Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Ocak 2014 Salı

Bi sürü bişi işte

Bizde yine  bol bol hastalık vardı canım okuyucu... Yandım yandım kül oldum,hastanelere düştüm,serumlar  takıldı  tam iyi oluyorum sanırım derkeeen belim tutuldu... Şahdım,şahbaz oldum yani....Belimdeki olayın, fazla öksürmemden dolayı siyatik sinirleri ile ilgili bir şeyim olduğunu söyledi Ataletim... Olaya anında el koydu tabiki... Azcık daha yatıcam azcık daha evdeyim anlayacağınız...

Neyse hasatalık işini boş verelim. Evdeyiz ailecek,kızlar da yarıyıl tatiline girdiler.Öle işte.

Önce ''Bibliyomanyaklar''dan haberlerle başlayalım. Çok güzel sürprizler var,sizin için.İlk   haberimiz; çok yakında ''Kapalı Çarşı Cinayeti'' yazarı ; Esra Türkekul ile yaptığımız bir röportaj gelecek. İkinci güzel haber ise artık her hafta okuyuculurımıza ''İletişim Yayınları'ndan çıkan bir kitabı armağan edeceğiz. İlk 10 kitabı gördüm,bayıldım...Tek yapacağınız iş ''Bibliyomanyaklar''ı okumaya devam etmek ve  o haftanın yazısına yorum bırakmak.

Bibliyogillerin:)  şubat kitabını daha önce söylemiştim. Ayfer Tunç'un son kitabı ''Dünya Ağrısı'' Kitapla ilgili yorumlarımı tabiki'' Bibliyomanyaklar/Kitap Düşkünleri'' nde yazacağım ama şimdiden söyleyeyim çok beğendim. Benim her tarafım ağrıya ağrıya , Mürşit'in dünyası ağrıya ağrıya okuyorum.

Bir sürü kitabım var artık yatar kalkar okurum. İki tane de inceleme araştırma kitabım var kiii,azcık kendime geleyim sabahları ,ev sessizken çayımı, kahvemi alıp yumulucam onlara...
Mustafa; Bana ''Çocuklaçocuk'' dan tanıdığımız Fulya'nın yeni yıl hediyesiydi...Elime alınca zaten, bayıldım. Atatürk'ün hayatının bir evrak-ı metrukesı...Mesela Atatürk'ün cebinden hiç ayırmadığı not defterini elinize alıp inceleyebilir, sayfalarını çevire çevire okuyabilirsiniz. Ya da yazdığı bir mektubu zarfından  çıkarıp okuyabilirsiniz. Bir kitaptan çok hatıra defteri gibi,bir belgesel gibi. Çok ince düşünülmüş ve tasarlanmış.Bence herkesin kitaplığında olmalı...




İkicisi, Funda Şenol Şentek'e ait bir Ankara kitabı...''Cumhuriyet Ütopyası:Ankara''...Cumhuriyetin Ütopyası: Ankara ...Tabi bana birinci elden Funda'dan ulaşması  gibi bir ayrıcalığım oldu. Bunu da söylemeden geçemiciiim yani:))Ankara ile  yıllar önce koparttığım ilişkimi Leylak'ım ile yeniden kuran benim bile bir çok anısının olduğu mekanlarla ilgili hikayeler, Sevgi Soysal'dan  ''Yenişehir'de Bir Öğle Vakti''...Behzat Ç.'nin Ankara'sı gibi ,Şükran Yiğit'den bir Yeni Mahalle yazısı gibi yazılar çok güzel...
Bu kitap Ankara hakkında pek çok hikaye anlatıyor. "Orta zamanlar"dan bugüne;taşra kasabasından başkente; Taşhan Meydanından Kızılaya uzanan hikâyeler. Bu
şehrin evleri, sokakları, kurumları ve insanları bu hikâyelerin kahramanları.

