Sonbahar geldi,İstanbul'a...Bugün ilk sonbahar yürüyüşümüzü ve
koruda ilk sonbahar kahvaltımızı yaptık. Koru çalışanları dökülen
yaprakları süpürüyorlardı.Koca koru süpür süpür nereye kadar,dedim.
Bizim
masayı da boş görünce -hah dedim, iyi bir başlangıç...Valla yemişim
diyetini,burası gibi paçanga böreği yapan yok,kahvaltıda birer tane
götürdük... Hemen yanımızda da üç masa birleştirmiş kalabalık bir
öğretmen grubu vardı. Türkçe öğretmenleri zümre toplantısı yaptılar. Hem
kitabımı okudum hem onlara kulak kabarttım:) Yapacakları
gezileri,okutacakları kitapları tartıştılar. Fikir ayrılığına düşünce
oylama yaptılar. Karı koca gördük ki, değişen hiçbir şey yok...Hala
Keşanlı Ali hala İbişin Rüyası diyorlar. Yeni yazarlar,yeni şairler hiç
yok...
(yine aynı ağacın altında,yine aynı masada,yine aynı manzaraya bakarak yaptık kahvaltımızı)
Ben
Keşke Gerçek Olsa/Marc Levy okuyorum... 65 sf. kadar okumuşum, kah laf
dinleye,kah kahve,çay içe içe:)) Bir masal gibi...Kitabı okurken birden
diiiiing diye bir ses duydum kafamda ve filmini izlediğimi hatırladım.
Çok güzel bir filmdi... Bence hem filmi izleyin hem de kitabı okuyun.
Kitap için tek ipucu,birgün eve geldiğinizde banyo dolabınızda güzel bir
kadın bulursanız ve bu kadın da üstelik hayaletse:))Marc Levy sevdiğim
bir yazar. Dupduru yazıyor , ''Gölge Hırsızı''nı okumadıysanız,mutlaka
okumalısınız.
"Just Like Heaven" (Tıpkı Cennet Gibi)
adıyla gösterime girmiş...
Film
demişken filmden gidelim. Geçen akşam tv de izleyecek bir şey
bulamadık,ayilecek de bişi izlemek istiyoruz. Naziş film izleyelim dedi.
Yeni televizyonumuzda da henüz siftahımız yoktu... Film seçmeye
başladık, ne deseler ben izledim, ne deseler ben izledim diyorum.
Sonunda ben seçeyim dedim:)) Çoktandır izlemek istediğim ama vizyona
girer girmez devleti halkın gözünde küçük düşürüyor safsatası ile
gösterimden kaldırılan,kaldırttırılan ''Umut Üzümleri''ni izleyelim
dedim. Fakir Baykurt'un ''Kaplumbağalar'' adlı romanından uyarlanmış...
Yetkin Dikinciler ve Altan Erkekli de baş rolde... Amanın sanırsınız
ilkokul müsameresi...Güya Balkan filmi havası verilmek
istenmiş...Görüntüler,müzikler öyle ... İzlediğim en kötü
filmdi...Oyunculara acıdım vallahi de billahi... Hem filmi beğenmedik,
hem o kadar vakit kaybettik üstüne üstlük de bizimkilerin kaplumbağa
aşkı yeniden hortladı... Naziş ertesi gün elinde kocaman bir kaplumbağa
akvaryumu ile geldi. Ona akvaryum denmez diye beni yüz kez ikaz etti
ama bak yine unuttum adını:))Bir film izlemeden bu kadar mı zararlı
çıkardım abi ya... Herkes gittikten sonra,çıkıyo kayasının üstüne ,
bakışıyoruz...
Dışardan
gelince de yattım uyudum ,sefam olsun...Dün hem kışlık domates, hem
kışlık karnıyarık hem de akşam yemeğini aynı anda yapmaya kalkınca bi
ara kafamı arı soktu sandım mutfakta... Yok artık dokuz ayın
çarşambasını aynı güne getirmeyeceğim...
Şimdilik gittim ben,yarın ola hayr ola...