Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Ocak 2013 Pazartesi

Kazım Karabekir Sempozyumu ve bu haftanın diğer notları


Anlatacak ne çok şey birikti...Filmler var,kitaplar var, Gamsegamse'nin  orta kulak iltihabı var,ıslak ıpıslak bir Beyoğlu var...Ölümünün 65.yılında  3.sü düzenlenen ve katılmaktan keyif duyduğum Kazım Karabekir  Sempozyumu var.





 







(Paşa'nın himayesine aldığı çocukları...Gürbüzleri)

 
(çok sevdiğim ve herkesin kulağına küpe olması gereken sözü)

Önce Sempozyumdan notlar... Cumartesi günü Beyoğlu Tarik Zafer Tunaya Kültür Merkezinde düzenlenen ''Ölümünün 65.yılında Kazım Karebekir Paşa Sempozyumu''na katıldık. Kazım Karabekir Paşa'nın  hayatından görsellerle başladı program. Sonra sırasıyla kızları Hayat Hanım ve Timsal Hanım açılış konuşması yaptılar. Sunucu şimdi Paşa^'nın küçük kızı Timsal Karabekir'i davet ediyorum konuşma için deyince,kürsüye gelen Timsal Hanım; 72 yaşında hala bu küçük kız lafını duymak çok hoşuma gidiyor deyip tüm salonu güldürdü...Daha sonra katılan panelistler aracılığı ile  Kazım Karabekir Paşa'nın Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadele yıllarındaki çalışmalarını dinledik.Kazım Karbekir  Paşa, elbette ki askerdir,mücadele adamıdır, yazardır , bestecidir ama benim en etkilendiğim yönü, çocukların eğitimine verdiği önem ve yetim çocuklar için yaptıklarıdır.Hayatını okuduğumda henüz Türkiye'de anaokulu diye bir kavram yokken,onun görev yaptığı yerlerde bu tür okullar açılmasını sağlamasını şaşkınlıkla izlemiştim.Burada Kazım Karabekir Paşa'yı anlatmaya benim gücüm yetmez ama size, Erenköy'de bulunan müze evini mutlaka  ziyaret etmenizi  önerebilirim....




Sempozyum çıkışı ,İstiklal Caddesinde yürüdük,yağmura rağmen yine de kalabalıktı...Bir kaç mağazaya girdik,hatta ben Terkos Pasajına hamle bile yaptım ama baktım karanlıkta tadı çıkmadı,karnımız da acıkmıştı. ''Bambi'' de bir şeyler atıştırdık ve bize sürekli manevi şantaj yapan Gamse'ye daha fazla dayanamayıp eve döndük.



Bu hafta iki film izledik.İlki  ''Horoz Kahvaltısı''...İlk yarı hareketsiz, Allalaaa nolcak ki bu film nereye kadar gider ki derken filmin seyri değişiyor.Ben Avrupa sinemasının dilinin sadeliğini severim. Hiç birşey olmuyormuş gibi durup bir şeyler olmasını örnek ''Sessiz Düğün''....,orada burada her yerde rastlayacağınız kahramanlarını , kimsenin rol yapmak derdinde olmamasını severim. Bu biraz İran sinemasında da vardır.


İkinci film işte dibe kadar rolünün hakkı veren aktörün dibi Jack Nicholson ve Betty Davis...Jack adamım emekli olduktan sonra düştüğü boşluğa bir de karısının ani ölümü eklenince feleğini şaşırır....Film bunun hikayesi... Hiç sevmediği karısının özleminden parfümünü kokladığı sahne beni yerle bir etti.Filmin adı;Schmid hakkında herşey...


Kitaplara gelince ''-22-Britanya Yolu'' söz ettim mi? hatırlamıyorum ama okunması çok kolay bir kitap oldu. İki gün bile sürmedi diyebilirim. Polonya'nın işgali sırasında birbirinden ayrı düşen ve altı yıl sonra bir araya gelen karı kocanın hikayesi, birbirlerini yeniden tanıma çabaları ve   görüşemedikleri altı yılda ikisininde birbirinden sakladıkları sırlar....

İkinci kitap Macar asıllı yazar Magda Szabo'nun '' Kapı'' adlı kitabı... tek kelime ile şahaser...Beğendim hem de çok beğendim. Geçen filmekiminde filmi de gösterimdeydi ama bilet bulup gidemedik. Kapı’nın başkahramanları yazar Magda ile onun ev işlerine yardımcı olan Emerenc’tir. Emerenc ,yaşlı bir kadın, evlerde çalışıyor ama öyle her evde değil,bir kere çalıştığı evde yaşayanlar onun yaptığı işe layık olacaklar..Bu kitap aynı zamanda Magda Szabo'nun otobiyografisi niteliğinde....

Pazar günü bugün ise kızlarla dışardaydık. Natilius'a gittik... Mağaza gezdik,alış veriş yaptık,yedik içtik işte... AVM de başka ne yapılır. E hadi  yaz yaz yoruldum ben.