Sinemalar, pastaneler, gazete binaları, türbeler, bakanlıklar, ticarethaneler, parklar,
Apartmanlar... Şehri farklı dönemlerde ve biçimlerde inşa eden ve onun tarafından
inşa edilen her şey ve herkes. Yaşadığımız ve sevdiğimiz şehre bir gönül borcu gibi de düşünülebilir bu kitap.(Arka kapak yazısı)





Biraz da film diyelim. Dün gece ailece  film gecesi yaptık. Bir yerli bir yabancı olmak üzere iki film izledik. İlki; The secret life of Walter Mitty/Walter Mitty'nin gizli yaşamı...James thurber'ın 1941 yılında yazdığı romandan aynı adla filme alınmış. 1947 de çevrilen ilk versiyonunda Dane Kaye oynamış.Konusu kısaca LİFE dergisi kapanacaktır. Kapanış sayısı için düşünülen kapak resminin de negatifi kaybolmuştur. Walter Mitty ile dünyanın her yerinde bir görsel şenlik eşliğinde  bu resmin peşine düşüneceksiniz.Bu film şu anda sinemalarda oynuyor,biz evet sinemada izlemedik ama en azından büyük ekranda izledik. Kısaca kucağıma alırım laptopu izlerim diyorsanız çok keyifli olmayabilir,sölim size:)




İkinci filmimiz ise Ordu'lu oluşumuz ve de Yönetmeninin kardeşinin Naziş'in velisi olması dolayısıyla bize  yine ilk  elden hediye edilmişti. Film Ordu'da  bir yaylada çekilmiş. Dizi oyuncaları Vahide Gördüm dışındakiler yöre halkı...Dünya prömiyerini Toronto Festivalinde yapmış.Zefir, yönetmen  Belma Baş'ın ilk uzun metraj denemesi, 2010 yapımı bir dramdır. Filmin ortak yapımcıları arasında Cem Yılmaz da vardır.

Konusu başına buyruk Zefir adlı 11 yaşında kız çocuğunun Anneannesi'nin yanına yaz tatiline gelmesiyle başlar. Filmde bol bol Karadeniz görselliği göreceksiniz. Ormandaki böğürtlenler, yabani çilekler, tirmit adını verdiğimiz mantarlar bana haliyle çok tanıdık  o yüzden çok farklı  hislerle izledim. Filmin çarpıcı finali ile de çarpılacağınızı söyleyeyim...




22 Ocak 2014 Çarşamba

Hasta çorbası tasta

Öncelikle blogdaki sekizinci yıldönümü  yazım için yaptığınız yorumlara çok ama çok teşekkür ediyorum. Demekki bu 8 yıl boşuna geçmemiş. Ben burada havanda su dövmemişim:)) Hayatıma bir şekilde değdiğiniz için bin teşlekkür yeniden...

Bize  dönersek malesef biz de yine hastalık var. Babamı pazar akşamı yüksek ateş nedeniyle hastaneye götürdük.Bilirsiniz bir kez bulaşmaya görün, arkasından bir dizi konroller,tahliller devam etti.  Evde otururken hasta oldu adam ya ve o kadar maske ile yanaşmama rağmen bana da bulaştı ve dün gece bende de öksürük ve ateş başladı.Bu arada da Gamsegamse'nin  en ufak bir virüs almaması gerekiyor. Çünkü bir süre ilaç kullanmaması gerek. Daha önceki yazılarımdan O'nun hikayesini biliyorsunuz zaten.

Bunun dışında Oscar adayı filmleri izlemeye çalışıyorum. Bu  sıralarda yaşadığımız sağlık sıkıntıları yüzünden eğlenceli kitaplar okuyorum. Pratik yemekler yapıyorum. Fırsat buldukça deniz kıyılarına kaçıyorum ama yarından itibaren sanırım yağışlı hava geliyor.

 ( hepimizin başına gelebilecek şeyleri,çok eğlenceli bir dille yazmış Mine Sota)

''Bibliyomanyaklar'' da bu ayın kitabı; yeni bir kitabını dört gözle beklediğim Ayfer Tunç'a ait-Dünya Ağrısı- Adına da kapağına da bayıldım. İsterseniz eş zamanlı okuyalım.



