Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

30 Ağustos 2013 Cuma



30 Ağustos Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun...

29 Ağustos 2013 Perşembe

İşte geldin burdayım:))

Uzun  zaman  olmuş yazmayali. Bu araya küçük bir Cunda tatili sigdi...Bu arada açiklamaliyim ki bu yaziyi tablette yaziyorum. Bu'' i '' lerin nedeni o((

Cunda tatili  çok ónceden planlanmiş,sabirsizlikla beklenmekteydi...Zeya-Ece-Magissa-Timsal Hanim-Elçin ve benim liseden sinif arkadaşim Nermin ile  şen Cunda geceleri ve günleri geçirdik...Uzun upuzun kahvaltilar,denizden taşan keyifler ve Cunda sokaklarina kurulan , gece yarilarina kadar süren sohbetlerle dolu 4 gün geçirdik.Bir gün Badavut'a gittik onun dişindaki tüm zamanimizi Cunda'da geçirdik.Ve Cunda Adali Pansiyonun mavi kapisi,Zuz'un elleriyle hazirladiği kaahvaltilarin tadi damagimizda tatili noktaladik.
 Zuz'un yani Cunda Adali Pansiyonun meşhur kahvaltısı... Ben resimden bir şey anlamadım,gözlerimle göreyim hatta Zuz kendisi anlatsın derseniz,Kanaltürk de geçtiğimiz pazar yayınlanan programı buradan izleyin...Çekim biz gitmeden önce yapılmıştı ama biz oradayken yayınlanınca hep birlikte izlemek de ayrıca çok keyifli oldu...Buraya bi TIK
 Zeya,Lale Abla,al bir lokmada okursun dedi ve gerçekten de hap gibi yuttum. Bir arkadaşlık hikayesi...Beğendim ben de..Bu yazın tatil kitabı oldu...
 Badavut...Sarımsaklı tarafında bir yer...Badavut;Rumcada ,saklı yer anlamındaymış. Gerçekten de saklı bir cennet gibi...Denizi biraz serin ama çok güzel...



Resimde gördüğünüz yer Beyaz Balina...Bu masaları gördüğünüz yerde gündüz güneşlendik...Akşama doğru da masalar konuyor...Görünen masa bizim masamız...Gündüzden balığımızı ayırttık...Koskocaman bir sinaritti...İlk kez yedim ve lezzetini beğendim.

Arkadaşlar,ne sizlerle denizde yüzmeye,ne arabaya doluşa doluşa  binmeye ne kapi onünde içtiğimiz kahvelere,ne kapişa kapişa yediğimiz mezelere,kaldirdiğimiz kadehlere.sóylediğimiz şarkilara doyamadim.Bir sonraki seyehatimizi sabirsizlikla bekliyorum.

Tatil keyifliydi ama yolculuklarimiz da ayni oranda keyifliydi...Terminalde adlarimiz 10 kez anons edildikten sonra otobüsümüze ancak teşrif edebilmemizden tutun da daha biner binmez yerimize bile oturamadan ellerimize tutuşturulan dondurma kaselerine kadar nice gülünç şey yaşadik...


Şimdi İstanbul'dayız...Ben gelir gelmez ayağımın tozuyla ''Ana Sınıfı Kampanyamız'' a ön ayak olan Ahmet Öğretmen ile bir akşam yemeği yedim,Kadıköy'de...Kampayamıza  destek veren Çiğdem,kızı Elif ve Gamsegamse'de vardı yemekte...

Bugün temizlik ve yemek ile geçti...Bilgisayar bile açamadım doğru dürüst,Zeya aradı hatta -Lale Abla sosyal medyada göremedim deni bugün dedi:)) Neyse artık işim de bitti  tüm sosyal platformlara hızlı bir giriş yaptım... Efsane geri döndü,anlayacağınız:)))





20 Ağustos 2013 Salı

Bella

Kızların  okulu açıldı daha doğrusu örtmengillerin seminer dönemi başladı ya, Allahıma şükürler olsun biz de normal hayatımıza döndük. Öğlen yemeği niyetine edilen sabah kahvaltıları kendini gerçek kahvaltı gibi kahvaltılara bıraktı...Benim de  kendi kendimle yaptığım sabah keyifleri başladı...Umarım okumazlar bu satırları... Ay bi de arıyolar arada bir- ne yapıyorsun diye,fink atıyorum evde diyemiyorum tabiatıyla...Acıklı acıklı napiiim çocuuummm, iş yapıyorum,yemek yapıyorum falan diyorum:)

