Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

6 Kasım 2013 Çarşamba

Limon Ağacının altında

Hava misler gibi,en uzun pastırma yazlarından birini yaşıyoruz. Dün karıkoca bi yürüyüş yaptık,çay molası içinde hurma ağacının olduğu meydana gidelim dedik. Gitmeye gittik de , ilk sözüm yuhh oldu,kusuruma bakmazsanız. Çünkü meydanda ki tüm çayhaneler dolmuş taşmıştı ve kimselerin de kalkmaya niyeti yoktu. Hele de benim kanepeme kurulmuş olan bağyan grubunun... Bizi tanıyan ve iyi bir hasılat bırakarak oradan ayrıldığımızı bilen çaycımız koşturdu geldi, ben size çok güzel bir yer ayarlayacağım dedi ve bu limon ağacının altına oturttu bizi...Kocam da bi koşu yan taraftaki simit evinin yerken sanki tahinliymiş hissi uyandıran çıtır simitlerinden aldı. Ben tabletimi açtım, o gazetesini  sanırım beşer çaylık falan oturmuşuzdur:))


(bu da altında oturduğumuz limon ağacı)
Dönüşte balıkçılar çarşısına uğradık. Balıkçımız belli, ne balık alacağımıza bile o karar verir bazen... Ataletim çok güzel bir yazı yazmıştı dün...Çoğumuzu ,çocukluğumuzun kollarına atacak kadar  hepimize ait bir yazı gibiydi... Balıkçı tezgahları,çocukluğumuzun balıklı anıları falan aynı bugünkü hava gibi mis gibi bir yazıydı...Bana sorarsanız serde Karadenizlilik olduğundan, balıklı anı; gani... Sepme balık ağını kafasının üzerinde çevirip onu denizin üzerine tül gibi seren bir babanın kızıyım ben...Sabah kahvaltısında  balık yiyebilen bir dayıya  ve balıksız da durulmuyor ki diyen bir enişteye sahibim. Balığın çorbasından,ızgarasından, tavasından,buğulamasından, fırınından, sebzelisinden, tuzlamasından, turşusuna, yumurtalısına, mısır ekmeklisine,pilavına  kadar her çeşidin yapılıp yenildiği bir kültürden gelmeyim. Tek sevmediğim balık çeşidi zarganadır ki, görsem yerimde zıplarım, olduğu yana bakmam. Kılçığı yeşil, uzun ince bir balıktır.

Hadi ille de bi balıklı anı derseniz burada anlatmışımdır ama hadi yine hatırlayalım, okumayanlar da  okusunlar...

 Henüz,yeni nişanlıyız.... Nişanlıya, melmeket gezdirmeye gittik. Hayatında ilk kez Ordu'ya giden bizim uşak,önce bi hiç ortaya çıkmayan güneşine şaşırdı:))...İnadına da güneş anca bulutlar arasından gerdan kırdı... Bir sabah ,başına çöreklendim, haydi kalk ,balık ağları çekilecek birazdan böyle şenlik görmemişsindir dedim. Şu aşağıda resmini gördüğünüz yere indik. Burasının bir tarafı balıkçı barınağıdır aynı zamanda, diğer tarafından da denize gireriz,hatta barınakların önünden de girerdik. Neyse aşağı indik ki, ağlar çekilmeye başlamış. Martılar çığlık çığlığa, ağlarda  yüzlerce kilo balık havalara zıplıyor, balıkçılar da bir taraftan bağırış çağırış ağları çekiyor. Hiç şahit oldunuz mu bilemem ama görülesi bir manzaradır. Neyse ağlar çekildi, gözlerine çarpan küçük balıkları tutup tutup denize attılar... Bize de bir torba balık hediye ettiler. Bizim ki hala kaç lira kaç lira, borcum ne diyo:)) Onun adı göz kirası dediler ,bizi yolcu ettiler. Elimizde bir torba balıkla ,kahvaltıya yetiştik.



O gördüğünüz, havuz, Belde Otel'e ait...  Mahallenin çocukları yandan kaynak yaparlar buraya:)) Evlendikten yıllar sonra bir kez bu otelde kızlarla birlikte kaldık. Anneannnem kıyametleri kopartmıştı,senin evin yok mu diye?...Hatta bardabaş demişti...Bardabaş; hesabını bilmeyen, savruk falan anlamında galiba:))

Bu ara film izleyemiyorum,çünkü ''Downton Abbey'' e fena takıldım...Dördüncü sezonu bitirmek üzereyim,işalahhh maşallah....

Kitap  Daha/ Hakan Günday okuyorum... Ama ne yalan söyleyeyim ''AZ'' gibi değil... Beğendim,evet beğendim ama bu çorbanın tuzu bi eksik...

Bu kada...