Yine ''Bibliyomanyaklar''dan bir haber var. Ocak ayının okuması olan ; ''Kapalı Çarşı Cinayeti'' nin yazarı Esra Türkekul ile yapacağımız  bir röportajın hazırlıkları içindeyiz. Ve de yine ''Bibliyomanyaklar'' yazarı Selgin GB'nin yazarı olduğu ''İĞNELER'' adlı öykü kitabı da 24 Ocak Cuma günü raflarda yerini alacak. Bu kitapla ilgili sürprizlerimizi ve haberlerimizi bekleyin anacımm...




“İğne” deyip geçtiğimiz basit nesne bazen hayatımızı kurtarır, bazen kumaş parçalarını üstümüzde elbise olarak taşıyalım diye birleştirir, bazen yönümüzü gösterir, bazense bir pikabın üstünde sonsuzca dönerek etrafa yayılan nağmelerle kulağımızın pasını siler. Bir arının elimize batırdığı iğnesi çocukluğun uzak anılarından biri olarak kalırken iğneli bir sözün bıraktığı yara uzun yıllar sonra bile acıtmaya devam eder.
Selgin GB, “İğneler” adlı bu yeni kitabında öykü okurunu çetin bir yolculuğa davet ediyor. Bu öyküler içinizden çıkmayabilir.




Oscar adayı olan filmlerden şimdilik sadece iki tane izleyebildim. Şu eski formuma bir kavuşabilsem Oscar törenine kadar  hepsini izlemek istiyorum.İlk filmde baş rollerde Merly Streep ve Julia Roberts var. Julia Roberts bu filmdeki rolüyle yardımcı kadın ödülüne aday...Film bana yıllar önce izlediği Sadri Alışık'ın da son filmi olan ''Yengeç Sepeti'' ni çok ama çok hatırlattı... Merly Streep'in anne rolünü oynadığı filmde kızlarıyla bir kavga sahnesi var ki ,izlemenizi isterim.İkinci film ''Mavi Yasemin'' bir Woody Allen filmi ve çok beğendim.





Size geceleri radyo tiyatrosu  dinlediğimden söz etmişmiydim. Naziş bana bir sürü oyun indirmişti ama youtube  veya TRT 1 in çok güzel arşivleri var. Geçen gece  dinlediğim '' Gece Treni' adlı oyunu seslendirenlerden biri de Şener Şen'di. Yatağa giderken takıyorum kulaklığımı oyunumu da seçiyorum oh miss...Oyun seçmesi bile çok eğlenceli. Agatha Christine sevenler için  hemen hemen bütün kitapları oyunlaştırılmış...

Şimdilik bu ka...

16 Ocak 2014 Perşembe

Lale'nin Bahçesi 8 Yaşında




Tam tamına sekiz yıl bitti bu gün... Neler yaşadık kııııssss...Ne filmler izledik, ne kitaplar okuduk,ne yemekler pişirdik. Ne çok şeye güldük ne çok şeye hüzünlendik. Ne acaip memleket gündemleri yaşadık.


Geriye dönüp baktığımda hep ama hey iyi ki iyi ki açmışım şu blogu dedim. Hep güzelliklerle döndü bu blog bana...Sevdiğim bir şeyi bana ulaştırmaya çalışanlar, arkamdan Lale'nin Bahçesi diye bağıranlar:))dün gece rüyamda sizi gördüm diye mail atanlar,bir kaç gün yazacak fırsat bulamasam beni merak edenlşer,  tavsiye ettiğim bir mekana gidip beğenince hemen mail atıp teşekkür edenler, beni sessiz sessiz izleyenler,arada ses verenler,kulaklarımı çınlatanlar, artık reel hayatımın içinde olup ailemden olanlar, sekiz yıl benimle yanyana yürüyen blog arkadaşlarım hayat sizinle çok daha renkli oldu dilerim de böyle olmaya devam etsin.


İnsan hayatının değişmesi anlık bir şey...  Hayatlarımız birden değişip bambaşka mecralarda akabiliyor. Bu sayfanın sahibi bunu çok  tecrübe etti. Hiç ummadığı bir anda hiç düşünmediği bir yerde bir anadolu kasabasında yıllarca yaşadı...Unutulmaz dostluklar kurdu.Hiç düşünmediği anda da bir blog açtı. Aaaa bu blog nasıl bir şeyki demesine fırsat kalmadan Naziş,al açtım işte sana bir blog demesiyle:)) Ah yeni gelin evi gibi allı pullu olan o blogumu görmenizi çok isterdim....