Bugün  kendime saray usulü kahvaltı hazırladım:)) Kahvaltı sonrasını da kişisel bakımıma ayırdım hehe,saçlarım kesildi ,boyandı...Kuaförümden semtten haberleri de aldım geldim. Sonra yine kendime bir sandviç hazırladım.Yattım yuvarlandım...Ama bunlar bugüne mahsustu,yarından itibaren hummalı bir biçimde çalışmam gerekiyor...Hani küçük bir tatil demiştim ya,o tatile bir tek ben gittiğim ve geride bir kızılderili kabilesi kaldığı için her boş bulduğum yere yiyecek bir şeyler tıkıştırmam gerek:)Yemekler pişecek dondurulacak.Onları dondurucudan, bir gece önceden budolabına alacaklar ve ertesi akşam eve geldiklerinde ısıtıp yiyecekler...


Dün çok hoş bir olay oldu.Kocamla ''Üsküdar Çarşı'' da işimiz vardı...İşimiz bitince,çayhanelerin olduğu meydana gidelim,hurma ağacının altında çay içelim mi dedi,koca?...E hayde gidelim dedim...Yöresel pazardan geçerken ,oradaki gözlemeciye uğradım,şöle 15-20  gözleme yaptırayım,dondurucuya atayım dedim. Valla dondurucudan çıkarın,ısıtın aynen sacdan yeni alınmış kadar taze  oluyor. Neyse ,ben gözlemeci kadınla konuşurken orada da oturmuş iki hanımdan biri -Lale Hanım ,dedi...Ben de  şaşkın şaşkın efendim dedim...Blog sayfamı okuyan  bir  okurummuş... Nasıl hoşumuza gitti ,ikimizin de...Biraz sohbet ettik,ayaküstü... Bir kaç kez oldu bu tür karşılaşmalar. Blog yazmanın en hoş taraflarından biri de böyle güzel  geri dönüşler almak...Mürşide Hanım ile bir daha karşılaşır mıyız bilemem ?. Ama kendisini hiç unutmayacağımdan emin olsun...

Vee gidiyorum ama şu hanımı da tanımanızı istiyorum...Adı Bella Eşkinazi... Bir Türk Yahudisi...Orhan Veli şu şiirini onun için yazmış... 



Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;

Entarisi sıyrılmış, hafiften;

Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;

Bir eliyle de göğsünü tutmuş.

İçinde kötülüğü yok, biliyorum;

Yok, benim de yok ama…

Olmaz ki!

Böyle de yatılmaz ki!


 ^^^^^^^^^^^^^^^^

 Bella  Eşkinazi tam üç yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsünde üç yabancı dilin dersini vermiş. Yeter ki orada olayım,ücret bile talep etmem demiş. Ama üç yıl sonra müdür değişince ,görevinden azledilmiş...Şimdi seksenli yaşlarındaymış ve hiç bir diziyi kaçırmıyormuş...

Hayde gideyim şimdi iyi olsun akşamınız...




19 Ağustos 2013 Pazartesi

Pazartesi yazısı

Blogu çok ihmal etiğimin farkındayım hatta bazen bir blogum olduğunu bile unutuyorum.Sanırım son aylardaki ağır gündem ve bunun estirdiği hava  sonucunda-bu kadar şey olurken ''şimdi bunları mı yazacağım?''  sendromuydu.Zaman zaman   bu havadan çıksak da ,genel hava bu.Ama sizin beni unutmadığınızı umuyorum...

Mesela ,geçen yıl bu zamanlar kış hazırlıklarına başlamışım ve bunu da çok keyifle yapmışım.Yazdığım yazılara baktım da sanırsınız kış değil savaş hazırlığı yapmışım. Derin dondurucuyu daha geçenlerde ancak çalıştırdım ve biraz bezelye ve barbunya koydum. Ama sırada  küçük bir tatil var. Sanırım o beni kendime getirecektir.

