraya yağmamıştı. Ama malesef ki malesef günün gündüz bölümünü evde geçirdim.

Bir film izledim. Sabahattin Ali'nin ''AYRAN'' adlı hikayesinden sinemaya uyarlanan; Karbeyaz...Film; babası hapse girince ,annesi kasabada çalışmaya başlayan 12 yaşındaki bir çocuğun ayran satarak ailesine destek olma çabaları anlatılıyor. Film görsel açıdan süper. O kar manzaraları doyumsuz. Çekimler insana Nuri Bilge Ceylan'ın Bal filmini hatırlatıyor. Verdiğim linkte Sabahattin Ali'nin ''AYRAN'' hikayesini de okuyabilirsizniz. Film eleştirmenlerce görsel açıdan çok iyi fakat bu kadar kısa bir hikayenin uzun metralı bir filme dönüşme kısmını başarısız bulmuşlar.

“Kar Beyaz”; 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film Müziği Ödülü’nü, 15. Sofya Uluslararası Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü, 22. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü (En İyi 2. Film), Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerini kazandı. Ağustos Film’in ilk projesi “Kar Beyaz” ayrıca, 46. Chicago Film Festivali’nde de Dünya Sineması kategorisinde sinemaseverlerle buluştu.



Film izledikten sonra, akşam yemeği için kuru fasulye, pilav pişirdim. Artık bakliyat yiyebildiğim için bunu özellikle kendim için pişirdim. Valla kendim yaptım diye değil ama süper olmuştu:)) tabi pilav yemedim. Yanında roka salatası yedim, sadece bir dilimde ekmek.

Yemekten sonra tiyatro grubumuzla buluşmak için yürüyerek Üsküdar-İskeleye indik. Grup kalabalık olduğu için servisle gittik.Ama Üsküdar'da bu akşam binbir ayak bir kapta desem yeriydi. Servise bakınırken ,o ara ben hah orada dedim ve gittim, meğer kocam duymamış. Adam bi bakmış , karsı birden yel yuf olmuş hehe , sağa bakıyorum, sola bakıyorum, birden yok oldun diyo, kalabalık içinde kalmış. Telefon açtı, sesimde gitmiyormuş. Neyse anlaştık sonunda ama bana biraz gıcık kapmıştı:))

Neyse sonunda tiyatroya gittik. Hüseyin Rahmi Gürpınarın, Şıpsevdi adlı eserini Enis Fosforoğlu ve arkadaşlarından izledik. Bizimle birlikte Hüseyin Rahmi Gürpınarın ikinci kuşak torunları da izledi. Çoktandır dönem oyunu izlememiştim, hoşuma gitti. Bacı kalfalı, Zeynel Ağalı, kostümlü ,müzikli üç perdelik bir oyundu. Enis Fosforoğlu'nun alkışlar karşısında hala gözlerinin dolması benim de gözlerimi doldurdu.

Tiyatrodan eve gelirken, Boğazın ışıltısı, Kız Kulesi, Selimiye Kışlası, karşı kıyıların görüntüsü bana yine iyi ki İstanbul'da yaşıyoruz dedirtti. Ve karar aldık, havalar ısınınca sahil yürüyüşlerimizi arada gece de yapacağız.

15 Mart 2012 Perşembe

Bu gün


Günün filmi...Yine mi? Sen...Ünlüleden oluşan bir oyuncu kadrosu olan film için önce, anah ergen kız hikayesi mi? dedim. Ama sonra Jamie Lee Curtis ortaya çıkınca filmin gidişatı değişti. Oldukça eğlenceli bir filmdi. Bana iyi geldi.Arada böyle eğlenceli filmler ve kitaplar iyi oluyor.

Günün kitabı... Defne Kaman'ın Maceralarına devam.Kahramanın soyadının Kaman oluşu Türk geleneği Kamanlık yani Şamanlık'a bir selammış. Kitapta bol bol bu motifler var zaten. Konuşmak için çok erken çok başlarda sayılırım hala.Kitabın içinde görsel olarak da Şaman motifleri var. Onlara rastlamak , anlamlandırmaya çalışmak çok hoşuma gidiyor, bazı sayfalarda derkenarlar var hatta...

