Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

29 Eylül 2014 Pazartesi

Akçakoca'da

Bu hafta sonunu İstanbul dışında geçirdim. Naziş ile Akçakoca'ya ''en iyi arkadaşım evleniyor'' etkinliğine gittik ... Neslihan'ı evlendirdik geldik.
Düğün kaldığımız otelde de aolunca valla tadından yenmedi :) Oh be bir düğüne de koşturmadan gittim. Giyindim kuşandım bindim asansöre salona indim :)... Çok ama çok güzel bir düğün oldu,kemençeli, horonlu...

Çok güzel bir yolculuk yaptık kızcığımla, özlemişiz Karadeniz'e doğru gitmeyi ,yeşillikler içinde yol
 almayı...







Akçakoca'ya daha önce gitmediğimiz için  yolculuğu biraz erkene çektik,gitmeden önce ne görmeden, ne yemeden gelmeyelim araştırması yaptık. Çok özel bir yiyeceği yoktu sanırım, tavsiye edilen mancarlı pidesini yapan yer kapanmış, iki yıldır yapılmıyormuş:(...Mutlaka görmemiz gereken camisini ise zaten görmememiz imkansızdı :)




Üniversite öğrencisi iki kızın peşine düşüp pideciye gittik, incecik çıtır çıtır ,(yani az kaldı soracaktım baklava hamurundan mı yaptınız diye) pidelerimizi yedik...Küçücük balıkçı barınağına karşı kahvelerimizi içtik.

 


Odamıza çıktığımızda balkonumuzdan ve penceremizden tek görünen şey; uçsuz bucaksız Karadeniz'di... Oh doya doya baktım, doya doya dinledim sesini...Zaten gece bir coştu,bir köpürdü uğul uğul uğuldadı.. Keyfimden dört değil sekiz köşe oldum...


Akçakoca'da en ama en dikkatimizi çeken şey, inanılmaz kolay bir ulaşım sistemi olması...İkisi özel,ikisi belediye otobüsü olmak üzere dört adet otobüsü var... Bunların dördünün de güzergahı aynı... Ring yapıyorlar ve akşam dokuza kadar 20 dk da bir dokuzdan sonra da saatte bir sabaha kadar çalışıyorlar. Duraklar hep aynı tarafta yani nereye giderseniz gidin hep aynı yönden biniyorsunuz yani hiç bir zaman yolun karşısına geçmek yok...Mahalleleri dolaşıyor, ara sokaklara giriyor... Sabah da yine Karadeniz'e baka baka kahvaltımızı yaptık ve öğleye doğru Akçakoca'dan ayrıldık.Bana güzel anılar bırakan yerleri seviyorum...O yüzden de Akçakoca anı defterimin altın sayfalarına kaydoldu...


Bugün yine erkenden çıktık evden çünkü; dişci randevumuz vardı. Eve geldiğimizde de dayımla yengem geldi. Hemen onlara fırında tavuk pirzola ve domatesli bulgur pilavı yaptım...
Biraz önce de pepe çura yapıp mutfaktan çıktım...
2kg Karadeniz'de yetişen kokulu İsabella üzümü...
2 kaşık mısır nişastası, bir buçuk tepeleme kaşık mısır unu... 1 su bardağı şeker...

Üzümler komposto yapılır gibi suyla ama şekersiz kaynatıldı... Süzüldü... Geri kalan malzeme ile de muhallebi yapar gibi pişirildi... Hafif hoş, yüzyıllardır yapılan geleneksel tatlımız..

26 Eylül 2014 Cuma

Cuma yazısı

Bugün evde yayılmıştım ve niyetim de bunu tüm güne yaymaktı ama kocam; -hadı gel karşıya geçelim, ben Yeni Camide cuma namazı kılayım, sen de bi yerde oturur ,çay kahve içer kitabını okursun dedi. Hatta sonra sana yemek ısmarlarım biraz da Tahtakale,Mısır Çarşısı ve Kapalı Çarşı'da dolaşırız dedi.. Kim bu teklifi reddedebilir ki :)... Bana bi yarım saat ver dedim ve çıktık evden...

 Vapurla karşıya geçtik, ben   Saray Muhallebicisinde otururum diye düşünmüştüm ama hemen caminin çarşı tarafına bakan kapısının  olduğu meydan da  gözüme çok daha iyi çok daha ferah bir yer kestirdim. Kocam  namazdan çıkana kadar kitabımı okudum, çayımı içtim,insan kritikleri yaptım. Genellikle yabancı turistler vardı. Yine, ''O Ana Adanmış/ John Berger'' e devam ettim. Konusundan daha önce söz etmiştim. Fotoğraf okumak üzerine deneme yazıları...İçinde fotoğraflarda var, o yüzden çok keyif alıyorum,okumaktan.Bugünkü okuduğum yazı; fotoğrafın popüler kullanımı ile ilgiliydi...