Kızların tatili  bugün itibariyle sona erdi...Yeni okul, yeni heyecan onlar için.Öğrencileri gelene kadar bir ay hazırlık yapacaklar,yeni eğitim yöntemleri tanıyacaklar. İlk güne Boğaziçi Üniversitesinde başlıyorlar...Artık çocuklar anaokulundan ve ilkokuldan itibaren Boğaziçi Ekolü ile tanışacaklar.Çünkü yeni okulları Boğaziçi Üniversitesi destekli ''BÜMED''....


Yeni kitabım;KÜN...Sezgin Kaymaz'ın okuduğum ilk kitabı...İçinde fantastik ögelerde barındıran tam bir kara mizah...Bu kitap hakkında daha sonra çok konuşacağımız için şimdilik  bu kadar ipucu veriyorum.

Son bir kaç gündür ,hava sıcak geçiyor ama yine de geceleri klima olmadan uyuyabiliyoruz ve de sabah saatleri de serinliğini esirgemiyor bizden...O nemli sabahlara uyandığımız, pencereyi açınca sıcak ve ıslak bir havanın suratımıza çarptığı ağustoslardan değil...  Bizim evin salonu,yan sokağa ve apartmanların bahçelerinin olduğu geniş bir alana bakıyor. Bu geniş alan aynı zamanda bir kaç sokakla kesiştiği için,o sokaklardaki apartmanlarında bu tarafa baktığını düşünün...Şimdi bu tarifle nereye gelicem,diyosunuz:)) Geçen gün  yine sıcak bir gün tabi,klima açık...Bu arada dışardan bir acaip uğultu geliyor. Pencereyi bir açtım ki, tüm evlerin klimaları çalışıyor,haldır haldır,uğul uğul bir ses...Neyseki sadece o gün oldu...Sanırım Çamlıca ve Boğaz arasında kalmanın nimetlerinden faydalanıyoruz...Öyle ya da böyle yazın son demlerini yaşıyoruz sayılır artık...Zaten benim için yaz 15 gün olmalı,o da tatile gittiğim zamana denk gelmeli:)))


İyi bir hafta olsun...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Limonata gibi

Bana göre limonata tadında geçiyor yaz...Kastettiğim havalar tabi. Yoksa ülke gündemi yine ağır hep ağır...

Havada hep bulutlar ve hep bir rüzgar var...Şimdiye kadar iki kez klima açtık,o da bir iki saat falan...Ben geçen yazı klima altı cam cam  vaziyetlerinde geçirmiştim. Geçen seneki yazılarımda da yanıyoz yanıyooz diye feryat etmiş, alev alev gibi   başlıklar atmışım hatta...

Gecleri,okuma odasının her iki camını da ardına kadar açıp,püfür püfür kitap okuyorum.En son ''Peri Gazozu/Ercan Kesal'' dan söz etmişim. Dün de imza günü vardı... Ben gidemedim çünkü ne kadar #direnbizimevintvsi desem de direnmedi ve ebediyete intikal etti...Onun yerine aldığımız tv nin montajı vardı...E artık alınca yeni nesil bişi alalım dedik.Onların da işi başı uzun. Al eve getir,sehpaya oturt devri bitmiş :)) Ama benim fedekar ve de cefakar kızım Naziş,gitti hem Ercan Kesal ile tanıştı hemi de  kitabımı imzalattı...



Araya ''Peri Gazozu''nu araya sokup yarım bıraktığım  ''Solmayan Güller/Jennifer Donnelly''e devam ettim ve de bitirdim. Ayıptır söylemesi,kendisi de bir ansiklopediden halliceydi...Ama ,rahat okunan,şır diye akan bir kitaptı neme lazım... Sayfalar ilerledikçe ,konuya çok etkisi olmasa da, sanırım 1880 li yılların İngiltere tarhinden de kesitler verebilmek için aaraya giren bir katil vardı...Aha,katil ne alaka demeyin adı hala bile unutulmayan ''Karındeşen Jack''bu... Kitabın en hoşuma giden yönü gerçek kişilerin de kurguda olmasıydı mesela Van Gogh gibi..Kitapta, polisiye bir yan var, aşk var, gizem var, başarı hikayesi var.... Yani okumayın demem...

Solmayan Güller bitince biraz eğlenceli birşey attırayım araya dedim ve Afilli Flinta; Alper Canıgüz'ün ''Cehennem Çiçeği''ni okudum. Nasıl eğlenceli, bir lokmada haap diye yutulabilecek bir kitap anlatamam...Hemen diğer kitaplarını da alacağım.