Günün aksiyonu... Garanti Bankası... Zuz ile İş Bankasını çökerttiğimiz için heheh yok kılavuz hesap yok fan fin fon hesabı derken ben hesapları karıştırınca, başka bankadan paracard kullanayım dedim ama altı ayda bir 40 lira yani senede 80 liralık kart işletim parasını duyunca ben yine kaldığım yerden devam edeyim dedim.Hani artık bu kart parası ödeme işi yoktu.Neyse yağmurda yürüyüş de fena olmadı.

Günün öğle yemeği... Zeytinyağlı pırasa...

Günün akşam yemeği...İstavrit tava ... Ev halkına bildiğin enfes tavadan yapılacak, çıtır çıtır kızaracak... Benim ki, tavanın dibine eser miktarda yağ sürülüp, unlanmadan çıtırdatmaya çalışılacak:)

Akşamın dizisi ...Fatmagül

Günün hava durumu...yağmurlu

Günün ruh durumu...ortaya karışık.

hava durumu için düzenleme...lapa lapa kar yağıyor.

14 Mart 2012 Çarşamba

Manzarada bu gün

Bu gün Üsküdar'dan karşı kıyılara bakarken manzarada Kız Kulesi'ni göremedim, çünkü; içindeydim:))

Ne zaman program yapmaya başlasak yağan kar yüzünden sürekli ertelediğimiz Kız Kuleli kahvaltımızı bu gün nihayet gerçekleştirdik. Zero, Özlem(Macera Kitabım) ve ben.

Sabah , rüzgarlı havayı arkama aldım ve yürüyerek buluşma mekanımıza gittim. İlk önce Kız Kulesinin karşısındaki Filizler Köftecisinde süper bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı resimleri Zero'da ...gönderince hemen ekleyeceğim buraya.Kahvaltı mekanı olarak da, manzara olarak da önerebileceğim bir yer. Kahvaltısı dışında köfteleri de çok çeşitli ve lezzetlidir. Aklınızın bir köşesine yazın.Biz sohbet muhabbet gülüş, saatler süren bir kahvaltı yaptık. Yani saat 1o'dan saat 13.00 kadar diyeyim de anlayın gari.İçtiğimiz çayları biz saymadık ama garson saydıysa baya bi yüksek rakam çıkmıştır:)

Kahvaltımız bitince kahvelerimizi içmek için hemen yolun karşısına geçip tekneye bindik ve İstanbul'un bence güzel süsü olan Kız Kulesine geçtik.
Kız Kulesi restorasyona açılınca çok karşı çıkmış, çok üzülmüştüm. Büyüsü bozuldu gibi gelmişti bana. Hala da aynı fikirdeyim. Padişahın kızını , denizin ortasında bir kulede bile bulan kaderini anlatan , efsanelerde ki gibi kalsaydı. Bir yandan da o kadar sevdiğin, hakkında efsaneler duyduğun bir yerde olabilmek de çok garip bir duygu.Kahvelerimizi içtik, teraslardan İstanbul'u izledik. Ve tekrar tekneye binip sahile çıktık. Sonra evlerimize işlerimize dağıldık.

Ben bu gün İstanbul'a Kız Kulesinden baktım.
Peki siz bulunduğunuz yerden nereye baktınız bu gün, sizin manzaranızda neler, kimler vardı...

not... Kitap okuyan Kıza uğramayı unutmayın... Loksandra var.

Ve Yetmişli yıllara ait anıları hem okuyabileceğiniz hem de kendi yazılarınızı, anılarınızı, resimlerinizi gönderebileceğiniz bir yer var artık. Blogcu olsun olmasın herkese açık burası yani yetmiş zaman olur ki...

salı gecesini çarşambaya bağlarkene

Bu günün en önemli atraksiyonu; evdeki bayram temizliğiydi. Böyle dip köşe temizliğe bizim kızlar bayram temizliği derler ve sonrasını hiç sevmezler. Çünkü; temizlik sonrası ben o temizliği hayat boyu koruma iç güdüsüne girerim:))

Temizlik bitince iki günlük de yemek depoladım. Sonra da çayımı demledim. Ama ne çay biliyormusunuz çok özel bir harman. Bir kaç çay harmanlanıp, aromaları birbirine geçsin diye kapalı kaplarda hiç ağzı açılmadan bekletilmiş. Ben yapmadım, hediye ve içindeki çayların neler olduğunu henüz öğrenemedim. Çayımı içe içe kitabımı okudum.