Daha sonra  hadi bakalım  bir şeyler yiyelim dedik ve   her zamanki köftecimize gittik. Yemekten sonra da  ayaklarımız bizi nereye götürürse o tarafa yöneldik.İyi de yapmışız, Mısır Çarşısı içindeki  Ahilik Haftası nedeniyle düzenlenen duya katıldık.Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı esnafı için, çarşıları yaptıranlar için ve orada alışveriş edenler için çok güzel  bir dua yapıldı. Mehteran Takımı da katıldı...


 Tahtakale'de dolaştık biraz baktık yağmur çiseliyor  evimize kaçtık...

Kayıt lütfen :)

Bu hafta nasıl geçti anlamadım.Hep bir yerlerde oldum, hep yapacak bir işim oldu, yatağa  pes düştüm diyebilirim.
 Salı günkü şahane bir edebi şölen yaşadığımı anlatmıştım. Çarşamba günü  bu kez kocamla erkenden çıktık evden onun diş randevusuna gittik. Doktorda işimiz erken bitince hadi dedim buralara gelmişken Mine'ye uğrayalım.Mine'yi arayp da hadi hemen gelin, bekliyorum cevabını alınca kocamla didişe didişe gittik. Niye derseniz,çünkü; ben bir gittiğim bir yere bir daha giderken yine yolu şaşırırım ama oraya hiç gitmeyen kocam işte burası dedi bana :) Mine Flora da biz aynı çocukluğumuzdaki gibi bahçeye dalma zevkini tattık. Ağaçtan hünnap, asmasından üzüm topladık.Çayımızı, kahvemizi içtik ,sohbetimizi ettik velhasıl güpgüzel bir gün geçirdik. Torbalarımızda üzümlerimiz ve hünnaplarımızla bağ bozumu yapmış gibi geldik eve :)
Bu kadar gezdik tozduk eve gelip yan yattım sanmayın, akşam bir sürü  menemen konservesi yaptım. Bunu Naziş için yapıyorum,o çok seviyor. Yemeği beğenmezse hemen açıyoruz bir kavanoz, bir yumurta kırıp karıştırıyor  al sana şahane yemek. Hem sağlıklı hem hafif...

Dün Tavsiye Evi'nin düzenlediği  bir hatta iki etkinliğe katıldım... İlki sağlıklı atıştırmalıklarla ilgiliydi.''Gekoo'' yu tanıdık... Ben tüm ürünlerine bayıldım. Hel bir tane bisküvileri varki onunla ilgili çok projelerim var :)Tatlandırıcı yerine kaliteli bal ve pekmezin kullanıldığı  her safhasında organik olarak üretilmiş malzemelerden yapılmış, büsküvileri ve diğer atıştırmalıkları tattık hem de hazırlanan şık paketlerdeki hediyelerimizi aldık.Bir söz beni çok etkiledi. ''İki sene bayatlamayan,bozulmayan şeyleri nasıl yiyorsunuz?'' hakikaten ya dün akşamdan beri evdekileri bıktıracak kadar söyledim bunu...



Etkinliğin ikinci bölümünü ise Dudullu'da ki Hafele firmasının Showroomunda tamamladık... Amanın be o gardrobun çekmecesinden çıkan ütü masasını, kıyafetleri rahatça seçebilmek için dışarıya çekilebilen askılığı, bir dolap kapağı açınca içinden koca kilerlerin çıktığı mutfak dolaplarını görünce mest oldum...Bir sürü fikir kaptım:)
Aşağıda acar muhabirinizin sizleri bilgilendirmek için görüntüler aldığını görüyorsunuz :)

 Yedin içtin hiç bişi okumadın mı derseniz ayol hiç olur mu öyle şey :)Okumak bir yaşam biçimi bizim için :)...
General Uçtu bitince elime bir deneme kitabı alayaım dedim. Bu aralar sürekli de dışardayım, çantama atayım bir yerlerde otururken falan açar, bi deneme yazısı okurum diye düşündüm ve John Berger'in ''O Ana Adanmış'' a devam ettim. Devam ettim diyorum çümkü; ben denemeleri ara ara  okumayı severim. Çok da keyifli oldu doğrusu... İçindeki  fotoğraflarla, insana resmen beyin fırtınası yaptırıyor John Berger...


John Berger, August Sander'in fotoğraflarıyla giyim ve duruş şekillerinden insanların yaşam bicimleri hakkında nasıl çözümlemeler yapilabileceğini anlatiyor,Takım Elbise ve Fotograf adlı deneme yazısında...
Istrabın Fotoğraflarında ise;Eskiden savaş resimlerinin gazetelerde çok yer almadığını ama şimdi çok açık ve kanlı olarak yer almasının insanların şiddete alıştığının göstergesi olduğunu, düşündüğünü yazıyor...
Kitap ayracı Bedri Rahmi Eyüpoğlu kumaş üzerine orjinal çizimi
 Kitap,İstanbul üzerine bir deneme yazısı ile bitiyor...