  Bu blog macerası daha ne kadar sürer ya da sürmez bilinmez ama  bildiğim bir şey var ki bu sekiz yıl çok güzeldi...


Bugün yazı yazmak, duygularımı aktarmak zor geldi bana nedense... Ama dileğim daha uzun süre birlikte olabilmek.

Hepinize,  yol arkadaşlığınız için çok teşekkür ediyorum. Bu vesileyle de kimler hala burada,okumaya devam ediyor görmek isterim. Sessizler hadi  bugün sizin de  sesinizi duyayım...

Hepinize  sevgiler...







14 Ocak 2014 Salı

Bizim evin halları

Bir süre yazmayınca insan yazmayı da unutuyor sanki.
Şükürler olsun bizim evden iyi haberler var. Gamsegamse bugün de hastaneye gitti,kan verdi testler oldu ve karaciğer enzimleri de lökosit de düşmüş. Tam istenilen seviyelerde olmasa da  hızla düşüyor. Dün geceyi biraz huzursuz geçirdi, heyecan yaptı ama neyseki sonuçları alınca rahatladı. Bundan sonraki tarih; 21 Ocak.. O gün yine  kan verecek falan filan.

 Hadi azcık biraz film ,kitap, yemek falan konuşalım.



Filmimiz,  Marcus Zusak'ın  Kitap Hırsızı adlı  kitabından aynı adla  sinemaya uyarlanan; Kitap Hırsızı... Anlatıcısının ölüm olan,Cennet sokağında yaşayan; akordion kalpli bir adam, kitap hırsızı bir kız,Gökgürültüsünün arkasına saklanan kocaman yürekli bir kadın  ve limon gibi sapsarı saçları olan bir çocuğun hikayesi. Atmosferimiz II.Dünya savaşı yıllarında Almanya...Her olumsuzluğun içinde yaşanacak bir güzelliğin de olabileceğini anlatan, yer yer sert,hüzünlü,duygulu,umutlu bir hikaye... Kitap sevgisine de bambaşka ,çok güzel bir örnek hem de... Ben çok beğenerek izledim. Kitabı okuma fırsatı bulamadan filmi izledim. Kitabı okuduktan sonra izleyenler olursa,görüşlerini merak ederim. Lizel ve Max'ın   evin bodrumunda yaptıkları sohbetler kitapta çok daha güzel çok  daha farklıdır eminim...Filmde anneyi oynayan Emily Vatson yine harikaydı ,bunu da söylemeden geçemeyeceğim....


Kitabımız,ha kitabımız demişken araya hastane günleri girince söz edemedim. ''Bibliyomanyaklar''ın ocak ayı kitabı  Kapalı Çarşı Cinayeti/ Esra Türkekul'du biliyorsunuz. İlk yazı benim yorumumla yayınladı,ikinci yazı ise  Selgin GB' ye ait... Kitabı biz çok keyifle okuduk ,sonucunda da çok keyifli yazılar çıktı, okuyunuz ve de yorumlayınız isterim:) Sonra eminim ki kitabı da okumak isteyeceksiniz.