Yeni kitabım; Buket Uzuner'in Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları-SU...Dörtlemenin ilk kitabı.Daha çok başlardayım. Bu akşam KADIKÖY çarşının altını üstüne getirdik.Kadıköy'e gittiğimde mutlaka kahve içtiğim Ferit Bey, Baylan pastanesi, Hacı Bekir lokumcusu, mezelerine bayıldığım mezeci, tatlıcı, Nezih kitapevi, Çiya... defalarca binip karşıya geçtiğim Barış Manço vapuru... Her şey bu kadar tanıdık olunca, komserle birlikte aradık sanki Defne Kaman'ı...ve böyle bildik yerlerde geçince daha bir keyifli oldu okumak.Sanırım bu kitapla ilgili çok konuşuruz.

Bu akşam her salı olduğu gibi Seksenleri izledik. Ali Kaptan ve Cemile'nin hiç düzelmeyen buruşuk suratlarından kurtulduğum için çok memnunum.

Şimdi yatmalıyım. Çünkü yarın çok özel ve çok güzel bir programım var.

12 Mart 2012 Pazartesi

(-CAN-Cicianne, sana pastayı göstereyim mi?

Haftasonun en önemli etkinliği Cancan'ın kardeşi Uras'ın birinci yaş günüydü...Muppet Show temalı partinin baş rol oyuncusu Can'dı haliyle.Kendi arkadaşlarıyla günün tadını çıkardı.Beni uzun zamandır görmeyenlerin, ay ne kadan kilo vermişsin ,tanıyamadık valla diyenlerin arasında artık 11kg vermiş halimle çalım çalım gezdim ben de:))




Hafta sonunun kitabı;Sema Kaygusuz'un Şair Birhan Keskin'in de kahramanları arasında olduğu yeni çıkan kitabı KARADUYGUN'du... Leylak Dalıcımla eş zamanlı okuduk ve sonra konuştuğumuzda aynı hikayelerden etkilendiğimizi gördük.Beni yollarda yaprak toplarken görürseniz hiç şaşırmayın.

Karaduygun;Kanserden kaybettiği kardeşiyle özdeşleştirdiği kanserli yaprağı itina ile koruyup saklayanların,bana annemi hatırlatan, dünyanın uğultusunu içinde duyanların ,içindeki parçayı geçirdiği zaman dilimlerinden birinde bırakanların, bana; ben geçen seneki Lale'miyim,bir parçam başka zamanlara takıldı kaldı mı? yoksa diye sorduran, Musa Anter'e adanmış öyküde içimi kanırta kanırta kanatan bir kitap Karaduygun. Hafta sonunda bir solukta okuduğum bir kitap oldu.

Zuz'un artık Ayvalık dönüş tarihi geldi. Dün akşam bize son turunu yaptı. Geç saatlere kadar oturduk. O'nu izlediği benim izlemediğim diziyi o telefonda konuştu ben izledim:)) Kenan Işık'ın yarışma programını Kocamın da katılımıyla birlikte izledik. Aşkolsun Beşiktaş sana Kocamın yüzünü güldürmedin bu sene ama neyse Orduspor ile berabere kaldı...Yattık kalktık, sabah oldu.Kahvaltımızı yaptık Zuz ile ben yine bankaya gittik:) bankacı bizi görünce herhalde bela geliyorum demez gelir diyodur. Bir kılavuz hesap meslemiz var da:)))

Bu sabah film izlemedim, Zuz uyanmasın diye...Öğleden sonra O gidince de akşam yemeği hazırlığı falanı filanı...

Bu akşam TRT1'de Türkan Şoray'ın da olduğu bir padişah dizisi daha başlıyor. Biz izleme kararı aldık. Seversem tavsiye ederim. Çok seversem ille de izleyin, izlemezseniz küserim derim.