Ay hadi gideyim ben, ne kadar yazdım böyle...

23 Eylül 2014 Salı

Kitap İle Sohbet

Bugün çok özel bir mekanda  çok özel  ve çok güzel bir toplantıya katıldım.Yedi yıldır her salı günü  Sunay Akın'ın sahibi olduğu ''Oyuncak Müzesi'' nde yapılan  ''Yasemin Sungur'la Kitap ile Sohbet'' 7. sezonda 200.buluşmasını gerçekleştirdi... Bu buluşmaya bizim gibi kitapseverler dışında kitaplarını severek okuduğumuz beş yazar da katıldı.

İmza günlerine gidiyoruz, yazar buluşmalarına katılıyoruz zaman zaman ama bu tam anlamıyla beşibiryerde idi... Öyle yazarlar,konuştu biz dinledik değil... Karşılıklı konuşmalar yaptık, sorular sorduk, cevapları öyle geçiştirmeyle değil uzun uzun, geniş geniş aldık.



                                  (Yasemin Sungur ile)
Mehmet Zaman Saçlıoğlu'nu genelde öykücülüğü ile tanırız ama yazdığı roman ile ''Yunus Nadi Roman Ödülü''nü aldı. General Uçtu; Bibliyomanyaklar'ın da ekim ayı kitabı biliyorsunuz. Kitabı buluşma öncesi okudum ve çok beğendim.Ama okurken hep, neden şimdi demiştim bu roman neden şimdi yazıldı acaba, geç kalınmış, ertelenmiş bir kitap mı yoksa... Bunu, Mehmet Zaman Saçlıoğlu'na sorduğumda ,bu romanın planları içinde olmadığını, ama arkadaşı Ayhan Kavas'ın bu hikayeye benzer bir hikayeyi gerçekte yaşayan birini tanıdığını ve bu hikayeyi film yapacağını ve de kendisinden senaryo yazmasını  istediğini söyledi. Kendisi de hikaye çok güzel ben bunun romanını yazayım demiş çok da iyi etmiş. Kitap film yapılma aşamasına gelmiş, hatta baba rolü Ahmet Mekin'e teklif edilmiş.Kitabın hikayesi,bizim jenerasyonun da hikayesi olduğu için ben özellikle bir bölümünden çok ama çok etkilenmiştim.Kitabı okuyacaklar olacağı için söylemeyeyim.


Aslı E. Perker; "Sufle" adlı kitabında ayrı ülkelerde yaşayan üç kişinin  hayatlarında uğradıkları ani şokları yemek yaparak özellikle de sufle yaparak atlatmaya çalışmalarını anlatıyordu. Öyleki sufle hayat gibidir, tam zamanında ya da zamanından önce fırından çıkarırsanız söner diyerek, yediğim sufleleri yapanların ruh durumlarını tahlil etmeye çalışmama neden olmuştur :)
Aslı E. Perker yeni anne olmuştu ve kızı Leyla'nın doğumundan sonra hayatında meydana gelen değişiklikleri anlattı, yazar olmasını çok çılgın bir anneanneye sahip olmasına borçlu olduğunu ve her kitabında mutlaka ondan izler olduğunu söyledi. Hatta  7 yaşındayken cebinde 25 kuruş ile evden kaçtığını ve beş saat sonra bulunduğunu anlattı. Toplantının sonunda okuduğu Edgar Alan Poe'den Anabel Lee şiirinin benim için  hatta benim yaşımdaki tüm kadınlar için anlamını bir bilebilseydi o şiiri okumakla beni nerelere götürdüğünü...Çok konuştum diye söyleyemedim ama bizim gençlik (yani ilk gençlik diyelim şuna) :) yıllarımızdaki kızların hepsinin defterinde bu şiir yazılıydı.

Ayşe Erbulak; kendi yazma serüvenini anlatırken babasının kızı olduğunu bir kez daha gösterdi. Bizi kahkahalara boğdu.  O çok hüzünlü hikayesi ile bile bizi güldürdü. Norveç'te insanların çok uzun yaşadığını, 100 yaşını geçen bir sürü insan gördüğünü onların da sizin bizim gibi sağlıklı olduklarını ama kendisinin 52 yaşına kadar yaşayabilen bir Norveçli bulduğunu,onun ölümünden sonra Türkiye'ye döndüğünü anlattı... Kitabı ''Çok Şekerli Ölüm''ün kitapçıda diyet kitapları arasına konduğunu,ilk kitabının ilk bölümünü Norveç'te yazdığı için ağır ağır aynı oradaki hayat gibi yazdığını o yüzden ilk bölümünün zor okunduğunu ama İstanbul'a döndüğünde ikinci bölümünün de aynı İstanbul gibi hızlı yazdığını o yüzden  de ikinci bölüm patır kütür koşar gibi okunur. Kitap bir anda biter derken, biz Ayşe Erbulak hep bi anlatsa biz de dinlesek duygusuna kapıldık.