 Gamsegamse  hastanede geceleri babası ile kalmayı tercih edince,kiii bizi tanıyanlar için bu kimseye garip gelmeyecektir. Benim bu kız yavruları bebekken , gece bile uyanıp babaaa mamaaa diye ağlarlardı. Ay benim de canıma minnet yani:))Akşama kadar ayile boyu hastaneye konuşlanıp geç saatte de  babalı kızlı onları  hastanede bırakıp Naziş ile eve döndük.  Zaten evin penceresinden taş atsak hastane penceresinden onların kafasına düşeceği için ,içimiz gayet rahattı. Tabi benim saatle işi olmayan teyzemgilleri  hesaba katmamıştık. Gecenin bir buçuğunda  geçmiş olsun telefonu açan teyzem yüreğimizi ağzımıza getirmekle kalmayıp gecemizi de bize heder etti... Bi de ertesi gün tekrar arayıp, o kadar geç miydi? o saatte uyunur mu? diye de kızdı...Ha  biz kitap diyorduk hani, bu akşam eve gelişlerde uyku tutmayınca kitap okudum. Ben o kitabı okumaya cesaret edemedim,şimdi rahatsız olurum diye diye ertelediğim,okumaktan kaçtığım kitabı Şenay bana yeni yıl hediyesi olarak gönderince, demek ki vakit bu vakit dedim. Kitaba  başladım ve başladığım gece bitirdim. Bi türlü adını da yazmadım di mi? hihihi... Ay hala mı yazmadım:)) ''Kirpiklerimin Gölgesi/ Şebnem İşigüzel''...Çocuklara yönelik cinsel tacizi,şiddeti anlatan bir kitap.Şebnem İşigüzel bir röportajında, çocukken  bir gün annesiyle yolda yürürken ; annesinin birden elini bıraktığını ve nerede olduğunu ,kim olduğunu hatırlamadığını o günden sonra tüm hayatlarının değiştiğini ,çok büyük bir travma yaşadığını kendini kirpiklerinin gölgesinden başka sığınacak bir yeri  yokmuş gibi hissetiğini söylemişti.Hatta bu travma yüzünden tüm kitaplarında ,roman kişilerinin başına hep belalar sardığını  da söylemişti. Ne zamanki çocukları olmuş,ondan sonra yumuşamış. Son okuduğumuz ''Venüs'' diğer kitaplarının aksine çok eğlenceli bir kitaptı.''Kirpiklerimin Gölgesi''nden önce  okuduğum'' Güneşin Kızları''  da böyle bir içeriğe sahipti. O yüzden  okurken ne kadar irite olsam da nelerle karşılaşacağımı  biliyordum en azından...









İkinci kitap; 2O13 Nobel Edebiyat Ödüllü ''Nefret ,Arkadaşlık, Flört, Aşk , Evlilik/ Alice Munro''...Bir öykü kitabı... Anlatım dili, çevirisi mükemmel...Hikayeler de öyle... Alın,okuyun valla... Tavsiye ettiğim kitaplar arasına koyun...













Üçüncü kitabımız iseeee)) '' Hürrem Sultan'ın Torunları/İnci Döndaş-Ali Serim'' in yaşayan 12 hanedan kadını ile yaptığı röportajlardan oluşan bir kitap. Leylak Dalıcım'ın yeni yıl hediyesiydi...Tanıştığımızdan beri her yıl, yeni yılın ilk okunan kitabı birbirimizin armağanı kitapları olur. Biyografi okumayı sevdiğim için bu kitabı da keyifle okudum.







Ben günlerdir evde sıkılınca, dün akşam Gamse'yi ablasının refakatine bırakıp ,karı koca dışarı çıktık. Kandilli'den karşı kıyıların ışıklarına baktık. Kıyıda yürüdük. Bir yerde oturup yemek yedik. Beyran çorbası içmemiştim hiç. Gaziantep yöresine aitmiş. Damak tadıma çok uydu bu çorba. Artık kaçmaz yani:))


Kandilli'den...Karşının ışıkları bir bir yanarken...


Hayde gittim ben...iyi yarenlik ettik valla...

9 Ocak 2014 Perşembe

Enfeksiyöz mononükleoz

Başlık size garip gelmiş olabilir ama biz yılbaşı ertesinden itibaren bununla yaşamaktayız.

Herşey Gamse'nin üç gün üst üste sadece akşamları ateşlenmesiyle başladı. Gündüz gayet iyi okula gidiyor, akşam yatmak üzereyken ateş yükseliyor, 37,5- 38,5 dereceler arasında seyrediyor,bi parol içiyor ateş düşüyor. Sabah bir şey ,yok yine. Üçüncü gün ben artık,olmaz böyle, vücüdunda bir enfeksiyon olmasa,bu ateş çıkmaz, okula gitmiyorsun doğruu doktora dedim. Bizim hemen üst tarafımızda olan ''Akademic Hospital'' a gitti, arkadaşıyla. Bir süre sonra telefon açtı-Anne,ben hastaneye yatıyorum,bana pijama falan getir gelirken dedi.Artık ,bizi düşünün karı koca yayan yapıldak düştük yola. Ben heyecandan dolapta pijama bulamayıp, balkonda yıkanmışlardan aldım, düşünün  o kadar yani.