  • Ve yepisyeni bir blog... Yetmişli yılları yaşayanların, yetmişli yıllarda çocuk olanların, yetmişli yıllarda aşık olanların, yetmişli yılları dinleye dinleye büyüyenlerin blogu... Hepimiizn blogu... Herkesin yetmişli yıllarla ilgili, yazı, resim,anı her türlü döküman gönderebileceği yayınlanabileceği bir blog... Yetmişli yıllar...Yazılarınızı yetmiszaman@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

10 Mart 2012 Cumartesi

Cumartesi notları, sinema, kitaplar, falanlar, filanlar



Bu gün kızların ikisininde eğitim semineri olduğundan karı koca sinema günü yaptık ve Siyahlı Kadını izlemeye gittik.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, ünlü İngiliz polisiye yazarı Susan Hill’in kitabı Siyahlı Kadın, Arthur Kipps’in genç bir avukatken başına gelenleri anlatıyor.YKY den çıkan kitap filmle aynı anda raflarda buldu kendini...

Film cuma günü vizyona girdi. Ben gerilimdir, korkudur ne okurum ne bu tür filmleri izlerim. Ama kitapla film çakışınca hadi filmi bari izleyelim dedik. Baş rolde Harry Potter serisinin Harry'si var. Bu seri bitince soluğu bu filmde almış. Gayet de başarılıydı. Ben filmlerde konu kadar görsellik ve kurgu aradığım için filmi beğendim. Görsellik çok iyiydi. O trenin giderken arkada bıraktığı duman sahnesi için bile izlerim ve de med-cezir sahneleri için. Filmde ilk bir saat ne gerildim ne korktum, sonrası biraz rahatsız etti. Bataklık sahnesi ise yani resmen komikti.Bana kalsa Elveda İlk Aşkım'ı tercih ederdim. Bu filmi hafta içi tek başıma gidip izlemek istiyorum.

Cumartesi kitabım ise; Leylak Dalı'nın şehrindeki kitap fuarından payıma düşen Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler...Ergenler, ufaklıklar, kanı kaynayan delikanlılar, serseriler... Annesine, kızına, kızın kardeşine aynı anda aşık olanlar, içimizden ettiğimiz küfürleri alenen söyleyenler. Erkek çocuk hikayeleri...Emrah Serbes Behzat Ç.nin senaryo yazarlarından ve de Afilli Filintaların bir üyesi.

Kitaba sabah herkes uyurken yeşil çayım eşliğinde başlamıştım , araya sinema girince bıraktım. Sinemadan sonra hiç ara vermeden okudum ve bitirdim.Ve bu kitabı da yazarını da çok ama çok sevdim.

Akşama doğru Naziş eve döndü ama Gamsegamse arkadaşlarıyla takılmış dönmedi.Akşam yemeğinden sonra ikimiz Kadıköy'e gittik. Havanın soğukluğundanmıdır nedir? ortalık sakindi ama kapalı yerler tıklım tıklımdı. Kahve Dünyasında güç bela yer bulup oturduk. Naziş gözümün önünde çilekleri, muzları fondüye batırıp batırıp yuttu ben de sade kahve ve su ile yetindim. Bir iki çilek attım yalnız ağzıma... Kahvemi içerken Şahane Hataların sayfaları arasında gittim geldim. Seçtiğim yolun sonunda yamyamların eline düşünce ohi dedim . Bu kitabı biliyorsunuzdur umarım. Piyangodan çıkan 22 milyonunuz var. hadi seç diyor. İşe devam mı? işinden ayrılıyormusun. İşinden ayrılmayı seçtim ve söylediği sayfadan itibaren okumaya başladım , oradan başka seçimler yaparak işaret ettiği bölüme falan derken yamyamların eline düştüm işte hihihi....

Bu akşam başlamak üzere iki kitap arasında kaldım ve Leylak Dalı'nın tavsiyesi üzerine Sema Kaygusuz'un Karaduygun'una başlıyorum. Kitabın kahramanı gerçek bi kişilik; Şair Birhan Keskin... Ben önce Birhan Keskin'in bir kaç şiirini okuyup öyle başlayacağım.

Yarın CANCAN'ın abi oluşunun URAS'ın da 1. yaşını kutlayacağız...Muppet Show temalı bir parti hazırlandı. Can kuşum çok heyecanlı...