Orhan Bahtiyar hep tarihi kurgular yazıyor ve bunlar için uzun uzun araştırmalar yapıyor ama ben ondan mutlaka bir mizahi roman da beklerim.Çünkü yazma serüvenini bu kadar esprili  anlatan biri bunu da yapabilir. Yazmaya ilkokulda kompozisyonlar yazarak başladığını  ama bunu çok abarttığını bir 10 Kasım'da öyle coşmuşum ki yazarken en sonunda da 10 Kasım  hepimize kutlu olsun diye bitirmişim, işte o zaman yazmaktan bi soğudum ama Sunay Akın sayesinde yeniden yazmaya başladım dedi.Orhan Bahtiyar aynı zamanda Kaz Dağları aşığı...Son romanında hiç kıymeti bilinmeyen Türk havacılık tarihinin en önemli isimlerinde Vecihi Hürkuş'u bir roman kurgusu içinde tanıttı bizlere...

Emre Caner; işte bu benim ayıbımdı, hiç kitabını okumamışım hele de Osman Hamdi Bey'i... Yasemin Sungur da  bu kitaptan çalışmalarında nasıl faydalandığını anlatınca ben yerle bir oldum. En kısa zamanda okuyacağım. Hayatında yazmak dışında hiç bir işle meşgul olmayan bu yazarı  kitaplarından önce tanımak da ayrı bir hoşluk oldu aslında.

Biz aynı bir ev sohbetinde gibi yazarlarla sohbet edip edebiyatın tüm lezzeti damarlarımızda akarken saatler akıp giti ve her yazarın seçtikleri birer şiiri okumasıyla toplantımız bitti. Evet! hayat kısa edebiyat çok uzun malesef o yüzden Yasemin Sungur'a bin teşekkür  bize böyle edebi tadımlar yapabilme olanağı veren projeler yaptığı için...




22 Eylül 2014 Pazartesi

Bu kadar

Ben bu fotoğrafı çekerken
Benim de fotoğrafım çekilmiş...


Bunlar da bu sabahın aktiviteleri



Bugün çok yorgunum, pazar alışverişi yaptık, akşam yemeği, hafta sonu arbedesinden çıkan ev, yani bu kadarına fırsat bulabildim :)

19 Eylül 2014 Cuma

Kuz kuz Kuzguncuk

Şu  yokuştan tıkır tıkır Kuzguncuk'a indim.Boğaz ve köprü karşıdan gerdan kırsın,bu arada benim dizler de kızım anlamoorsun sana yokuş inmek  yasak desin hatta hatırlatsın...



Ben bugün Kuzguncuk'daydım...Sizin gününüz nasıldı, ne yaptınız..Hafta sonu planınız var mı?

Unutmadan bu haftayı bir kitap kazanarak karla kapatmak isterseniz son iki gün... Tek yapacağınız yazının altına bir yorum bırakmak...TIK

18 Eylül 2014 Perşembe

Kız Kuleli Evde

Dün o kadar yorulmuşum ki,bugün akşama kadar yatıp tavana bakasım var. Gece de yattığım yerde külçe gibi kalmışım.

Dün, Baharla'ya gittim ben. Benim için o hep Baharla,asla Bahar değil. En eski blog arkadaşlarımdan. Daha Türkiye blogun ''b''sindeyken biz blog yazardık.Sanki herkesin birbirini sevdiği,kolladığı, birbirinin derdine derman olduğu,bir gün göremese meraklara düştüğü kocaman bir mahalleydi. Herbirimiz dünyanın farklı yörelerinde olsak,birbirimizi hiç görmemiş olsak da bu böyleydi. Bu duygu geçerdi.Bahar o günlerin hediyesi bana. Neredeyse 9 yıl olacak iletişimizi hiç kopmadı. Evime geldi, bana bergamut reçelleri getirdi hep Lalem dedi... Dün yine tanışma nedenimiz blog olan Mihriban/Hüznün Tadı ile Baharla'nın her penceresinden ama her penceresinden Kız Kulesi görünen evine konuk olduk.Dün Kız Kulesine karşı taraftan ama doya doya baktım.
Apartman kapısından içeri girdiğimizde bir kokular gelmeye başladı, eğer bu koku senden gelmiyorsa geri dönerim dedim :)Neyseki bizim için hazırlanan cup keklerin kokusuymuş. Şu  fotoğrafa bakar mısınız, görüntüleri tadları ve kokuları kadar güzeldi.
Ne güzel bir gün oldu, Mihriban ve Bahar'la masa başından hiç kalkmadan sohbet ettik.
Herşey güzeldi de Bahar'ın evinin yeri benim için deaavantajdı... O manzara tabikitleri de bir tırmanışı ve bir inişi gerektiriyordu :) İnerken zorlansam da neyseki gece korktuğum arızayı göstermedi.