Doktorun teşhisi: Enfeksiyöz mononükleoz denilen viral bir hastalık. Genel taşıyıcısının çocuklar olduğu, tükürük ile bulaşan bir hastalık. E bizim kız da öğretmen, çocuklar yüzüne gözüne hapşırıyo, sarılıp öpüşüyorlar. Ona bulaşmasın da kime bulaşsın. Çocuklar bu hastalığı genelde grip gibi ayakta geçiriyorlarmış. Ama yetikinlerde, lenf benzlerinin şişmesi, dalak büyümesi, karaciğer enzimlerinin artması, vücut ağrıları ile kendini gösteriyor. Teşhisi o yüzden bir çok hastalıkla özellikle  evlerden uzak lösemi ile karışabiliyormuş. Hatta Gamse'nin preferik yayma testini yapan Biyokimya uzmanı bize hücre yapısı ile bilgi vermeye geldiğinde; kendi oğlunun da bu hastalığı geçirdiğini hatta kendilerinin ona  lösemi tedavisi uyguladıklarını anlattı. Gamse'nin bulguları o kadar tipikmiş ki hemen teşhis konabilmiş. Hatta öğrencilerime ders olarak anlatacağım dedi. Hatanede beş gün kaldık. Bu beş gün boyunca hiç aralıksız serum takıldı,her gece ataeşlendi,  her sabah kan alınıp , karaciğer enzimleri kontrol edildi. Biz her sabahı bin umutla bekledik, beşinci güne kadar da her sonuç artmış olarak çıkıp morallerimizi bozdu. Ama doktorumuz bunun olağan olduğunu  bir zirve yapıp öyle ineceğini söyledi. Beşinci gün arık inmeye başladı ve biyokimyadan gelen sevindirici sonuçla da taburcu olduk.

Bunu uzun uzun anlatmamın nedeni, eğer Gamse kendini iyi anlatamasaydı. Mesela ensesinde bir beze olduğunu söylemeseydi doktorun karaciğer enzimlerini kontrol etmek,lenf bezlerine bakmak başlangıçta aklına gelmeyebilirdi. Ateş vardı, boğazları şişmişti ve kırgınlık vardı. Grip sanılıp, antibiyotik tedaviye başlansaydı çok daha ağırlaşacaktı tablomuz.

 Biz çok şanslıydık ki, hastalığa hemen teşhis kondu,Akademic Hospital doktorları  günde üç kez -nasılsınız öğretmenim diye  kontrollerini ihtimamla yaptılar sürekli motive ettiler, hemşireler de küçük öğretmen küçük öğretmen diye diye nazladılar. E biz, ablası, babası, arkadaşları pervane olduk etrafında...Öğrencileri, afişler hazırladılar,öğrenciler ve arkadaşları  geçmiş olsun videoları çekip çekip gönderdiler...Doğal meyvelerden kompostolar yapıp nerelerden taşıdılar, çiçeklere boğdular. Dünyaya pembe bakmayı sağlayan gözlükler, reiki yüklenmiş objeler, komik oyuncaklarla Gamse'yi hastalık havasından çıkartmaya çalıştılar. Telefonlarımız, mail kutularımız mesajlarla doldu taştı...Hatta evimizin  daire kapısının dışı bile çiçek dolu. Mecburen kokulu çiçekleri oraya koyduk:)) Yani ,kısacası  iyi olmaktan başka şans tanımadık Gamse Örtmene...Ve anladık ki böyle günler dostlarla çok daha kolay atlatılıyor. Hepiniz sağolun varolun.