9 Mart 2012 Cuma

bu günden ve kitap ritüelleri



Bu sabah kahvaltıyı Zuz ile birlikte yaptık, öğle yemeğini de birlikte yedik.Sonra o aldı çıkınını karşıya geçti. Kuzguncuk planımız vardı uygulama fırsatı bulamadık.

Öğleden sonra akşama kadar Gamse'nin tacizlerine dayanamayarak ona kuaförde eşlik ettim.Araya kitaplar girince yarım kalan, Dağın Sesini orada bitirdim. Kuaför bomboştu, uzattım ayaklarımı kitabımı okudum, çaylarım, kahvelerim geldi gitti ve tam iki saat kitap okudum.
Dağın Sesinden bana kalanlar;Dünyanın her yerinde tüm ebeveynlerin ortak kaygılarının olduğu...
Lale ağacı... Boyu 25 metreye kadar yükselebilen bir ağaçmış ve laleye benzeyen çiçeklerinden dolayı bu adı taşıyormuş...Tulipafera...
Bir Japon Ressam Vatanabe Kazan... 1800 lü yıllarda yaşamış... En meşhur tablosu ;Şafakta inatçı karga...Murakami; bir Japon yazar...İmkansızın şarkısında ki kahramanının adı Vanatabe... Sahilde Kafka'da da Tamura'nın en yakın arkadaşının adı karga idi... Kafka Çekçe'de karga demekmiş zaten.Nedense bu benzerlikleri kurmak hoşuma gitti....

Ve bir Budist özdeyişi... ''Tanışılması zor olanla tanıştım,duyulması zor olanı duydum''
.
Ve şahane manzara betimlemeleri...bir kitap daha fazla ne verebilir insana ben borçlu bile düştüm Dağın Sesine...

Kitap demişken kitaptan ayrılmayalım ve Yeliz'in kitap ritüelleri konusundaki mim ödevimi de yerine getireyim.

Kitaplarımı hiç çizmem, hiç kıvırmam, görseniz kitapçıdan yeni geldi sanırsınız ve bu konuda Zuz tarafından ,kitaplarıma yaşanmışlık katmadığım gerekçesiyle suçlanırım.

Kitap okurken yanımda top patlasa duymam... Oturarak, yan yatarak, sırt üstü ve yüz üstü yatarak her konumda okurum.Ama bir çevre düzenlemesi yaparım.Dağınıklığın ortasında okuyamam.
Okurken yanımda laptop ve not defteri mutlaka olur. Not alırım
bir müzik parçası adı geçse açar dinlerim. Bir tablodan söz edilse açar o tablo nasıl bir şey bakarım. Bir şiirden dize olsa,o şiirin tamamını okumazssam rahat edemem.Kitaba göre ayraç seçerim. Tarihi kurgulu bir roman okuyorsam, bilumum müzelerden alınmış ayraçlar kullanırım,Murakami kitapları için özel kedili ayraçlarım vardır mesela. Çok beğendiğim bir yazarın kitabı çıkmışsa laleli ayraçlar kullanırım.Cancanın sevdiğim resimlerini kitapların arasına koyarım ve sayfalar arasında rastlayınca gülümserim, canımmm derim.

İlkokuldayken tenefüslerde doğru kütüphaneye giderdim ve çalan zili duymadığımdan hep öğretmenim gelir beni alır,sınıfa götürürdü ve hiç bir zaman kızmazdı. Kitabın basıldığı yayınevi, kapak tasarımı, çevirmeni benim için önemlidir. Kırmız Kedi Yayınevinin kağıt kalitesi, kapak tasarımları,YKY nin yazar ve kitap seçimindeki titizliği ve İletişim Yayınları tercihlerimde öncelik taşır. Eğer birine ilk kez kitap hediye edeceksem mutlaka Sevgili Arsız Ölümü ya da Doğunun Limanlarını hediye ederim. Bunları hediye etmemişsem, bu kitapları okuduğunu düşündüğümden ya da bildiğimdendir. Hareket halindeki araçlarda okuyamama halimi yavaş yavaş üzerimden atmaya başladım.

Yalan Dünya bu gece yalan oldu çünkü benim bütün kabilemin beni bu gece arayacağı tuttu...Kıbrıs,Ordu, Ankara ve İstanbul'dan hepsi sıraya geçti:))