Akşam dizi izledim...Benim Adım Gültepe... Henüz beğenip beğenmediğime karar vermedim. Mete Horozoğlu ve Ayça Bingöl hatırına bakıyorum. Sanki biraz Bati Yakasının Hikayesi ya da Keşan'lı Ali gibi bir şey diye düşünüyorum.Bu sezonun en favori dizisi benim için; Ulan İstanbul. Bir de ''Ah Neriman''ı bekliyorum.Çünkü bize yakın bir yerlerde çekiliyormuş,ayrıca da Perran Kutman'dan artık bir Şehnaz Tango gibi bir şey bekliyorum.

Gelelim Film kitap konusuna. Salı günü kışlık domates sosu yaparken bari ritüele uygun olsun dedim ve ''Mutfak Sohbetleri''ni izledim. Üç kadının, mutfağında geçen bir hikaye, biraz diyaloglara dayansa da benim hoşuma gitti. Bir mutfakta misler gibi hazırlanan lazanya yandı, diğerinde harika bir salata yapıldı, kendisi için harika yemekler hazırlanan sevgili iş yerinde pizza yedi :)Tüm hikaye bir kaç saate sığıyor bir dar zaman ve dar mekan filmi diyebilirim.

Kitap konusuna gelince, ayol ben size bu konuda sitemkarım, isyaaaaaanım var :) Siz beni Bibliyomanyaklar/Kitap Düşkünleri  da yalnız bıraktınız,oldu mu hiç ?...Bu haftanın yazısını ben yazdım. Alper Atalan'ın ''Çok Kısa Bişi Anlatıcam'' adlı kitabını... Üstelik yorum bırakan okuyuculardan birine kitap ödülü var...Şuradan gidip okuyabilir, Alper Atalan'ın bir şeyi kısa kıp kısa ama ne kadar sıcak anlatışının üzerimde bıraktığı hissiyatı anlayabilirsiniz.yorum bırakabilirsiniz TIK

Şimdi gidiyorum tabikitleri de yatıp tavana bakmayacağım...Okey grubumla sezonun ilk karşılaşması var :)


15 Eylül 2014 Pazartesi

Hafta sonundan kalanlar

Allah seni inandırsın canımın taaaa içi okuyucu,hafta sonu dışarı adım atmadım. Tüm teklifleri geri çevirdim. Hatta kocam,  Beykoz'a gidelim, deniz kıyısında oturmak istiyorum dedi de onu bile geri çevirdim. Gitmedin ne yaptın derseniz, sadece kitap okudum,film izledim. Hafta sonuna yetecek kadar yemek de yapmıştım, yani şöyle bir evi ufak toparlamaca sonra yat yuvarlan.

Hafta sonu kitabım; Gamsegamse'nin Alkım Kitapevine girince gördüğü ve aaa annem sever bunu dediği ''Bir İkea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakirinin Olağanüstü Yolculuğu''...Eğlenceli bir kitaptı. Fakirimiz, bir Hint Fakiri olarak çıktığı maceradan bambaşka biri olarak çıktı. Seyehati boyunca kendi hayatını sorguladı, başkalarına yardım etmenin ne kadar keyifli bir şey olduğunu anladı.Ve hafta sonumda sabahları yeşil çaya, geceleri bir kadeh rose şaraba eşlik etti...


 

















Kızlar bu hafta bir tek cumartesi sabahı evde olabileceklerdi çünkü pazar günü Boğaziçi Üniv. de bir toplantıları vardı. O yüzden özel bişi yapayım dedim. Ne yapayım, yumurtalı ekmek mi kızartayım, sucuklu yumurta mı yapayım yoksa kaşarlı sucuklu kanepe mi yapayım derken, hepsini birleştirebileceğim bir tarif uyguladım.O an spontan gelişen bir tarif. Acaba patent falan mı alsam :))

(Yumurtalar çırpılır,içine istenilen baharat ilave edilir,incecik maydonoz dereotu doğranır karıştırılır. İki dilim ekmek arasına kaşar ve sucuk konulup bu karışıma batırılıp batırılıp tavada kızartılır. Afiyetle yenilir.)