Şimdi ise Başucumda Müzik/Kürşat Başar okuyorum...Hemen hemen hikayenin ne olduğunu ve nereye doğru gittiğini kavradım.Kürşat Başar'ın yıllar önce bir tv programı vardı...Çok şık bir yemek  masası  başında,birbiriyle alakasız ünlüler bir araya gelir,sohbet ederlerdi...Ben onları görünce,ay bunlar ne gibi bir ortak konu etrafında konuşabilir ki derdim her seferinde ama Kürşat Başar  bunu başarır ve çok keyifli bir sohbet çıkardı ortaya...Kitap da öyle...Sanırım bir çogunuz okumuştur zaten...Ben daha önce 'Kış İkindisinin Evinde''yi okumuştum ama bu en çok beğenilen ve sözü edilen kitabını 10 yıl kadar geciktirmişim:))İşin tuhafı,kitabı okurken de bu kitap 20-25 yıl önceki Lale'ye daha çok hitap ederdi gibi bir düşünceye kapılmış. Sonra o yıllarda daha çok  içinde bulunduğumuz ortamın da etkisiyle daha çok Pınar Kür, Sevgi Soysal, Bekir Yıldız ve Fakir Baykurt okuduğum aklıma geldi) Tamam dedim bu yaş,yani şimdiki yaş uygun,ilişkiler hakkında çok daha iyi fikir yürütebileceğin bir yaştasın:)) Çok emin olamasam da bu yaş iyi dedim...



Bir kitabım var sırada Ataletim ve Leylak Bacım ağzımı sulandıra sulandıra sohbetini yapıyorlar...Ama kanımın son damlasına kadar bekletiyorum..



E hep kitap olmaz di mi?.Biraz da yiyelim içelim... Size son derece pratik bir lahmacun tarfi vereceğim şimdi.Bizim evdekiler yiyince,bir daha dışardan lahmacun isteemyiz dediler. İşte bu söylenince nasıl bir gaflete düştüğümü anladım, kafama bir şeyler dank etti ama heyhat artık çok geçti, tadını almışlardı bir kere:))



Şimdi efenim... Ana malzeme tüm marketlerde satılan dürüm falan yaptığımız tortilla hamuru... Bir pakette 10 adet var ve fiyatı üç-dört lira falan.

10 tanelik için yarım kg kadar kıymayı eğer yağlıysa kendi yağında yoksa kendi ölçüzce yağla önce suyunu salıp, çekene kadar pişirin, soğanı ve biberi incecik doğrayın birlikte karıştırmaya devam edin,sonra bir tatlı kaşığı biber salçası,bir çorba kaşığı domates salçası ilave edin. Salça ile de biraz pişirin ve  minik minik doğranmış domateslerini ilave edin.Baharat ve tuzunu kendi isteğinize göre ayarlayın. Hatta sarımsak da doğrayabilirsiniz.. Yalnız malzeme biraz suluca olsun ki, hamuru ıslatsın.

Şimdiii, yanmaz bir tavayı iyice ısıtın ve yağlamadan tortilla-dürüm  hamurunu tavaya koyun. Malzemeyi üstüne yayın...Çok kısık ateşte ,üstüne kapak kapatarak pişirin. Artık limon mu sıkarsınız? arasına  soğanlı, maydonozlu garnütür mü koyarak yersiniz bilemem.

Bunlar da yaza en uygun tatlılar,keşküllülü dondurma ve yeni icadım adını ferahca koyduğum limonata tadında bir su muhallebisi...
Bir litre su için,altı limonun suyunu sıktım,üç tanesinin kabugunu da rendeledim. Bir buçuk bardak şeker,üç üç kaşık un, iki kaşık nişasta ile muhallebi gibi pişirdim. Bir paket vanilya ilave ttim,altını kapatıp kaselere  koydum. Üstündekiler,yulaflı büsküvi ve limonlu çikolata çubukları...

