Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yağmur, film , gevezelikler

Dün gece gök gürültüleriyle birimiştim yazımı, öğleye kadar devam etti, sonra güneş çıktı, sonra bir ara yine çiseledi yine açtı...Sanırım yine yağmurlu bir hafta geçireceğiz.
Sabah gökgürültüleri, şimşek çakmaları eşliğinde film izledim. Aldım bir demlik çayı yanıma, kendime ait odama geçtim, yağmur camlardam süzüm süzüm süzüle dursun ben filmimi izledim.


Zelary son derece başarılı bir Çek yapımı bir dram filmi...Kveta Legátová’nın Jozova Hanula adlı romanından uyarlanmış.2004 yılında yabancı film dalında Oscar adayı olmuş.Çek topraklarının Nazi işgali olduğu yıllarda tıp öğrenimini yarıda bırakarak hastanede hemşire olarak çalışmaya başlayan Eliska ile köylü Joza'nın hikayesi... Eliska doktorların katıldığı bir direniş örgütündedir. Gestapo örgütü ortaya çıkarınca sevgilisi bir gecede ülkeyi terkeder. Arkadaşları ücra bir dağ evinde emniyettte olacağını düşünerek, köylü Joza ile birlikte onu Zelary'e 150 yıllık dağ köyüne gönderirler. Burada şehirli Eliska'nın köylü Hana'ya dönüşümü e köy sosyal yaşamına ayak uydurma dönemi çok başarılı verilmiş.Zelary'de zaman 150 yıl önce durmuştur. Elektrik bile yok. Aydınlanma gaz lambasıyla yapılıyor. Ağaçları, dağları, çiçekleri ile masalsı bir köy Zelary...Bir de küçük kız var ki Helenka, bu filmin kaçırılmaması konusunda başlıca unsur diyebilirim. Bu filmi izlemezseniz küserim kategorisine koydum. Dikkat ederseniz çoktandır bu kategoriye koyabileceğim bir film çıkmamıştı karşıma.

Cumartesi genel temizlik yapmıştım, dün evden çıkmadan önce yemek işini de halletmiştim, o yüzden bugün şöyle bir toparlanmaca dışında hiçbir şey yapmadım. Filmimi izledikten sonra kitabımı okudum. Çaydır , kahvedir derken akşam olmuş. Gamse aradı- Anne kuafördeyim, gel bana arkadaşlık et dedi. Aldım kitabımı gittim...Bana alışıklar, hemen bir fincan çayımı önüme koydular, kitabımı okudum-Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları-arada Gamse ile arada Ordulu kuaför ile gevezelik ettik. Çıkışta markete uğradık, saat sekiz olmuş haberimiz yok. Sonrası akşam yemeği, Survivor izlemece falan filan. Şimdi yazımı bitirince biraz da kitabımı okurum.

düzenleme:

Bu yazı yazıldıktan sonra, 1Q84 okudum 40-50 sayfa falan okudum uykum geldi , yatağa zor koştum ama 05.00 de zıp diye uyandım. Biraz debelendim tekrar uyumak için ama baktım faydasız. Salona gelip, tv izledim biraz. Çağla Şikel, Ögür Çevik,Zeki Alasya ve Melek Baykal'ın oynadığı Romantika adlı müzikali izledim. Sonra blogun yan tarafındaki okuduklarım bölümünü değiştirdim. Şimdi okuduklarım ve sıra bekleyenler olarak. Ben bunlarla uğraşırken baktım Gamse kalktı, meğer okula gitme saati gelmiş.Bense uykum gelse de bir iki saat daha uyusam derdindeyim:)

Sana bugün Nakkaştepe'den baktım ey aziz İstanbul

Dün gece rüyamda Cancan'ı gördüm. Sanırım özlemişim. Sabah aradım, erkenden, Berfu rüyanda mı? gördün dedi:)) he valla dedim.Biraz kendimize gelelim programlaşalım dedik.
Öğleden sonra Cancan'ım hepimiz için ayrı ayrı yaptığı resimlerle çıkageldi.Fakat şöyle bir derdimiz var, kardeşini hem seviyor, hem de yerden yere vuruyor. Uras cücesi de yürümeye başladı. Bugün biz çıkmak için hazırlanırken, sen git benim yeri keşfet, bir güzel baş köşeye kurul.Nasıl tatlıydı... gelin bakın diye seslendim. Seslenmez olaydım. Can'dan bir araba dayak yedi garibim. Neyse çıktık dışarı önce Cancan'ın deyimiyle bizim semtin spor klübesine uğrayıp, Babaanne ve Dedeye Uras'ı sattık.Biz de fazla uzaklaşmadan Nakkaş Tepe'de ki Yedi Tepe Reteurant-Cafe'ye gittik. Burası tam boğaza nazır, yemekleri, servisi çok güzel bir yer. Yemekten sonra gezinti yapabileceğiniz güzel bir gezi yolu ve bu yolun sonunda teleskopla Boğazı seyredebileceğiniz bir terası var. Hatta ben artık yürüyüş güzegahlarıma burayı da ekledim. Çay molamızı da burada veririz.Zaten dönüşte Naziş'le biz yürüdük.Burada gördüğünüz gibi Berfu Boğazı dikizlemekte :)(bu yolda Cankuşumla az koşmaca oynamadık:))

Eve geldiğimizde bizden kalanı akşam yemeğini yemişti. Sabahın köründe pişirdiğim dolmalara yumulmuşlardı.

Sonrası çaydı, Survivordu falan filan.

Kitapta sanırım uzun bir süre 1Q84'den söz edeceğiz. Henüz 160 sayfa falan okudum. Çünkü çok kalın ve bu yüzden açık hava okumalarına götüremiyorum. Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları ile paralel gidiyor. 153..sayfadan sonra kitabın adının neden bu olduğunu anlıyorsunuz. Yani adı bende saklı değil:) Açık açık anlatıyor. Q'nun Question dan geldiğini, dünyanın soru işaretleriyle dolu olduğunu anlatmak istediği için bu ismi koyduğunu anlatıyor. Kadın kiralık katiller, paralel evrenler daha neler nelerin beni beklediğini bilmediğim bir dünyanın içine dalmış durumdayım. İlk dinlediğimiz müzik parçası; Janacék'in Sinfoniettas'ı...Murakami'nin olmazssa olmazı müzik hemen gösterdi kendini. Her kitaba bir müzik parçası damgasını vurur mutlaka...Yanlış hatırlamıyorsam Zemberek Kuşunun Güncesinde de Arşidük Üçlüsüydü bu...Murakami aynı zamanda bir maratoncu...kitaplarınıda bir maraton koşusundaymış gibi yazıyor. Yavaş yavaş giderken birden hızlanıyor. Ben usul usul gittiğimizi, karakterleri tanıdığımızı snaırken hooop birden paralel evren karmaşına düştüm.Kitabı okuyanlar açısından bu kadar yazmak yeterli sanırım.Yoksa, polisiye bir kitap verdiğiniz birine; katil uşak demeye benzeyecek iş:)

Şimdi gök gürlüyor. Sanırım yine yağmurlu bir hafta olacak...