Bu  hafta sonunun bir başka okuması da minicik bir edebiyat dergisiydi. Bakmayın minicikliğine içi dopdoluydu. Bu haftaki ana konuları Virginia Woolf'du... Onun dışında da çok keyifle okuduğum hikayeler vardı...Derginin adını söylemememişim, derginin adı; Meçhul...Ayda bir çıkıyor.



Ha bir de başlayan bir etkinlikten söz etmek isterim. Ben kişisel günlük tuttuğum için 30 gün sürecek bu etkinliğe yazımın tamamını ayıramasam da yazı içinde katılacağım. Siz de bloglarınızda,blogları olmayanlar da yazının altında yorum olarak yazabilirler.Bir kitap etkinliği ... 30 gün süreli. Her güne bir soru, ister kısa yazın, ister uzun anlatın, yeter ki katılın.(Leylak Dalı'ndan aynen kopyalanmıştır)

1. gün: Geçen sene okuduğun en iyi kitap
2. gün: Üç kere ya da daha çok okuduğun kitap
3. gün: En sevdiğin kitap serisi
4. gün: En sevdiğin serinin en sevdiğin kitabı
5. gün: Seni mutlu eden bir kitap
6. gün: Seni hüzünlendiren bir kitap
7. gün: Sana kahkaha attıran bir kitap
8. gün: En abartılmış bulduğun kitap ("Nesi bu kadar meşhur bu kitabın, anlamıyorum?" gibilerinden)
9. gün: Sevmem sanıp da sonunda sevdiğin bir kitap
10. gün: Sana evini, yuvanı hatırlatan bir kitap
11. gün: Nefret ettiğin bir kitap
12. gün: Hem sevip hem nefret ettiğin bir kitap
13. gün: En sevdiğin yazar
14. gün: Filmi çekilen ve mahvedilen bir kitap
15. gün: En sevdiğin erkek karakter
16. gün: En sevdiğin kadın karakter
17. gün: En sevdiğin kitaptan en sevdiğin alıntı
18. gün: Seni hayalkırıklığına uğratan bir kitap
19. gün: Filmi çekilmiş olan sevdiğin bir kitap
20. gün: En sevdiğin aşk romanı
21. gün: Okuduğunu hatırladığın ilk roman
22. gün: Seni ağlatan bir kitap
23. gün: Ne zamandır okumak isteyip de bir türlü okuyamadığın bir kitap
24. gün: "Keşke daha çok insan okusa" dediğin bir kitap
25. gün: Kendine en yakın bulduğun karakter
26. gün: Bir konu hakkındaki fikrini değiştirmiş olan kitap
27. gün: Bir kitapta okuduğun en "sağ gösterip sol vuran" gelişme ya da sürprizli son
28. gün: En sevdiğin kitap adı
29. gün: Herkesin nefret ettiği ama senin sevdiğin bir kitap
30. gün: Senin için tüm zamanların en favori kitabı

******************************
Başlayalım o zaman...
1-Benim geçen yıl okuduğum en iyi kitap ay yeminle unuttum ama  sanırım Dünya Ağrısı/ Ayfer Tunç idi...

12 Eylül 2014 Cuma

çat burada çat kapı arkasında

Dün gece pencerelerimizden içeri dolan kükürt kokusu ile uyandık. İstanbul'un her semtinde hissediliyor mu bilemem ama bu son 10 gün içinde ikinci oldu. Hani kibriti yakar ve üflersiniz ,söndükten sonra bir koku çıkar,aynen o koku. Bunun bir deprem habercisi olabileceğini söylüyor bazı uzmanlar...

Hadi güzel şeylerden konuşalım:)
    Mesela havalar soğudu artık çorba zamanı... Biz de sırf o yüzden geçen geceki sülale boyu buluşmamızı ''Kadıköy Emmim'' de beyran çorbası içerek noktaladık. Gecenin o saatinde iğne atsan yere düşmüyordu ama 10 kişiyi de gözden çıkaracak değillerdi ya hemen yer açtılar bize:). Hem doyuruculuğu hem fiyatı kebap kıvamında olan bu çorba Gaziantep yöresine ait ve bilmeyenler için söylüyorum bol etli çok az pirinçli kıvamlı çok lezzetli bir çorba. Ben Kandilli'de Alperenlerin yaptığını da çok beğenirim.


Yemeklerden başlamışken geçen akşam yaptığım, tepside yufkalı mantıyı da es geçmeyelim. O akşam  görümcemin kızı Bibi(Bilge) de bizdeydi herkes çok beğendi.Tarifini Disal'in Gözünden Mutfak blogundan aldım.Linkte tam tarifi görebilirsiniz hem de resimli anlatımı var.


Kitabım aynı zamanda Bibliyomanyaklar'ın ekim ayı kitabı olan  General Uçtu/ Mehmet Zaman Saçlıoğlu... 2014Yunus Nadi Roman Ödülü aldı...