Hayd, gideyim şimdi...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Sensiz günlerde



Sen bizimle ilgili hayaller kurmuş muydun Anne? Gençkızlık hayallerinde biz var mıydık? ...Varsak ne derece gerçekleşti bunlar bilmiyorum ama bana bir anne hayal et deselerdi,tam da seni tarif ederdim.Çocuklarının üstüne abanmadan,kendini hiç hissettirmeden yanında olabilen,yanyana yürüyebilen biri... Metin'in yatağının altında bulduğun pankartları usulca geri iten,önlemlerini en sessiz biçimde alabilen biri olmayı nasıl başardın, ya da yaptığımız hataları hiç yüzümüze vurmadan telafi etmeyi... Ama başarıları da aynı  duruşla  karşılardın. Ben öyle olmayı beceremiyorum. ...Senin koyduğun-o kadar da değil yani, önünde sonunda ben annenizim duruşu yok bende...O kıldan ince çizgiyi çizmeyi beceremedim.Yaygaracıyım,vırç vırçım...Bazen Zeki hatırlatıyor hatta-Lale, sen onların annesisin,arkadaşı değil diye:))Ben bir dala çıksam,onlar o dala salıncak kurup sallanıyorlar...

Zuhal- benim hiç annemle özel bir resmim yok diye şikayet ediyordu,en küçük ya hep karambole gelmiş...Hep kalabalıklara karışmış...Seninle bir  fotoğraf çekilecekken biri tüneyivermiş yanınıza...Geçen gün Gamze-Teyze,teyze Anneannemle en özel resminizi buldum, hiç kimse yok aranızda diye  şu aşağıdaki resmi çıkardı...Karnında çünkü:))




Bu yaz gelemedim Ordu'ya ,sonbaharda inşallah... Senin Bağlarbaşı'nda ki parkı yıkıp yerine ışıklı,sulu  bişi yaptılar.  Ağaçları da kesip dımdızlak ortada bırakmışlar parkı. Sen hiç sevmezdin.

Geçen gün aklıma ,senin liseyi bitirme hediyesi olarak aldığın yüzüğü kaybettiğimde  yerine ,yeniden aldığın yüzüğü verme biçimin geldi.Ne komik kadınsın...Karşılıklı oturuyorduk. Sen iki elini garip bir biçimde üst üste koymuştun. Ve yüzük parmağın beni gör beni gör der gibiydi... Parmağındaki yüzüğün üstünde taşlarla işlenmiş bir ''L'' harfi vardı.Anne-bana ,yüzük mü aldın dedim?...Yooo,kendime aldım,dedin.E,peki niye ''L'' harfi var,deyince de-çok hoşuma gitti,aldım dedin:)) Sonra da,bunu bari  koyduğun yerlere dikakt et dedin ve parmağıma taktın. Hiç çıkartmıyorum o yüzüğü parmağımdan.

Şimdi Gamse,hayatımda içtiğim en güzel kahveyi yaptı getirdi. Çok yoğun damla sakızlı ''Ege Kahvesi'' Naziş,İzmir'den getirmişti...

Geçtiğimiz yaz evi kapattık...Bize kızdın mı?...Ama sevdiğin herşeyi özenle koruduk,sardık. Dayım çok kötü hissetti kendini,en yakın arkadaşın  hala dediğimiz Türkan Hala'ya senden hatıra verdim,bir kaç şeyi...Birlikte ağladık,hep seni ve birlikte geçirdiğimiz günleri andık.

Bir görüntü var gözümün önünde,hiç gitmeyen...Seninle geçirdiğimiz son Anneler Günü idi... Hastaydın,halsizdin...Zuhal ,Oya ve ben çarşıya çıktık. Sana,ayakkabı ve çanta aldık. Eve gelince,paketleri açtın,zorlukla kalktın. Ayakkabıyı giysin,çantayı koluna takıp boy aynasının önüne geçtin. Çok güzel, günlerime giderken kullanırım dedin... Aynadaki görüntüne baktım,içim kavruldu...Bizim için yaptığın ,bizim için söylediğin o kadar belliydi ki... Zaten de hiç kullanamadın onları...O aynadaki görüntüyü hep unutmak istiyorum ne kadar unutmak istesem de o kadar gözümün önünde...

Bugün  yine sensiz bayramlardan biri,seni ziyaret edemedik ama Metin kabrinin resmini çekmiş üzerindeki güller iyice azmanlaşmış. Babam sarmaşık gül dikmişti. Dört tarafına kazık çak da iyice sarsın dedim.