,Şimdi Gamsegamse bir ay evde yatacak. Yatacak derken harbiden yatacak. Kesinlikle yorulmak yasak.Kendini koruyacak, dalak büyüyüp koruma bölgesinden çıktığı için; hiçbir yere çarpmayacak normal boyutlarına inene kadar, Doğal beslenecek ve hiç ilaç kullanamayacağı için, dışardan içeriye virüs taşınmasını engellemek için ziyaretçi kabul edemiyoruz. Enzimler en azından 30 lu değerlere düşene kadar. 

Bu memlekette  öpüşme geleneğinin kalkması gerekiyor bir, ikincisi en ufak bir ateşte kendi kendimize ilaç kullanmaktan vaz geçmeliyiz   üçüncüsü doktora kendimizi iyi ifade anlatmalıyız üç...
Bu hastalığın iyi tarafı bir daha hayat boyu bu hastalığa yakalanmıyorsunuz. Deli gönle teselli.

Biz tabi bunları yaşarken komik şeyler de yaşamadık değil. Gamse ilk gece, doktor aman sakın bir yere çarpma, kimse seni kucaklamasın bile deyince bunu kafaya taktı. Sabaha kadar , dalağım ağrıdı, ya çarparlarsa şöyle böyle dedi dedi sabah ilk iş olarak ben kahvaltısını önüne yerleştirirken masayı çarptım...  Hadiii batın ultrasonuna gitti. Allah seviyo beni, bir şey olmamıştı.Tabi bu şimdi komik geliyor,gülüyoruz.

İşte böyle  bir macera yaşadık, yılın ilk günlerinde...


 

Ne demiş Kanuni Sultan Süleyman; Olamaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...

5 Ocak 2014 Pazar

Yazılan ama gönderilemeyen yazı


Yeni yıla evimizde biz bize girdik. Her zaman ki yemek mönümüz , yeni yıl girerken , her tanesinde dilek dileyerek yediğimiz  12 üzümümüz ve  kutlama telefonları ile geçti.

Ben yine yenmeyeceğini bile bile bir sürü yemek hazırladım. Çünkü; bilirim ben  ayıptır söylemesi benim iç pilavlı tavuk dolmamı görenin gözü başka bişi görmez. Hindi neyin pişirmem, kimse ağzına koymaz. Halbuki ben severim.Biz çocukkene,'' Fındıkzade' de' oturduğumuz appartmanın altında ''Sevinç Lokantası''  vardı. Her yılbaşı, bizim hindi dolma itina ile hazırlanır ve tam yemek saatinde yukarı çıkarılırdı...Hindiyi layıkıyla bütün olarak pişirmek biraz zor. İç ısısı 360 dereceye ulaşcak falan filan... Bundan iki yıl önce böyle dışardan sipariş ettik eve bi geldi  dışı nar gibi kızarmış,içi neredeyse kanlıydı. Hemen telefon açmıştık ,malının arkasında duran bir işletmeydi neyseki hemen çözmüşlerdi olayı. Neyse işte, ben barbunyadır, Rus salatasıdır, ezmelerdir, patlıcan salatadır  her bişeyimi eksiksiz yaptım. Üç gündür de hala yiyoruz:))

 Kadehte gördükleriniz,çöplere dizilmiş 12 üzüm tanemiz.