Film ise çok bilinmeyen ama bir başyapıt niteliğinde bir film...


Giuseppe Tornatore'den seyredilesi bir film ...1900 efsanesi
1 Ocak 1900. Virginian ismindeki bir transatlantik ve göçmenleri kargo olarak taşımaktadır amerikaya doğru ve bu arada makinist Danny bir çocuk bulmuştur. Bu çocuk terk edilmiş bir çocuktur. Kaptanın söylediklerini dinlemiş ve onu evlat edinip gizli bir şekilde büyütmeye karar verir ve çocuğu gemiden hiç indirmez. Çocuğun bundan sonraki yaşamı gemide geçer...


Vee şimdi benimle ilgili bir haber, internet üzerinden okuyabilceğiniz Martı Dergisinde kitaplarla ilgili  yazılar yazıyorum iki aydır. Eylül sayısında, ekim ayında çıkacak kitabına karşılama niteliğinde olsun diye Haruki Murakami ve kitapları hakkında yazdım.Okumazsanız küserim bak :) Dergiyi sayfa sayfa çevirip okuyabiliyorsunuz.


Bu arada ''evimizde kış hazırlıkları'' başlamıştır :)
Bunları dün akşam, Aramızda Kalsın başlayana kadar yaptım :)Bu yıl yarım kg lık kavanozlar kullanıyorum. Çok daha pratik oluyor.

Haydi gittim ben şimdilik. İyi hafta sonları olsun hepimize

8 Eylül 2014 Pazartesi

Hava nasıl oralarda üşüyor musun?

Sizin oralar nasıl bilemem ama bizim buralara sonbahar geldi.Artık hava ne kadar sıcak olsa da akşamları serin bir rüzgar var ve bugün yağmurla uyandık. Güzel oldu, bu yapış yapış yazı sevmedim ben... Artık gelsin Kuzguncuk'da çay, kahve fasılları, Üsküdar sahil yürüyüşleri, Kız Kulesine  ayaklarını uzatıp kitap okumalar, dönüşte  çorbacımıza uğrayıp çorba içmeler.

Dünü hareketli ve de bereketli geçiren bizim ev bugün oldukça sakin... Kızların okul artık açıldı, zaten seminer dönemi nedeniyle okula gidiyorlardı ama makul bir saatte gidiyorlardı :) Yani bizim evde gün artık güneşin doğmasıyla başlıyoruz denilebilir.


Üstte  gördüğünüz resim  dünden... Hadi pazar sabahıdır, herkesin gönlüne göre olsun kahvaltı deyince, kimi sucuğunu tostunun içinde , kimi üstüne yumurta kırılmış, kimi de sucuk önce tavada kendi yağında çevrilip, tavadan alınsın, sonra tavada kalan yağa yumurta kırılsın böylelikle de yumurtanın beyazı sucuğa  değmesin deyince tek tesellim o an dinlemekte olduğum Müzeyyen Senar ve Nilüfer düeti oldu :) Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın dedim, hepsini yaptım. Sonra acıkınca yesinler diye gözleme yaptım, sonra öğrendiğim  yufkalı tepsi mantısını hazırladım ,dolaba koydum. Yarın yenecek, o zaman aşama aşama anlatırım... Sonra sonra hadi hava serinledi dedim etli  nohut yahni ve nohutlu pilav pişirdim akşam için. Bu arada tabi tek  tek acıktılar ve gözlemelerini pişirip pişirip ellerine verdim. Bulaşık makinesini boşalttım, balkondaki çamaşırları topladım, katladım, yerine bir balkon dolusu daha astım tam yetti gayri diyecektim ki bizim ahali tek tek toz oldu evden. Hele şükür dedim ve resimde gördüğünüz etkinliği düzenledim kendime...
O gördüğünüz tost; tava tostu... Ataletim canım benim aklıma düşürmüştü, yanına da bi kiraz çiçekli yeşil çayımdan yaptım bir de mutfak filmi izleyeyim dedim 2014 yapımı -CHİEF -izledim. Çok  eğlenceliydi, tavsiye ederim...Ünlü bir şefin restoranına gelen yemek yazarının yazdığı yazı yüzünden değişen hayatı anlatılıyordu. Tabi bol bol yemek yapma ve yeme sahneleri mevcut. Enteresan olan şef de oğluna tava tostu yaptı. Ama o her iki ekmek diliminin üzerine malzemeleri ayrı ayrı koydu, yine ayrı ayrı pişirip sonradan birleştirdi. Sabah da öyle denedim ama benim usul inanın çok daha iyi sonuç veriyor.