Hep güller içinde ol Annem...



8 Ağustos 2013 Perşembe

İyi bayramlar,bayram coşkusu ile kutlayacağımız bayramların gelmesi dileğiyle...

6 Ağustos 2013 Salı

Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-u-zaruret içinde harap ve bîtap düşş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!

                                                                       Mustafa Kemal Atatürk

                                                                                  20 Ekim 1927   

1 Ağustos 2013 Perşembe

Flashback

Yazmadığım günler için hadi bi flashback yapalım:)

Görümcemin kızı Filiz'de yapılmış bir iftar var...Yine kalabalıktık,yine çok keyifliydi ve yine çok lezzetliydi...Öyle keyifliydi ki; sohbete dalıp iftar saatini unuttuk. Ezan sesiyle kendimize geldik. O panikle üç kişi aynı anda servise saldırdı:)


Nihayet kendi ramazan pidemi kendim yapmayı başardım... Tarifler'' Missgibi''mden ve Selgin'den...Her iki tarif de çok güzel...İftar davetlerine giderken yaptım götürdüm çok beğenildi.



Yeni bir mekan denedik ve çok beğendik. Anadolu Hisarı Göksu Nehri kıyısında -Nart Cafe-Resteurant-Bir Çerkes lokantası...Yemeklerini ve ortamı çok beğendik. Hele közlenmiş patlıcan dolmasına kocam bayıldı. Etlerinden bile daha güzel dedi. Şu limonatanın sunumu size ne demek istediğimi anlatır. Nehir kenarında oturup,serin serin yemek yemek de cabası...



(limonata sunumuna bir de yakından bakalım...yeşil elma ve limon dilimli)

Fenerbahçe Orduevinde yapığımız havuz,deniz sefaları devam ediyor. Ama dün iskele tamir edildiği için denize giremedim,havuzla yetindim.Okuduğum ''Solmayan Güller'' çok kalın olduğu için onu taşımadım oralara ...Peri Gazozu/Ercan Kesal eşlik etti bana dün. Ama ne eşlik...

Ercan Kesal  kitabın başında demiş ki;Ben okuyucuma bir şeyler anlatmak değil göstermek istedim hep.Ben ne yaşıyorsam ve görüyorsam ona da aynı şeyleri göstermekti niyetim.Bir arkadaşının yazdığı küçük bir not bu konuda amacına ulaştığını göstermiş...^^Kıymetli,yazını  seyrettim bugün^^yazıyormuş notta.

Evet sevgili Ercan Kesal,ben de yazını seyrettim dün,seyrettiklerim beni çok duygulandırdı.Ne çok ortak noktamız varmış...Aynı dönemlerden geçmişiz.Senin de okuma şeklin benim gibi karman çormanmış. Sen de küçükken kütüphanelere dadanırmışsın benim gibi:) Ve o''Ördek'' adlı kadın var ya, yıllar önce garip bir biçimde değdi hayatımıza...Sanırım aynı kişiden bahsediyoruz...Kaç kişi kızına ''Ördek'' diye isim koyar ki... Çok seneler önce Naziş-kahkahalar ata ata geldi. Gazetede bir isim değişikliği ilanı vardı..''Ördek Finten'' adlı bir kişinin mahkeme karariyle ismini değiştirdiği ilanıydı...Unutmamın nedeni, her isim koyma konusu konuşulduğunda aklımıza bunun gelmesi ve anlatmamızdır... Bizi güldüren bir şey,bir başkasını nasıl da yaralıyormuş meğer...Her hikaye ayrı bir hikayeyi de hatırlattı bana ve 198 sayfalık kitap sanki 300 sayfa dolduracak kadar hikayeyle doldu...Hep derim ya ben, iyi bir yazı okuduğumda,iyi bir film izlediğimde kendimi bunu yapanlara borçlu hissederim. Çünkü hissettiklerime değer biçemem. Şimdi ben sana çok ama çok borçlandım Ercan Kesal...


Dün  akşam iftar yemeği için bizim mahallenin kebapçısına gittik...E maallenin:) kebapçısına gidince  mahallece iftar ettik haliyle:)

Bi de ne güzel yağdı yağmur bugün...Bereketiyle geldi ağustos...
Benden bu kadar...