Yeni yıl tatntanasını da böyle geçirdik gitti.A geçirdik gittik derken bir Digitürk maceramız daha doğrusu benim macarem var ki evlere şenlik. Yılın son gününün sabahı yataktan'' Digitürk'' den gelen telefonla uyandım.Telefondaki kızcağız, efenim, yan odanızdaaa ki dizi paketinizi severek kullandığınızı görüyoruz.Paketin bugün son günü, bir yıl daha uzatalım, üç ay da  % 50 indirimli kullanın  ve de aynı ücretten devam edin falan filan. Neyse onayladım. Sonra cart dizi yayını kesildi. Bi daha  ararsın oparatöre bağlanana kadar dan din dan din  o iğrenç müziklerine tahammül edersin yüz bin yer tuşlarsın. Sonunda bağlandığın müşteri temsilcisine derdini anlatırsın... O da , yooo paketiniz aktif görünüyor. Onaylamışsınız der...  Teknik servise yönlendirir. Servis ,fişi taktırır ,çıkarttırır, kartı taktırır ,çıkarttırır, yeniden kurulum yaptırır. Hayır nanik, ekranda yine paketi satın almak için şuray şurayı arayın yazar. Tamam buradan hallettik 1o dk sonra yyaın geliyor denir gelmez. Tekrar arama, söylediklerim size değil, sizi tenzih ediyorum diye ayak yapıp ağzına geleni söylemece...Bu işlemleri defalarca defalarca yapma.  Karşındaki insanın o an senden nefret ettiğini bilme zaten ben de o an kendim dahil herkesten nefret ediyorum. Akşam yemeğine henüz başlamamışım. O arada kargolar geliyor, kimlik göster,imzala...Telefon çalıyor cevapla...Evde üçüncü dünya savaşı çıkmış gibi. Neyse en son bağlanan kız, bu genel merkezden kaynaklanan bir şey, bir kaç şikayet daha var, gün içöinde yayın gelecektir, gelmezsse teknik servis göndeririz dedi. Ben yine Digitürkten  ne kadar nefret ettiğimi, çubuk antene döneceğimi söyleyerek telefonu kapattım.Sıkılmadınız ,umarım çünkü daha var:)) Aradan bir iki saat geçti, yayın geldiği falan yok derken salondaki, yyaın gitmeye gelmeye başladı. Haydaa derken, çatıya çıkarken merdivenin ileri geri itilme sesini duydum ve hemen koştum. Karşı komşunun ,kapısı açık. Yukarda Digitürk ile ilgili bir çalışma mı var dedim?... Evet, şimdi çıktı dedi. Valla adamı çatıda yakaladım, beim yayını kestiiin diye cırladım. Tamam, yapıcam dedi. Kapı da çatıdan inmesini bekledim. Yeniden , kumandadan kurulum yapın, gelir dedi. Hiç anlamam ,girin içeri yapın dedim. Girdi mecbur, yoksa yılın son günü tepeleyecem onu... Girdi kurulumu yaparken, kafamda din don ışık yandı. Hep siz mi beni kekleyeceksiniz dedim içimden. İçerdeki dizi paketi olan kanallarda bi sorun  oldu dedim. Oraya da geçti, uğraştı didindi, orayı burayı aradı. Kutuyu değişştirdi yayın geldi. Sonra içeri geldi orada tıs yok. Haaa ben yıukardan sistemi değiştirdim, bu kutu onu tanımıyo ondan dedi ,o kutuyu da değitirmedi. Pekiiii, Allahın adamı dedim. Ben seni çatıda yakalamsaydım, sen  buraları batırıp gidiyodun biz ne yapacaktık, arsız arsız gülüyo bi de...Heeee, teknik servisi arayacaktınız bu gün de yılbaşı yoğunduk, gelemezdik ,dedi. Ay tamam bu hikaye burada bitsin...


 Yeni yılın ilk günü,  her yıl yaptığımız gibi kahvaltıyı salonda, yılbaşı  konulu bir film izleyerek  yaptık.

Yeni yılda  izlediğimiz ilk sinema filmi ise ''Patron Mutlu Son İstiyor'' oldu...Çekimler güzel, Göreme muhteşem, Ezgi Mola'nın kendisi de elbiseleri de süperdi...Tolga Çevik ise''Komedi Dükkanı'' nda neyse oydu...Ne bir eksik ne bir fazla...Erkan Can'ın oynadığı rol, turistlere at bindiren bir yeri çalıştıran  biriydi... Ona; Tolga Çevik'in yaptığı ''atlara homurdayan adam'' esprisi, Robert Redford'un oynadığı '' Atlara Fısıldayan Adam'' filmine bir göndermeydi. Yani böyle incelikleri yakalayınca o filmi veya kitabı seviyorum... Bi zeka oyunu, bişi bişi işte...







İşte bu yazıyı   yılbaşı ertesi yazmış ama bir türlü göndere bile basmaya fırsat  bulamamışım.Çünkü;Yılbaşı ertesinden beri hastaneyi mesken tuttuk. Gamsegamse   viral enfeksiyon sonucu  hastanede... İnşalah yarın çıkmayı umut ediyoruz.