Şöyle yapabilirsiniz:Normal tostunuzu hazırlayın, benimki her zamanki gibi yengendi tavayı tereyağ ile yağlayın kızınca tostunuzu koyun, ateşiniz kısık olsun ben arada kapak da kapatıyorum ki içindeki malzeme iyice pişsin diye, sonra alt üst yapmaca ve yemece... Tost makinasındaki gibi bastırılmadığı için daha lezzetli oluyor ama ben makine de yapılan şöleee jilet gibi yapışmış ve iyi kızarmış bir tosta da bayılırım icabında.

Akşam yemekten sonra sülale boyu DSİ Çamlıca tesislerinde toplandık. Havuz başına doluşup gelsin çaylar,gitsin kahveler, eksilmesin muhabbetler şeklinde   geceyi de bitirdik. Bu arada Milli Basektçileri de yüreğimiz hop hop izledik ve en sonunda bir üçlük atışla oh dedik ilk sekize girdik.

Bugünün planı sadece   ama sadece yatmak yuvarlanmak...


İşte böle böle ...



 

4 Eylül 2014 Perşembe

Yazı uğurlarken sonbaharı karşılarken

Yaz da bitti... Bu yazın uğurlamasını  Saroz'da yaptım...Yakmadı güneş, üşütmedi sonbahrın ilk günü... Meteorolojinin gökgürültülü ve yağışlı demesine inat izin verdi bize... Güzel güzel doğdu, kızıl ışıklarını bize saça saça battı...Uzun süredir, kuş ötüşleri ile uyanmamış, geceleri baykuş ötüşü duymamıştım...

Lise yıllarımın, gençliğimin en yakın tanığı Nermin'in misafiriydik Ecemkuş'la... Keyifli keyifli sofralarında ağırladı bizi... Nermin öyle biri ki, öyle bir karşılar ki sizi - ay iyiki gelmişim, bak ne kadar mutlu ettim onu dersiniz... Öyle içten  hissettirir ki hemen o duygu geçer insana...Ecem'le  biraz rötarlı bir yolculuktan sonra Saroz Körfezi'nde ki Bolayır Köyü sapağında indik ve orada bizi üç saatir bekleyen Hüseyin  Bey'in taksisine bindik :)  Nermin'e yoldan zaten çaaayyyy çaaayyyy demiştim:)  Hemen çay sofrasına kurulduk...

Çaydan sonra yürüyüşe çıktık, bir bahçeye daldık lokum gibi incirleri   yuttuk resmen...


 Sonra sahile kurulup sonbaharın ilk gününün güneşini batırdık, yaza veda ettik...







 Güneşi batırıp eve döndüğümüzde Nermin hemen kaşla göz arasında sofrayı donattı, çalıştır beni çalıştır beni dedim ama tek yaptığım kavun tabağını masaya götürmek oldu... Ayıptır söylemesi biz de masanın hakkını verdik. Yedik içtik, sohbet sohbet üstüne kat attık resmen... Nermin'in görümcesi Sermil de hemen yan evde oturuyor, o da bize güzel sohbetiyle eşlik etti orada kaldığımız sürece...


 (gecenin yıldızı pasta şeklinde süslediği bu meyva tabağıydı... Bi misafirim gelsin hemen hemen aynısını yapacağım :)


Yatağa yattığımda  gerek yolculuğun verdiği yorgunluk gerekse sevdiklerle birlikte olmanın rehavetiyle öyle bir uyumuşum ki, gözümü açtığımda aşağıdan Nermin'in söylediği şarkıyı duydum. Hanım sultan Ece Hanım'da balkonda salıncağa kurulmuş örgüsünü örmekteydi... Kahvaltı masası da gördüğünüz gibi hazırlanmıştı...

  o gözlemeler Nermin'in elinden çıkma ve ıspanaklı...


Kahvaltımızı ettik pekiii kahve içmeyecek miyiz? ... Hemen Ayvalık'ta Çöp Madam'dan birlikte aldığımız örtüler masaya serildi ve kahveler geldi...




 Hadi şimdi güneşi kaçırmadan denize, serin serin Saroz sularına dalmaya ama deniz kıyısında da keyif yapmadan olmaz...Giderken şu elmaların tadına bakmadan hele hiç olmaz...




 
Güneş battı hadi eve gidelim, Biga tatlımızı yiyelim, hatta balkonda çayımızı da içelim akşama Gelibolu programı var :)
Gelibolu'dan henüz iki ay önce geçmiştim...Hemen sonra geleceğim liman lokantalarından birine kurulup çalgıcılar eşliğinde bağıra bağıra Mihriban söyleyeceğim kimin aklına gelirdi :) Gelibolu Yelkenci Resteurant sakinleri  kusura bakmayın sesim pek güzel değildi ama söylemesem de hiç olmazdı :)



 Yedik içtik, geceyi  de  Hamza Koy' a bir gece bakışı yaparak noktaladık...